Kürtlerin çıkarı statükonun değişmesinde
Kendini Türkiye Kürdistanı Demokrat Partisinin (TKDP) devamcısı olarak gören Katılımcı Demokrasi Partisi (KADEP), Bölgesel gelişmeler konusunda PKK/PYD çizgisini Kürtlerin ortak çıkarını savunmamakla eleştiriyor. Dosyamızın 4. gününde KADEP Genel Başkanı Lütfi Baksi ile çözüm sürecini konuştuk.Son
Yusuf Karataş / Cumhur Daş
Kendini Türkiye Kürdistanı Demokrat Partisinin (TKDP) devamcısı olarak gören Katılımcı Demokrasi Partisi (KADEP), Bölgesel gelişmeler konusunda PKK/PYD çizgisini Kürtlerin ortak çıkarını savunmamakla eleştiriyor. Dosyamızın 4. gününde KADEP Genel Başkanı Lütfi Baksi ile çözüm sürecini konuştuk.
Son yıllarda Kürtler arasında en çok tartışılan konuların başında ‘birlik’ konusu geliyor. Bu bağlamda haziran ayında yapılan ‘Kuzey Kürdistan Birlik ve Çözüm Konferansı’nı nasıl değerlendiriyorsunuz? Bundan sonra birliğin kalıcılaşması ve çözüme hizmet etmesi için neler yapılmalı?
Şüphesiz Kürtler için birlik sorunu olmazsa olmaz bir sorundur. Ancak bu birliğin esasları, amacı ve yöntemi üzerinde anlaşmaya varılmazsa birliğin gerçekleşmesi ve kalıcılığı mümkün değildir. 15-16 Haziran tarihlerinde Diyarbakır’da gerçekleşen Kuzey Kürdistan Birlik ve Çözüm Konferansı’na KADEP olarak biz de katıldık. Fakat Konferansın amacı, bileşenleri, düzenleme yöntemi ve sonuç bildirgesinin içeriği de dahil olmak üzere birçok eleştirimiz vardır. Birincisi; Öcalan tarafından önerilen ‘Milli Dayanışma ve Barış Konferansları serisinden biri olan Amed Konferansı, Kürt millet sorunu ve çözümünün farklı boyutlarıyla tartışılarak bağımsız bir şekilde ortak kararların alınacağı ortak bir zemin oluşturmaktan öte, önceden çerçevesi oluşturulmuş ve belirlenmiş kararların katılımcı çoğunluğuyla konferansın sonuç bildirgesine dönüştürülmesi doğru bir yaklaşım değildir. İkincisi; katılımcıların dörtte üçünden fazlasının BDP/DTK ve ona yakın çevrelerden oluşması, diğer Kürt siyasal ve toplumsal kesimlerinin yeterince katılımının sağlanamaması diğer bir önemli eksiklikti. Üçüncüsü; Konferansta farklı statü söylemleri dile getirilse de Kürt millet meselesinin çözümüyle ilgili net bir statü talebinin ortaya çıkmaması diğer önemli eksikliklerden biridir. Dördüncüsü; bu tür konferanslarda katılımcı sayısı ve oy çokluğuna dayanarak belli örgütsel yaklaşım ve politikaları katılımcılarının kararına dönüştürme çabası ve isteği yanlıştır. Birlik çalışmalarının sürekliliği ve kalıcı bir niteliğe dönüşmesi, bu çalışmaların demokratik niteliğine ve ortak ulusal talepler üzerinde oluşacak konsensüs ile mümkün olur.
Bugün Suriye üzerinde somutlanmış bulunan bir Bölgesel kamplaşma var. Bu Kamplaşma Kürtler için ne anlam taşıyor? Rojava’daki durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Genel olarak bölgede ve özel olarak da Suriye’deki gelişmeleri, 1920’lerin ilk çeyreğinde kurulmuş olan mevcut statükoyu korumak isteyen taraflar ile bu statükoyu değiştirip yeniden yapılandırmayı isteyen süper güçler ve onların bölgedeki taraftarları arasındaki çelişki-çatışma olarak görmekteyiz. Bu çerçevede uluslararası güç olarak Rusya ve Çin, bunun uzantısı olarak bölgede İran, Suriye, Maliki Yönetimi, Hizbullah ve bu eksende yer alan diğer birçok farklı ideolojilere sahip örgütler. PKK, başta ANF olmak üzere kendi yayınlarında Kürt-Şii İttifakını savunmaktaydı. Biz KADEP olarak Kürtlerin çıkarının, mevcut statükonun değişmesinde olduğuna inanıyoruz. Geçici grupsal ve örgütsel çıkarları bir tarafa bırakırsak, statükonun devamı, Kürtlerin mevcut durumunda hiçbir değişme sağlamaz.
Rojava’da Kürtlerin çıkarı, Kürtlerin birliğinden ve ortak siyasi taleplerinden geçmektedir. Bu çerçevede Hewler Antlaşması ve bunun akabinde oluşan Kürt Siyasi Komitesinin işlevini yerine getirmesi durumunda, Kürt birliğine önemli katkı sağlayacaktır. Ancak pratik gelişmelere ve Kürtler arasında yaşanan olumsuz olaylara baktığımızda, Yüksek Kürt Siyasi Komitesinin kuruluş amacına uygun işlevsellik gösteremediğini görmekteyiz. Bunun yanı sıra PYD’nin tek taraflı girişimleri, diğer Kürt örgüt ve partilerine yönelik baskı ve sindirme girişimleri ve özellikle en son olarak Amude’de halka yönelik yapılan katliam, yaralama ve tutuklamalar kesinlikle kabul edilemez ve tasvip etmediğimiz şeylerdir. Bugün de, iki yıl önce Diyarbakır’da denenmiş olan ve pratik hiçbir anlam ve kazanım ifade etmeyen tek taraflı ‘demokratik özerklik’ ilanı Suriye’deki Kürtlerin siyasal taleplerini bulanıklaştırmak ve bir iç çatışmanın zeminini oluşturmaktan başka hiçbir sonuç vermeyecektir. Umarız ki PYD, bu tür tek taraflı girişimlerden vazgeçer ve olumsuz olayların gelişmesine neden olacak olayların önünü almış olsun.
KADEP’in Kürt sorununun çözümüne dair talepleri ve politikasını özetlemek gerekirse neler söylersiniz?
KADEP 2006 yılında kuruldu. Bizim için Kürt sorunu temel bir sorun olup partimizin varlık nedenidir. Bugün Kürtler, dünyada devletsiz en büyük ulustur ve hiçbir siyasi statüye sahip değildir. Bütün dünya halkları gibi, Kürt halkı da yaşadığı coğrafya özerinde kendi kendini yönetme hakkına sahiptir. Bu çerçevede partimizin çözüm formülü programda da belirttiği gibi; özgürlükçü, çoğulcu, katılımcı, laik, demokratik ve federal bir sistemdir. Bunun en açık örneği, Güney Kürdistan ve Iraklı Arapların oluşturduğu yapıdır. Yöntem olarak da, bu hakkı elde etme ve kullanma sürecinde, partimiz her türlü şiddeti reddediyor.
AKP KÜRT MESELESİNİ DENETİME ALMAK İSTİYOR
Öcalan’la devlet arasında Kürt sorununun çözümü konusunda bir görüşme süreci var. AKP, 2011’de içeride ve dışarıda (Suriye üzerinden) savaşa ve müdahaleye dayalı bir politika izlerken sizce neden tekrar görüşme sürecini başlattı? KADEP’in bu sürece dair görüşleri neler?
Kanımca önce bu görüşmelerin niteliği ve usulüyle ilgili bazı belirlemelerde bulunmak gerekir; her şeyden önce tarafların açıklamalarına ve bazı ipuçlarına baktığımızda, taraflar arasında yapılan görüşmelerin asıl konusu PKK’nin silahlı güçlerini Türkiye’nin sınırları dışına çekmesidir. Biz, PKK’nin silahsızlandırılmasıyla Kürt sorununun çözümünü aynı boyutta değerlendirmiyoruz. PKK’nin silahsızlandırılması örgütle yapılacak görüşmelerle çözülebilir ancak Kürt sorununun çözümünün muhatabı yalnız Öcalan ve PKK değil, Kürt milletini oluşturan farklı sosyal ve siyasal kesimlerin tümüdür.
Türkiye devleti ve AKP Hükümeti kendini bölgesel bir güç olarak görmekte; Ortadoğu bölgesindeki siyasal ve sosyal gelişmeleri, bölgedeki statükonun değişim durumu ve yeniden düzenlenmesi, daha önce Irak pratiğinden ve oradaki gelişmelerden çıkarılan sonuçlara dayanarak gelişmelerin dışında kalmayı değil müdahaleci ve yönlendirici bir konumda bulunarak bölgede nüfusunu ve etkinliğini artırmak istemektedir. Bu hedefine ulaşmak için de hem kendi içinde hem de bölgede ve dünyada sürekli karşısına çıkan, kimi zaman da kendisine engel ve tehlike arz eden Kürt meselesini denetim altına almak istemektedir. AKP hükümetiyle PKK arasındaki görüşmeleri, kesintiye uğrayan Oslo sürecinin bir devamı olarak bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Düşüncelerimizi kamuoyuna açıklama fırsatını bize verdiğiniz için teşekkür ediyor ve çalışmalarınızda başarılar diliyoruz.
‘GEZİ GİBİ OLAYLARA MESAFELİ DURACAĞIZ’
Türkiye’de mayıs sonundan bu yana Gezi direnişi en önemli gündem durumunda. Bu süreçte Kürtlerin bu direnişe barış sürecini baltalayacağı, Ergenekoncuların-Ulusalcıların bir tertibi olduğu gibi kaygılarla mesafeli yaklaştığı görülüyor. Ancak Lice olayından sonra ilk defa Batı’da Kürt mücadelesine bu düzeyde bir sahiplenme de ortaya çıktı. Gezi olaylarını nasıl görüyorsunuz?
Gezi Parkı’nın başlangıç eylemleri, çevre duyarlılığına dayalı demokratik bir tepkiydi ve bu çerçevede demokratik hakkın kullanılarak tepki gösterilmesini destekliyoruz. Fakat daha sonraki katılımlar ve gelişmelerle Gezi Parkı eylemi, demokratik tepki hakkını kullanmak zemininden çıkıp AKP Hükümetini düşürmeye yönelik bir sürekli eylemler zincirine dönüştü. Bu eylemlerin arka planında bulunan bazı örgütsel gruplar ve statükocu kesimler bugüne kadar Kürt milletinin haklı davasına değil saygı göstermeyi, akla gelmeyecek provokasyonlarla çürütmek ve yok etmek istemişler. Bu nedenle bizim temsil ettiğimiz Kürt kesimi böyle olaylara ve bu kesimlere karşı mesafeli duracaktır. Bunu derken elbette Hükümet çevrelerinin kışkırtıcı, küçümseyici ve rencide edici söylemlerini de doğru bulmuyoruz. Bu tür söylemler tepkilerin gelişip yaygınlaşmasına tuz-biber olmuştur. Bize göre Lice olayının kendisi de iyi araştırılmalı ve doğru okunmalıdır. Batıda Lice olayına karşı gösterilen tepkileri, cepheyi geliştirmek adına, bahsettiğimiz kesimlerin taktiksel bir yaklaşımı olarak değerlendiriyoruz.
YARIN: Emek Partisi (EMEP) Bölge Örgütü Yöneticisi
İlhan İlbay