18 Temmuz 2013 17:18

Vahşetin doğum sancıları

Zeynep Gizem Şenel

Armageddon (1998) ve Transformers (2007-2011) gibi filmlerle ünlenen Yönetmen Michael Bay yeni filmi ‘Zor Kazanç’ ile yine popüler kaygılara yenik düşmüş. Kadınları ucuz ve çirkef gösteren, tüyler ürpertici vahşet görüntülerinde komedi avına çıkan, kas yığını IQ fakiri saçma sapan karakterlerin içinde hapsolmuş iyi aktörlerin haline her saniye acınan bir filme imza atmış.
Filmin senaryosu, Miami’de yaşanan Sun Gym çetesi cinayetlerinden esinlenilerek yazılmış. Danny Lugo (Mark Wahlberg) ve Adrian Doorbal (Anthony Mackie) Florida da yaşayan iki vücut geliştirme  antrenörüdür. Monoton bir hayat  süren ikili, spor salonundaki sinir bozucu düzenden, düşük maaşlarından bıkıp kendi ‘Amerikan Rüyalarının’ peşinden gitmeye karar verirler. İkili,   suçlu olduklarına inandıkları zengin bir müşterilerini kaçırıp, zengin olmanın hayalini kurarlar.
Amerikan rüyasının bu ırkçı, faşist ve medeniyetsiz versiyonunda, kaçırılan iş adamının Amerika’da kazandığı parayı vergi kaçırmak için Bahamalar’daki offshore bir hesaba yatırmış olması, Yahudiliği veya ağzının bozukluğu kaslı kahramanların eylemlerini tabii ki temize çıkarmıyor. Bay’in ‘Kadın kısmısı soyunur adamım, başka da ne işe yarar?​’ edalı yaklaşımı da bu sığ, aptalca, utanmaz, yaratıcılıktan yoksun filmi bir kez daha yerin dibine sokuyor.

ADALET VE SUÇLULUK ÜZERİNE BİR DRAMA

2013’de Bafta Ödülleri’nde en iyi yönetmen aylığına talip olan Nicolas Winding Refn yeni filmi Sadece Tanrı Affeder ile şiddetin dozunu kaçırıyor. Bangkok’daki sürgün Amerikan suçlularının hayatını konu alan film, Fransa ve Danimarka ortak yapımı.
Kristin Scott Thomas ve Ryan Rosling gibi oyuncuların varlığıyla ağır aksak tempoyu bir başarıya dönüştüren yönetmen, birbiriyle zıt renk paletlerini ve paralel kurguyu sıklıkla kullanmasıyla dikkat çekiyor.
Chang karakteri üzerinden bir Macbeth metaforu öne süren Refn, kurbanlarının kanları ellerinden temizlenmeyen bu karakteri bir nevi intikam ve adalet meleği olarak betimliyor. Oyuncuların adeta, zahmetsizce ve kımıltısızca perdeye yansıttığı karakterler, oldukça gerçekçi. Özellikle kendisine her türlü aşağılamayı layık gören annesini bile savunmayı borç bilen Julian’ın durumu içler acısı. Oğlunun gözleri önünde öldürülen mafya tetikçisi, babasının savunmadığı ama intikamını almaktan çekinmediği fahişelik yapan genç kız da sermayedar düzenin egemen olduğu bu kirli şehirde kurban rolünü üstleniyor. Bütün bu vahşet, bunca suç hikayesinin içinde yine de eriyip gidemiyor. Adaletin yerini bulması ve suçluluk duygusu üzerinde gidip gelen bu suç draması şüphesiz ki seyirciyi diken üstünde tutmayı başarıyor. Bir an adam öldüren, şeriat misali kol kesen Chang, diğer yandan polis balosunda şarkı söyleyen yumuşak sesli bir karaktere bürünüyor. Bütün bu karmaşa içinde Refn’in Batıyı temsil eden bütün karakterleri cezalandırması ve saf Asyalı olan haysiyet ve onur duygularını yücelten kanunsuz ama kirletmekten korkmayan polisi yüceltmesi de başka bir ilginç nokta.
Baş döndüren bu suç hikayesinde ağır rollerden gelip suç makinesi rolünün hakkını veren Kristin Scott Thomas’dan bahsetmemek de olmaz. Her türlü karakteri başarıyla perdeye yansıtabileceğini kanıtlayan aktrist, suç dünyasında ne kadar kırılgan bir zeminde yürüdüğünü yansıtmada da oldukça başarılı.
[email protected]

Evrensel'i Takip Et