Tarihle anla beni ve öyle yargıla
Hemfikiriz, belki değiliz. Yakın tarihlerde aynı coğrafyada doğmuşuz. Dolayısıyla dertlerimiz aynı, belki umutlarımız başka. Ama bizi ortak kılan en önemli şey vicdanımız. Bizi ‘onlar’dan daha vicdanlı kılan şeylerse sınıfsal, dini, doğa, etnik, cinsi ve çocukluk haklarımız... Bunlar bizim tek tek savunmamız gereken, uğruna birlikte mücadel
Hemfikiriz, belki değiliz. Yakın tarihlerde aynı coğrafyada doğmuşuz. Dolayısıyla dertlerimiz aynı, belki umutlarımız başka. Ama bizi ortak kılan en önemli şey vicdanımız. Bizi ‘onlar’dan daha vicdanlı kılan şeylerse sınıfsal, dini, doğa, etnik, cinsi ve çocukluk haklarımız... Bunlar bizim tek tek savunmamız gereken, uğruna birlikte mücadele ettiğimiz kalelerimiz. Ve vicdanımızın bizi götürdüğü her mücadele alanında senelerdir emeğin, kadının, Kürt’ün ve kaleleri kuşatma altındayken özgürlük mücadelesi veren herkesin konuşabileceği ortak bir dayanışma dili arıyoruz.
Kullandığımız bazı sözcükler lügatımızda ortak anlamları çağrıştırırken, bazılarını sadece kendimiz söylüyor kendimiz anlıyoruz. Fakat nihayet birbirinden kopartılmış farklı üretim ve iktidar alanlarında kaynağını sezinlediğimiz ama ortak bir direnme gücüne erişemediğimiz sömürü ve tahakküm yıllarından sonra, ortak bir zeminde yeniden bir araya geldik ve ortak lügatımızdan uzlaşmayla adına “Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloku” dedik.
Referandum sürecinde keskinleşen siyasal kompozisyonda sosyalist solun belirleyicilik gücünün, merkezdeki ana akım siyasi hareketlerin kendi meşruiyet zeminlerini kurgulamalarından öteye çok az geçebildiği (Bazen itiraf edemesek de) çok açık. “Yetmez ama evet”ten tutun da “AKP’ye tepki hayırları’na değin farklı kutuplarda süre giden bu kutuplaşmada lügatımızın “çağırma” sınırlarını bir kez daha görmüş olduk. Üstelik açık bir gerçekle yeniden yüzleştik ki, bu coğrafyanın sosyalist sola kendi çağrısı vardı. “Bizim adımıza ahkam kesmeyi bırakın, bize akıl hocalığı yapmayı kesin” diyen bu çağrı, bize tatminsiz monologlara son vermemiz gerektiğini yeniden öğretti. Bir ülkede iç savaş yaşanırken en acil gündem maddesi “barış” olmayan bir sosyalizmi tahayyül edemeyeceğimizi yeniden hatırladık.
Aslında, insan emeğinin ve kimliğinin özgürleşmesi için mücadele edenlerin aynı coğrafyada birbirlerinden bağımsız siyaset yapamayacağı, güçlerini birleştirmeden sürdürecekleri dışlayıcı örgütlenmelerde enerjilerini koruyamayacağı çok açık. Yine de olur ya, sosyalist cephedeki bazı “devrimci ağabeylerimiz” bizi sınıf davasından vazgeçmiş, emek hareketinden ulusal özgürlük mücadelesi lehine geri çekilmiş görmeye başlamış olabilirler. Gayretimiz, bu yanılsamaya sabırla bir açıklık getirmek ve tüm devrimci hareketleri EÖD Blokuyla dayanışmaya çağırmak olmalı. Ya da bu Bloka destek olmayacak olan sosyalistlerden, haksızsak bizi de tatmin edecek cevapları paylaşmalarını beklediğimizi hatırlatmak...
Bilindiği gibi “dışsallık” iki farklı nesnenin aralarında hiçbir ilişki olmadan da ayrı ayrı var olabilme durumunu yansıtan bir kavramdır. Eğer ki sosyalist sol ile Kürt siyasal hareketi arasında gerçekten dışsal bir ilişki varsa ve bunlar Türkiye’de birbirlerini eş zamanlı olarak kapsayan içsel ilişkili mücadeleler olmayacaksa, tarih bu bloka destek vermeyen sosyalistleri haklı çıkaracaktır. Ancak özgürlük yolunda bu dayanışma, nihayetinde bizi yan yana getirecek ve ortak mücadele dilimizin kurulmasında bir adım daha atmamızı sağlayacaksa, en azından bunun için bir umut var ve biz onun peşinden gidiyorsak tarih karşısında bizlerin vicdanı rahat olacaktır. Türkiye solunun tarihsel şahsiyetlerinden Ertuğrul Kürkçü ve her kesimden insanın duygularına tercüman olmaya başlayan Sırrı Sürreya Önder’in deyimiyle “Kürt siyasal hareketi bu seçimlerle sola dönüyor” ise, solun bu çağrıya duyarsız kalması söz konusu olamaz.
Bu çağrı, elbette ki tüm tarihsel sorumluluklarımızı beş on mebusun sırtına yüklemek ve gerçekten güçlü olduğumuz mücadele alanlarından geri çekilmek demek değil, gücümüzü politik bir rasyonelde açığa çıkarmak olacaktır. Öte yandan, elbette ki “yurttaşlık görevi” olarak dayatılan oy kullanma ritüeline genel seçimlerde riayet etmeyecek olan sosyalistler de olabilir. O zaman bugün, sınıfsal çelişkilerine şüpheyle baktıkları Kürt hareketi 12 Eylül referandumunda boykot çağrısı yaparken çoğumuzun neden “hayır” oyu kullanmak için sandığa gittiğimizi izah etmek zorundalar. Eğer özgürlük, onun uğruna mücadele eden insanı kapsamayan bir retorik olarak kalacaksa bu yolda konuşmanın zaten bir anlamı yok. Ancak özgürlük gerçekten yaşanan bir şey olacaksa biz vicdanımızın sesini dinlemek ve bu Blokun yarattığı heyecana ortak ya da en azından destek olmak zorundayız.
* Yüksek Lisans Öğrencisi