Başhekim istifaya böyle götürüldü
Süreyyapaşa Gögüs Hastalıkları Hastanesi Başhekimi Doç. Dr. İrfan Yalçınkaya, Kamu Hastaneleri Birlik Yasası’nın ardından yaşadığı baskılar nedeniyle 14 Temmuz’da istifa etti. İstifa gerekçelerini kaleme alan Yalçınkaya’nın anlattıkları, hastanelerde nasıl bir sistemin oturtulmak istendiğinin görülmesi a
Görevini en iyi şekilde yapmaya çalıştığını dile getiren Yalçınkaya, “Elbette bu benim kanaatim, katılır veya katılmazsınız, takdir edecek olan Süreyyapaşa Ailesi ve bu görevi bana tevdi eden makamdır. Allah’ın takdiri ise her şeyin üstündedir” diyor. Görevi boyunca kendisini üzen olaylar olsa da ümitsizliğe düşmediğini ifade eden Yalçınkaya için her şey 2 Kasım 2012’de Kamu Hastaneleri Birlikleri kurulduğunda değişmiş.
SÖYLENDİĞİ GİBİ OLMADI
Yalçınkaya, geçiş sürecini şöyle anlatıyor: “O güne kadar İl Sağlık Müdürlüğü bünyesinde hastane olarak kendi içimizde çözebileceğimiz bütün sorunları yerinde görüyor ve çözmeye çalışıyorduk. Çözemediğimizde ve yardım gerektiğinde İl Sağlık Müdürlüğüne ve Sağlık Bakanlığına dilek, istek ve sorunlarımızı iletiyorduk. Elbette daha yapılması gereken işler, atılımlar, daha köklü çözüme kavuşturulması gereken sorunlar mevcuttu. İşte ben bu yeni yapının bunlar için bir çıkış, bir çözüm, bir açılım olabileceğini düşünmüştüm. ‘Bu yapıda başhekim gerçek yerine oturacak, üzerine vazife olmayan ve anlamadığı işlerle uğraşmak zorunda kalmayacak, sadece en iyi bildiği işi yapacak, daha rahat olacak’ dense de pratikte en azından Süreyyapaşa örneğinde öyle olmadı.”
KOORDİNASYON BOZULDU
Sistem nedeniyle ikilik ve kargaşa çıktığını, bütün koordinasyonun bozulduğunu dile getiren Yalçınkaya, yeni projelere ilişkin yaptığı hazırlıkların hiçe sayılarak, kendisine danışılmadan alınan kararların önüne konduğunu söyledi. Yalçınkaya, itiraz ettiğinde aldığı yanıtı ise şöyle aktardı: “Ben de yardımcılarıma ‘Bu şekilde olması gerektiği konusunda emin misiniz, ben böyle düşünmüyorum, hazırlıklar yeterli değil ve zaman da uygun değil’ dediğimde ‘Genel sekreter böyle istiyormuş, hastane yöneticisi böyle söyledi bize’ dediler. Randevu alıp bu konuda olup biteni, Dr. Melike Erdem’in canına kıymasına tepki olarak hastanemizde toplanıp anma etkinliği yapan hekimlerimize hastane güvenlik görevlilerinin müdahale etmesinden dolayı duyduğum rahatsızlığı ve görüşülmeyecek denmesine rağmen eski başhekimle görüşülmesinden dolayı duyduğum rahatsızlığı nazik ve uygun bir dille genel sekretere ve tıbbi hizmetler başkanına ilettim. Rahatsızlığımdan rahatsız olunduğunu anladım anlamasına da başka ne yapabilirdim ki.”
Bu arada tesadüfen bir başhekim yardımcımdan Göğüs Cerrahisi Kliniğinin Maltepe Devlet Hastanesine taşınması için Birlik Genel Sekreterliğince Kamu Hastaneleri Kurumuna yazı yazıldığını öğrendiğini söyleyen Yalçınkaya, “Hastanenin kalbi mesabesindeki bir kliniği taşıma gibi hayati bir konuyu o hastanenin 8 yıldır cerrahi klinik şefliğini, bir buçuk yıl başhekim yardımcılığını ve bir buçuk yıl da başhekimliğini yapmış birine duyurmayacak, söylemeyecek ve sormayacaksınız, danışmayacaksınız da kime soracaksınız?” diye sordu.
HASTANE KURTULDU AMA
Kararların alınış biçiminin tepeden inmeci ve ‘Ben yaptım oldu’ mantığını hatırlattığını kaydeden Yalçınkaya, şunları ifade etti: “Ben de mecburen konuyu Sağlık Bakanlığı Müsteşarlığı ve Kamu Hastaneleri Kurumu Başkanlığı düzeyinde gündeme getirip çözüm yolları aramaya çalıştım. Bu arada istifa etmeyi de yavaş yavaş gündemime aldım, zira vaziyet oraya doğru yol alıyordu. Bu arada müsteşarlığın ve Kamu Hastaneleri Kurumu Başkanlığının ve elbette Allah’ın yardımıyla çabalarım sonucunu verdi, makul ve mantıklı bir çözüm geliştirildi. Fakat bu genel sekreterliğin hoşuna gitmedi. Bunun böyle bitmeyeceğini, yanıma bırakılmayacağını ve bir bedel ödetileceğini anladım. Çok geçmedi, bir sabah baktım ki, Sağlık Bakanlığı Başdenetçisi ve yardımcısı hastaneye çıkageldi. Eski başhekimin iki yıl boyunca değişik mercilere ve hatta yazılı basına bile verdiği aslı astarı olmayan, ipe sapa gelmez ve defaatle cevabını verdiğim, hatta sondan bir önceki müfettişin soruşturmaya bile gerek görmediği iddialar yine ısıtılıp bu sefer eski başhekim ve genel sekreter iş birliği ile yeniden gündeme getirilip teftiş konusu yapıldı. Yine oturup saatlerce uzun uzun yazılı savunma yazdım. Ama bu sefer durum farklıydı, bu sefer işim bitirilip defterim dürülecekti. Ben ne yaptım, olup bitenlere karşı düşüncelerimi sözlü ve yazılı olarak açıkladım, evim, yuvam olarak gördüğüm Süreyyapaşa Göğüs Cerrahisi Kliniğini, dolayısıyla Süreyyapaşa Göğüs Hastanesini korumaya ve savunmaya çalıştım. Suçum bu ise evet ben suçluyum, suçumu bilerek ve isteyerek işledim. Sonunda cerrahi blok konusu Kamu Hastaneleri Kurumu kararıyla kalıcı ve kesin bir çözüme kavuştu ama olan bana oldu, benim payıma da kınamalar ve başhekimlik görevinden ayrılma kararı almak düştü... Adeta birer ticari işletme, kârhane konumuna indirgenmiş, gelir-gideri, kârı ve hasta memnuniyetini önceleyen; eğitim kalitesini, hizmet kalitesini ve çalışanların memnuniyetini sonralayan bir yapıda sorumlu bir konumda olmak, o fotoğraf karesi içinde olup vebal altında kalmak benim için mümkün olmadı-olamazdı.” Mesleğin onurunu ve itibarını korumak için elinden geleni yaptığını kaydeden Yalçınkaya, “Birlikte çalıştığım mesai arkadaşlarımı ve yine herkesin üstünde ve ötesinde Allah’ı şahit olarak gösteriyorum. Süreyyapaşa Ailesi’nden bir tekini bile incitmişsem, kırmışsam, duyarsız kalmışsam özür diliyor, haklarını helal etmelerini istirham ediyorum. Ben tek taraflı olarak (üç beş kişi hariç) hakkımı helal ediyorum” diye konuştu.
SAFINI SEÇ
Hastane yöneticisinin bir karne toplantısı sırasında kendisine söylediği sözlerin hakim olan zihniyeti deşifre etmesi bakımından önemli olduğunu belirten Yalçınkaya, şöyle devam etti: “Sen nasıl olur da bu sistem, bu ekip içinde olursun da, eleştiri yapıp itiraz edersin. Safını, tarafını seç. Ya bizimle birlikte hareket et, muhalefet yapma ya da ayrıl git, muhalefet yapacaksan da öyle yap”
28 ŞUBAT GİBİ...
Kendi isteğiyle ayrılmasaydı da üç kınama ile sözleşmesinin feshedileceği bilgisine ulaştığını aktaran Yalçınkaya, şöyle devam etti: “25 yıllık meslek hayatımda şu son altı ay içinde yaşadığım şeyleri daha önce yaşamadım. Belki bu halim ancak 28 Şubat sürecinde yaşadıklarımla bir yere kadar kıyaslanabilir. Üstelik o gün o durum bir yere kadar anlaşılabilirdi. Adamlar kendileri gibi düşünmeyen ve inanmayanlara her türlü haksızlığı, zulmü reva görüyorlardı. Ben ve eşim rektör tarafından fişlenmiş, baskılar sonunda da bir grup arkadaşımla çok sevdiğim üniversiteden üzülerek ayrılmak zorunda kalmıştım. Ama ben meslek hayatımda ilk defa bu kadar yaralandım, ümitsizliğe kapıldım. Ne kadar anlatsam, söylesem yazsam da Akif’in dediği gibi ‘ağlarım, ağlatamam, hissederim, söyleyemem / dili yok kalbimin, ondan ne kadar bizarım’.” (İstanbul/EVRENSEL)