Müzakere süreci, mücadele sürecidir
Dosyamızın 5. gününde kendini ulusal inkara karşı Kürdistani, kapitalist sömürüye karşı enternasyonal bir örgüt olarak tanımlayan EMEP Bölge Örgütünün sürece ilişkin görüşlerine yer veriyoruz. Müzakere sürecini bir mücadele süreci olarak ele aldıklarını ifade eden EMEP Bölge &Oum
Yusuf Karataş / Cumhur Daş
Dosyamızın 5. gününde kendini ulusal inkara karşı Kürdistani, kapitalist sömürüye karşı enternasyonal bir örgüt olarak tanımlayan EMEP Bölge Örgütünün sürece ilişkin görüşlerine yer veriyoruz.
EMEP Bölge örgütü hangi ihtiyaçtan ortaya çıktı? Politik platformunuzu nasıl tarif ediyorsunuz?
Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Türkiye’de bir demokratikleşme ve bundan bağımsız düşünemeyeceğimiz ulusal bir sorun var. Kürt ulusunun varlığı ve hakları, cumhuriyet tarihi boyunca yok sayılmış, Kürt halkının ulusal hak istemli bütün kalkışmaları katliamlarla, baskı ve yasaklarla bastırılmaya çalışılmıştır. İşçi sınıfının devrimci partisi, sadece sömürüsüz bir dünya mücadelesinin değil; demokrasi mücadelesinin de en ileri ve kararlı savunucusudur. Bunun için ulusal baskıya, şovenizme karşı ulusların kendi kaderini tayin hakkını kayıtsız koşulsuz olarak savunur. EMEP Bölge Örgütü, işçi sınıfı partisinin Kürdistan coğrafyasındaki kolu olarak, hem Kürt halkının kendi geleceğini belirleme hakkı savunusunun somut bir ifadesidir, hem de her milliyetten işçi ve emekçilerin baskı ve sömürüye karşı ortak mücadelesinin geliştirilmesi ihtiyacının gereği olan bir örgütlenmedir. Başka bir deyişle; Kürtlerin ulusal varlığı ve coğrafyasının inkarına karşı Kürdistani; emperyalist-kapitalist sömürü düzenine karşı enternasyonal bir örgüttür.
Kürtler arasında ‘birlik’ çok tartışılıyor. Siz haziran ayında yapılan ‘Kuzey Kürdistan Birlik ve Çözüm Konferansı’na katıldınız. Konferansı nasıl değerlendiriyorsunuz? Kalıcı birlik için hangi adımları atılmalı?
Konferansa katılımın genişliğini ve tartışmaları önemsiyoruz. Kürdistani yapıların ortaklaşa tartışması ve temel meselelerde birlikte tutum almaları çözüm olanaklarını artıracaktır. Sonuç olarak konferans bir birlik zemini yaratmıştır. Birliğin kalıcılaşması ve sağlam bir temelde ilerlemesi için önemli bir süreç işletilmeli. Birliğin önünde engel yaratan üslup ve yaklaşımlardan kaçınmak ve birliği kolaylaştıracak bir demokratik işleyiş başarılmalıdır. Şu görülmüştür ki biçimsel olarak farklı ifadeler olmakla birlikte Kürt sorununun çözümü açısından statü talebi ortak görüştür. Bu birliğin devamı açısından da temeli oluşturmaktadır. Ortaklaşılamayan görüşler de vardır kuşkusuz ve bu gayet doğaldır. Ancak farklılıkları birbirine dayatmadan sağlıklı bir diyalog kurulabilirse birlik zemini mevcuttur.
Öcalan’la devlet arasında bir görüşme süreci var. AKP, geçtiğimiz iki yılda bir savaş ve müdahale politikası benimsemişken neden görüşme noktasına geldi? Siz bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu süreci başlatan temel nedenler iki yanıyla ele alınmalı. Birincisi devletin cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana halkımızın talepleri ve mücadelesi karşısında kullanılan askeri yöntemlerin, şiddet ve katliamların sorunu ortadan kaldıramadığı ve ulusal taleplerin önüne geçemediği gerçeğinin görülmüş olmasıdır. Özellikle görüşmeler başlamadan önceki yakın dönem bu saldırı politikalarının en yoğun olarak uygulandığı dönemlerden biri olarak tarihe geçmiştir. İkinci olarak, AKP Suriye’ye müdahale peşinde koşarken Kürtlerin de hem Rojava’da, hem de kuzeyde baskı altına alınıp ezileceği hesabını yapmıştı. Ancak bu hesap tutmadı. Ortadoğu dengelerindeki değişim ve önce Güney’de ardından da Rojava’da Kürtlerin statü sahibi olmasının yolunu açtı. Kürtlerin siyasal egemenliklerini engelleme üzerine kurulmuş dış politika iflas etti ve bu doğrultuda atılan her adım karşısında kazanan Kürtler oldu. Tüm bu dengelerin sonucu olarak devlet görüşmeler yoluna gitmek zorunda kalmıştır.
Bu sürecin bir sonucu olarak ortaya çıkan görüşmeleri önemsiyoruz. Ancak biliyoruz ki AKP ve onun temsilcisi olduğu burjuva devleti birden bire demokrasi istediği için bu sürece başlamamıştır. Ve en küçük kırıntılarla sorunu çözüyor gibi görünerek halkımızın haklarını vermeden yoluna devam etmek istemektedir. Bu bakımdan biz tüm bu görüşme ve müzakere sürecini bir mücadele dönemi olarak ele alıyoruz. Statü talebi üzerinden yürütülecek ve en geniş halk katılımıyla yürütülecek mücadele bu sorunun çözümünün tek garantisidir. Aksi durumda AKP’den beklentiler oluşturup AKP’ye güvenerek süreç ilerletilmeye çalışılırsa hem sorunun çözümü mümkün olmayacak, hem de sorun yeni ve daha çetin şartlarda toplumun karşısına çıkacaktır. Biz halkın bu sürecin garantörü olduğunu ve onun eylemleri ve mücadelesiyle ancak müzakerelerin sağlıklı bir şekilde ilerletilebileceğini düşünüyoruz.
‘EŞİT HAKLARA DAYALI ÇÖZÜM’
Kürt sorunu, ulusal sorundur ve işçi sınıfının devrimci partisi bu meseleye ulusların kendi kaderini tayin hakkı çerçevesinden bakar. Bu bakımdan sorunun çözümü, Kürt ulusunun kendi geleceğini belirleme hakkını kullanmasından geçer. Nasıl bir statüyle yaşamak istediğine/isteyeceğine halkımız karar vermelidir. Birlik ve Çözüm Konferansı’nda siyasi parti ve örgütler farklı çözüm statülerini dile getirdiler. Bizler de günümüz koşullarında bölgesel özerklik statüsünü, halkımızın eşit haklar temelinde birlikte yaşamasını sağlayabilecek bir çözüm çerçevesi olarak savunuyoruz. Eşit haklara dayalı çözüm, işçi sınıfı partisi ve bölge örgütümüz bakımından sadece demokrasinin en ileri biçiminin savunucusu olmanın bir gereği değil; işçi sınıfının baskı ve sömürünün olmadığı özgürlükler dünyası için mücadelesinin de olmazsa olmazıdır.
‘KÜRTLER EN ÖNEMLİ BÖLGESEL GÜÇLERDEN’
Bugün Suriye üzerinde somutlanmış bulunan bölgesel kamplaşmayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu kamplaşma Kürtler için ne anlam taşıyor?
Bölgemiz yüz yılı aşkın bir süredir emperyalist kapışmanın, paylaşım mücadelesinin alanı durumundadır. Bugün Suriye üzerinden sürdürülen kamplaşma ve çatışmalar da Arap coğrafyasında başlayan halk hareketlerinin emperyalist müdahale ve kapışmanın bir dayanağı haline getirilmesinin arayışının bir sonucu. Emperyalist güçler ve Bölge gericilikleri için mesele, kesinlikle bir demokrasi meselesi değildir. Halkımız yüz yıl önce yine bir emperyalist paylaşım savaşının sonucunda coğrafyası parçalanarak statüsüz yaşama mahkum edilmişti. Bugün de zihniyet değişmemiştir ve Kürtler bu gerici kamplaşmalara yedeklenmek istenmektedir. Bugün Suriye’de Esad rejimine karşı savaşanların, bir yandan Kürtleri birlikte savaşmaya çağırırken öte yandan Kürtlerin Rojava’da kendilerini yönetmek istemelerine karşı düşmanca bir tutum takınmaları, aslında bunların iç yüzünü bütün açıklığıyla göstermektedir. Ancak gelinen yerde bölgesel dengeler Kürtleri, gerici kamplaşmada dengeleri değiştirebilecek önemli bir bölgesel güç haline getirmiştir. Ve Kürtler, kendilerini bu gerici kamplaşmaya yedeklemek isteyenlere karşı bağımsız bir duruş gösterdikleri oranda kaderlerini değiştirebilmiş; kendi öz güçlerine dayanarak kendi topraklarında kendilerini yönetmek yönünde adımlar atabilmişlerdir. Halkların barış ve demokrasi temelinde yan yana yaşayabilecekleri bir geleceği kurmanın yolu tam da Rojava’da halkımızın ortaya koyduğu gibi gerici kamplaşmaya karşı bağımsız, demokratik bir duruş geliştirilmesinden geçiyor.
‘DTK KÜRDİSTANİ YAPILARIN TÜMÜNÜ KAPSAMALIDIR’
Bir de Kürtlerin bir çatıda birleşmesi sorunu var. EMEP Bölge örgütü DTK’da yer alıyor ama bazı Kürt örgütleri DTK’nın Kürtlerin çatı örgütü olma iddiasına uygun bir oluşum olmadığını söylüyor. Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz? Diğer Kürdi partilere ‘siz neden DTK’da değilsiniz’ diye sorduk. Size de ‘siz neden DTK içindesiniz’ diye soralım.
DTK’yı bir çatı örgütlenmesi olarak önemsiyoruz. DTK en geniş çevreleri bir araya getirme çabasıyla şekillendi. Ancak süreç içerisinde DTK’nın yakalaşımındaki eksiklikler ve bazı çevrelerin önyargılı yaklaşımları nedeniyle yeterince kapsayıcı bir pozisyon edinemedi. Bu adım çeşitli eksikliklerine rağmen bu doğrultuda yaşanacak gelişmelerin kolaylaşmasını sağlamıştır. Kuşkusuz DTK’nın kapsayıcılık bakımından sınırlılıkları vardır. Bunun genişletilmesi ve Kürdistani yapıların tamamını kapsayacak bir genişliğe ulaşması gerekmektedir. Aslında DTK da geniş çevreleri birleştirme ve genişleme konusunda iradesini ortaya koymuştur. Kuzey Konferansı bu genişlemeyi de tetiklemiştir ve şimdi tüm güçlerin görevi bu ortak meclisi genişletmek ve kapsayıcı hale gelmesini sağlamaktır. Konferansın ortaya çıkaracağı meclis de bu rolü oynayabilir. Biçim bakımından nasıl ilerleneceği konusunda esnek davranarak ilerlenmelidir.
‘GEZİ DİRENİŞİ ORTAK BİR MÜCADELE BİRİKİMİ YARATTI’
Türkiye’de Mayıs sonundan bu yana Gezi Parkı direnişi en önemli günden durumunda. Bu süreçte özellikle Kürtlerin bu direnişe mesafeli yaklaştığı yönünde değerlendirmeler yapılıyor. Öte yandan Lice olayından sonra ilk defa Batı’da Kürt mücadelesine bu düzeyde bir sahiplenme de ortaya çıktı. Bu meseleye ilişkin görüşleriniz nedir?
Bölge örgütümüz Gezi’de hareketin ilk ortaya çıktığı andan itibaren bu mücadelenin Kürt özgürlük talepleri ve mücadelesiyle birleşmesi için çalışmıştır. Örgütlü olduğu her yerde eylemler örgütlemiştir. Ortaya çıkan hareket ulusalcılıkla karakterize değildir. Elbette kimi gerici güçler bu hareketi böyle bir mecraya kanalize etmeye çalışmıştır ama bunu başardıkları söylenemez. Bu eylemlerin belki ortaya çıkış koşulları ve talepleri bakımından Kürt sorununun çözümü öncelikli bir yerde durmuyordu. Bu doğru ama Lice olayı, Kürde yapılan zulme karşı düne kadar pek görülmeyen genişlikte ve düzeyde bir sahiplenmeyi ortaya çıkardı. Bu sahiplenmenin Gezi Parkı direnişi sürecinin yarattığı birikimin bir sonucu olduğu açıktır. Bu bakımdan biz meseleye halkların demokrasi mücadelesi cephesinden bakıyoruz ve halkların bu mücadelede birleşebildikleri oranda gericiliği geriletebilecekleri tarihin defalarca bize gösterdiği bir gerçektir.
YARIN: Demokratik Toplum Kongresi (DTK)
Daimi Meclis Üyesi Seydi Fırat