Gülşah Kurt

Bugün artık resmi bayram statüsündeki 1 Mayıs ile ilgili ortak talep bu bayramın Taksim meydanında kitlesel olarak kutlanmasına izin verilmesiydi. Bu amaçla Beşiktaş, Şişli, Mecidiyeköy gibi merkezlerde toplanmaya çalışılırken, sabahın erken saatlerinden itibaren 10 kişinin dahi bir araya gelmesi polisin biber gazlı ve tazyikli sulu müdahalesi ile sonuçlandı. Toplanmaya çalışan siyasi partiler, STK’lar ve gruplar müdahaleden dolayı, Taksim’e giden yollara ulaşmak bir kenara, adım atmakta dahi zorlandılar. Bunun hemen arkasından Taksim’de yapılmak istenen her türlü gösteri ve yürüyüşün yasaklandığına ve bu hakkın kullanılmasına dair her türlü girişimin yine polisin gaz bombalı, tazyikli sulu ve coplu sert müdahalesi ile karşılandığına şahit olduk. Zincirin son halkası olarak konumlandırabileceğimiz olaylar ise Gezi Parkı inşaatını durdurmak isteyen protestoculara yapılan müdahaledir. Sabahın ilk ışıklarıyla doğrudan gaz bombaları ile kalabalığın dağıtılmaya çalışılmasını ve sonrasında yayılan direniş boyunca protesto amacıyla İstanbul ve diğer birçok kentte bir araya gelen insanlara devamlı surette ve çoğu kez hedef gözetilerek gaz bombaları ve tazyikli su ile müdahale edilmesini de aynı kapsamda değerlendirmek gerekir. Yukarıdan beri özetlenen bu olayların ortak noktası, toplumda çeşitli grupların ve kesimlerin belirli konulardaki düşüncelerini, taleplerini, tepkilerini ortaya koymak ve bunlara dikkat çekmek için barışçıl bir şekilde bir araya gelmeleridir. Yani aslında hepsinde yerine göre ifade özgürlüğünün ve/veya toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kullanımı söz konusudur.
İfade özgürlüğü, “düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığı altında Anayasanın 26. maddesinde güvence altına alınır. Bu özgürlüğün kullanılması ancak belirli hallerde sınırlanabilir. Sınırlama nedenlerine dair, 26. maddenin ikinci fıkrasında uzun bir liste vardır. Bu hak aynı zamanda Türkiye’nin taraf olduğu İnsan Haklarının ve Temel Hürriyetlerin Korunmasına ilişkin Avrupa Sözleşmesi’nin (İHAS) 10. maddesinde düzenlenir ve sınırlanması bakımından aynı maddede, Anayasadakine benzer bir listeye yer verilir. Sözleşme ihlallerini inceleyen organ olarak İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) ifade özgürlüğüne sınır getirilebilecek halleri yıllar içinde geliştirdiği içtihadıyla yorumlayarak, bu konuda belirli ilkeler oluşturdu. Bunlara ayrıntısıyla girmek yazının sınırlarını fazlasıyla aşar. Ancak en azından İHAM’ın demokratik bir toplumda çoğulculuğun ve hoşgörünün vazgeçilmez koşulu olarak kabul ettiği bu özgürlüğe getirilen sınırlamaların değerlendirilmesinde “gereklilik” ve “orantılılık” ölçütlerine özen gösterdiğini aktarmak ve şu çok genel belirlemeyi yapmak mümkün: Şiddet çağrısı içermediği, başkalarının şöhret ve haklarına zarar vermediği sürece; sadece olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görünenler değil, aynı zamanda uyumsuz, rahatsız ve şok edici düşünceler ve bilgiler de ifade özgürlüğüne tanınan korumadan yararlanırlar.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ise Anayasanın 34. maddesinde yer alır. Buna göre; “herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir”. Bu hakkın sınırlanmasına ilişkin liste, ifade özgürlüğününki ile aşağı yukarı aynıdır. İHAS’ta bu hakka, 11. maddede “dernek kurma ve toplantı özgürlüğü” başlığı altında yer verilir. İHAM’ın konuyla ilgili içtihadına göre yine ifade özgürlüğünde olduğu gibi, toplumun genelini rahatsız ya da şoke edecek veya belirli düzeyde tepkilerini çekebilecek bazı fikirleri savunma amacıyla da toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlenebilir. Önemli olan, bu rahatsızlığa karşın, hakkın barışçıl bir şekilde kullanılmasıdır. Bu hak da, ifade özgürlüğü gibi demokrasinin vazgeçilmez koşulları olan çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekliliğidir.
Gerek ifade özgürlüğünün gerekse toplantı ve gösteri yürüyüşünün içeriğine kesin kriterler ya da şartlar öngörülmüş değildir. Toplantı bir yürüyüş olarak dinamik bir şekilde yapılabileceği gibi, bir oturma eylemi olarak da gerçekleştirilebilir**. Yani bir sinemanın yıkılmasını protesto amacıyla yürüyüş biçiminde olabileceği gibi, bir parkta başlayan inşaatı durdurmak için çadır kurup nöbet tutmak şeklinde de karşımıza çıkabilir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının en önemli özelliği, bir takım taleplerin, görüşlerin ya da bir tepkinin, halkın ilgisini çekecek şekilde topluca ve açıkça yapılmasıdır. Hakkın kullanımı bakımından kolektif oluşu ve dikkat çekme amacı çok önemlidir. Bir takım gösteri ve yürüyüşlerin, bu işlevi gerçekleştirmek bakımından her kesimden insanın gelip geçtiği, toplandığı belirli mekan ve alanlarda yapılmak istenmesinin asıl zeminini, hakkın bu özelliği oluşturur. Gerek ifade gerekse toplantı ve gösteri yürüyüşü haklarının ülkede demokrasinin yerleşmesi açısından sahip oldukları önem, bu haklara getirilecek sınırlamaların da dar yorumlanmasını gerektirir.
Bu açıklamaların amacı, polis müdahalesi ile bu özgürlüklerin kesiştiği noktanın belirlenebilmesidir. Tartışmanın yürütüldüğü eksen açısından; polisin zor kullanma yetkisinden bahsedebilmek için önce “görevi” dahilinde bir müdahale yetkisi bulunmalıdır. İfade özgürlüğünün, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının barışçıl, öngörülen sınırlar içerisinde kullanımı söz konusu olduğunda, herhangi bir müdahale hakkından, dolayısıyla zor kullanma yetkisinden de bahsedilemez. Bu hallerde müdahale/zor kullanma yönünde verilen her türlü emir yasaya ve hukuka aykırıdır ve bu hakların ihlalini oluşturur. Bununla da bitmez, bu müdahaleler sonucunda duruma göre TCK’da öngörülen cebir, yaralama, taksirle ölüme neden olma ya da kasten öldürme vb. suçlar meydana gelir.
Bu bakımdan, 1 Mayıs ve ardından gelen gösteri ve yürüyüşler dahil olmak üzere, barışçıl bir şekilde demokratik haklarını kullanan insanlara yapılan müdahalelerin hukuka aykırılığı kabul edilmelidir. Yine Gezi parkının yıkımını protesto amacıyla çadırlarıyla buraya yerleşen insanlara ve onlara destek için İstanbul’un, Ankara’nın ve diğer kentlerin sokaklarında ve meydanlarında toplananlara yapılan müdahale zor kullanma yetkisi kapsamında değerlendirilebilecek eylemler değildir. Bunlar açıkça suç teşkil eden eylemlerdir. Anayasanın 137. maddesine göre bu emri veren de yerine getiren de sorumludur. Yerine göre hem cezai hem idari hem de hukuki sorumluluktan bahsederiz. Bütün bu olaylarda söz konusu hakların kullanımının bir idari tasarruf ile yasaklanması da bu hakların açıkça ihlali anlamına gelir. Bir toplantı ve gösteri yürüyüşünün barışçıl niteliğini kaybetmesi ise sandığımız kadar kolay bir olgu değildir. Bununla ilgili kesin bir kriter belirlenemez. Ancak örneğin İHAM içtihadına göre tek başına ya da sınırlı ölçüde ortaya çıkan şiddet hareketlerinin, eylemin bütününe hakim olmadığı sürece, o toplantı ya da gösterinin barışçıl karakterini ortadan kaldırması mümkün değildir***.
Bir hakkın Anayasada ve diğer yasal mevzuatta güvence altına alınması, devletin öncelikle “müdahale etmeme” yönündeki yükümlülüğünü ifade eder. Anayasanın ruhu ve kaleme alınış şekli aksini yansıtıyor gibi görünse de, bireyler, burada tanımlanan hak ve özgürlüklerin asıl özneleridir. Amaç, yine özne olarak bireyin, devletin keyfi müdahalelerine karşı korunmasıdır. Parmak sallayarak bu haklara getirilen sınırlamaları sürekli ve genişlete genişlete yurttaşlara karşı kullanmak ya da dayatmacılığa ve zorbalığa zemin uydurmak değildir.  PVSK’daki yetkiler de, ancak bu hak ve özgürlükleri sınırlamada meşru ölçütlere uygun oldukları sürece kullanılabilirler. Polis, canının istediği yerde ve canının istediği şekilde sadece “ayar verme amacıyla” kimseye müdahale edemez. Müdahale yetkisinin olmadığı yerde, mesele bir kişinin başka bir kişiye karşı suç işleme halinden ibarettir ve aslında çok basittir. Yukarıya doğru çıktığımızda bu suçlara azmettirenler, suç işlemeye teşvik edenler ve yardım edenlerden dahi söz etmek mümkündür. Marjinalliği yeniden tanımlasak mı?

*Dr., Galatasaray Üniversitesi.

**26 Nisan 1991 tarihli Ezelin/Fransa Kararı (İHAM), Başvuru No. 11800/85.

*** Ziya Çağa Tanyar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadında Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Hakkı, AÜHFD, 60(3), 2011, s. 601.

evrensel.net

EVRENSEL'İNMANŞETİ

‘Onaylamadığımız taslağı masaya koymayın’

‘Onaylamadığımız taslağı masaya koymayın’

Toplu sözleşme sürecinde olan kamu işçilerinin, Türk-İş ve Hak-İş yöneticilerinin üzerinde anlaştığı sözleşme taslağının kendilerinden gizlenmesine tepkisi büyüyor. Bu hafta hükümete sunulması beklenen taslağın onayları alınmadan masaya konmamasını isteyen işçiler, “Biz mücadele etmezsek sözleşmenin sonu belli” diyor.

72 bin 88 TL: Türk-İş’in yoksulluk sınırı

30 bin TL: Kamuda ortalama ücret

58 bin 200 TL: Türk-İş ve Hak-İş’in istediği zamlı ücret

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
'Heybeden’ her gün yeni bir soruşturma çıkıyor. Yargı sopasıyla topluma gözdağı verilmek isteniyor.

Evrensel'i Takip Et