Parka vardığımızda genci yaşlısı, kadını erkeği, LGBT bireyi ve daha birçok insanı, beraber sohbet eder, afiş hazırlar, köpeğini gezdirir, örgü örer ve tabi politika üretirken buluyoruz. Eskiye nazaran insan sayısı biraz azalmış fakat herkes gülümsüyor, cesur ve enerjik bir halde. Ama söylemeliyiz ki geçirdiğimiz zaman içinde konuştuğumuz birçok insan küçük bir tedirginlik de yaşıyor. Bir kadın, “Artık her yerde sivil polislerin dolaştığını düşünür oldum, her an dinleniyorum hissine kapılıyorum.” diyor. Birçok insan da, (özellikle memurlar) iş yerinde baskıyla karşılaşabileceklerini düşünüyor. Bu sebeple, bizle fikirlerini paylaşan insanların isimlerine burada yer vermeyeceğiz. Fakat Kuğulu Park’a gidenler, bu insanları her gün orada görebilirler, belki farkında dahi olmadan hararetli bir tartışma içerisinde bulabilirler kendilerini.
BİZİ SOKAĞA BAŞBAKAN ÇIKARDI
Sorularımıza, mevcut toplamın hangi ekonomik ve sosyo-kültürel zeminde ortaklaştığını – ya da ortada böyle bir buluşmanın olup olmadığını- daha iyi anlamak niyetiyle, hangi talep ve nedenlerle sokağa çıktıklarını konuşarak başlıyoruz. Birçoğu, özellikle gençler, iktidarın yaşam alanlarına saldırılarının artık çekilmez hale geldiğinden bahsediyor. Kimliklerine yönelik bu sonsuz saldırı karşısında artık dayanamadıklarını, polis terörü ile başbakanın tehditkar ve uzlaşmaz söylemlerinin onları sokaklarda bağırmaya, barikatlar kurmaya yönelttiğini belirtiyorlar.
DEVLET KURUMLARINA GÜVEN YOK
ADALET algısı ve toplumsal bilinci oldukça yüksek olan bu bireyler, haksızlık olarak niteledikleri olayları hafızalarına kazımış durumdalar. Roboski ve Reyhanlı katliamlarından bahsederken, “Reyhanlı, Uludere katliamları hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. Medya hiçbir şey göstermedi, Erdoğan ve AKP sorumludur bu katliamlardan. Hükümetin Suriye’deki tutumu Reyhanlı’daki saldırıyı tetikledi, çevremizdeki herkes de böyle düşünüyor” diyorlar. Gezi Parkı ile ilgili medyanın tutumunu korkunç olarak niteliyorlar. Olayları sayılı kanaldan ve dış basından takip ettiklerini ifade ediyorlar. Ana akım medyada direnişin yer bulmamasından yakınıyorlar. Konuştuğumuz hemen herkes bu durumdan rahatsız olduğunu belirtiyor. Bu rahatsızlık ve güvensizliği sadece medyaya karşı değil, devletin birçok kurumuna da yöneltmiş durumdalar.
Çevre tahribatından bahsedenler de az değil. “Artık bir ağacın daha kesilmesine tahammülümüz yok.” diyorlar. Görece daha ileri yaştaki eylemciler ise yolsuzluklardan, hükümettekilerin haksız kazanç sağlamalarından, başbakanın toplumsal değerleri aşağılamasından rahatsızlık duyduklarını, bu yüzden sokaklarda olduklarını söylüyorlar. Vali Mutlu’nun “Çocuklarınızı Gezi’den alın” çağrısına inat biz de burada çocuklarımızla yan yanayız diyor anneler. Yine de tedirginlikle “Ama siz yine de bir arada durun, mukayyet olun birbirinize” demekten de kendini alamıyor.
BÖLME ÇABALARI KARŞILIK BULMUYOR
Başbakanın ve medyanın ısrarla sürdürdüğü marjinal grup, masum çevreci ayrımının, konuştuğumuz insanlarda tam bir karşılık bulmadığını belirtmek gerek. Taş atmak gibi şiddet içerdiğini düşündükleri eylemlere katılmamakla birlikte, polis karşısında duran kişiler sayesinde direnişin genişleyebildiğini ve sürebildiğini düşünüyorlar. Israrla, yaşananın partiler arası bir kavga değil bir halk hareketi olduğu vurgusu yapılıyor.
Bu yazılanlardan kitlenin kendi politik düşünce ve rengini alanlara taşımadığı çıkarılmamalıdır. Sohbet ettiğimiz memur kadınlar uzun zamandır görmedikleri arkadaşlarını o gün alanlarda görmüşler. Bir yandan temsili direniş ağacına örgü örüp bir yandan birbirleriyle tekrar karşılaşmanın coşkusunu yaşıyorlardı. Özgürlüğü yaşıyordu kadınlar. Direniş gecelerinde özgürce, korkusuzca tek başına evine dönebilmenin verdiği güveni yaşıyordu. Öğretmenler ise ‘apolitik’ olarak nitelendirdikleri öğrencilerinin aslında öyle olmadığını, alanlarda onlarla karşılaştıklarında anlıyor, 90 kuşağının direngen bir nesil olduğunu ifade ediyorlardı.
BEĞENİRSEN EL SALLA…
Toplumun bütün kesimlerinin bir araya geldiği ve birlikte geliştirdikleri mücadele, onlara belki de ilk defa sorgulayamadıklarını, soramadıklarını, ötekileştirdiği insanları, kendilerinden dinleme fırsatı da vermişti. Gece sohbetleri, forumlar bunun en güzel yansımasıydı. Tabi duvarlardaki grafitileri de unutmamak gerek. Atılan militarist ve cinsiyetçi sloganlardan çok rahatsız olunduğu Kuğulu Park’ın birçok yerinde dile getiriliyor.
İnsanlar artık direnişi mahallelere, yerellere nasıl yayabiliriz, nasıl daha fazla insanla yüz yüze gelebiliriz diye kaygılar taşıyorlar. Gece forumlarında o kadar kendine özgü bir kitle var ki, serbest kürsüde konuşulanları beğenirlerse, alkışlamak yerine ellerini yukarı kaldırıp sallıyorlar, beğenmezlerse kelepçelenmiş, tutsak sembolü yapıyorlar kollarını. Bu süreçte belki de sol- sosyalist partiler kendilerini sorgulamalı, Gezi’den önceki gibi olmamalıdırlar. Bugün halk hareketinin içindeki kitle kendiliğinden örgütleniyor, bir araya geliyorsa, böyle bir dinamik varsa, fraksiyonlar bu noktada dar grupçuluğu, kapsayıcı olmayan sloganları bırakmalı. Halkın tartışma platformlarına bütün parklarda, mahallelerde dahil olmalı, olabildiğince bu direnişle emekçi, yoksul halk kesimini ve işçilerin taleplerini birleştirmelidir.
LYS’DEN BİR GÜN ÖNCE KUĞULU PARK’TA!
GEZİMİZ sırasında ilaçlarla ilgilenen 17 yaşında genç bir direnişçiye rastlıyoruz. İsmi Mehmet. Bir gün sonra LYS’ye girecek olmasına rağmen Kuğulu Park’ta. Direniş başladığından beri, yani ilk günden beri alanlarda olduğunu söylüyor.
Çocukluğundan beri AKP politikalarıyla büyüdüğünü ifade eden Mehmet, hükümetin kişisel tercihlerine, hayat tarzına müdahale eden bir noktaya geldiğini ve toplumsal baskı yarattığını söylüyor. Direnişi şöyle tarif ediyor: “Gezi Parkı’yla başlayan direniş bardaktaki son damlanın taşmasıydı ve artık amaç bardağı parçalamak.” Ankara Üniversitesi Gazetecilik Bölümü okumak istediğini ve her fırsatta ne pahasına olursa olsun korkusuzca yazacağını söylüyor. Son olarak, sosyalist partilerin şu zamana kadarki kalıplarını bir kenara bırakıp, bayrak yarışından vazgeçmeleri istiyor.
Evrensel'i Takip Et