03 Eylül 2013 23:19

Diller ve renkler Allah’ın ayetlerindendir

Dindar bir parti olduğunu söyleyen AKP’nin ana dilini pazarlık konusu yapmasını eleştiren İhsan Eliaçık, “Rum Suresi 22. ayetinde ‘Sizin dilleriniz ve renkleriniz Allah’ın ayetlerindendir’ der. O halde Kürtçe de Allah’ın ayetidir. Türkçe eğitim oluyor da Kürtçe niye olmuyor” dedi.

Diller ve renkler Allah’ın ayetlerindendir
Paylaş

Erdal İmrek

Kürt sorununun çözümüne dair başlayan çözüm sürecinde gelinen aşamayı, beklentileri ve hükümetin tutumunu tartıştığımız dosyamızı İlahiyatçı ve Yazar İhsan Eliaçık’la sürdürüyoruz. Çözüm sürecinin geldiği aşamayı, gerçekten bir çözüm sürecinde olup olmadığımızı konuştuğumuz Eliaçık, sürecin mevcut haliyle bir çözüm sunmadığı görüşünde. Başbakan’ın otoriter kişiliğinin tıpkı Gezi olaylarında olduğu gibi çözüm sürecinde de önemli bir sorun yarattığını söyleyen Eliaçık, bölünme korkusunun yersiz olduğunu, Kürtlerin temel taleplerinin ise bir an önce karşılanması gerektiğini dile getirdi. Eliaçık bir çok kere İslami referanslara atıfla siyaset yapan AKP’nin Kürt sorununa yaklaşımının İslami olmadığını belirterek, bir halkın ana dilinde eğitim hakkının pazarlık konusu edilemeyeceğini söyledi. Rum Suresi’nin 22. ayetini hatırlatan Eliaçık, “Renkler ve diller Allah’ın ayetlerindendir” dedi.

İmralı’da görüşmeler yapılıyor, Kandil’e heyetler gidip geliyor. Paket hazırlıkları yapılıyor, süreç görüşme trafiği, karşılıklı açıklamalarla ilerliyor. Ya da sizce ilerliyor mu?
Marttaki yerel seçimlere kadar hükümetin çözüm sürecinin üzerine yatacağı, bir adım atmayacağı görülüyor. Ama artık hükümetin bir adım atması gerek. Demokrasi paketi falan diyorlar ama oradaki şeyleri de karşı tarafı işin içine katarak, onlarla beraber ortaklaşa kararlar alarak değil ‘Biz yaptık oldu, daha ne istiyorsunuz’ şeklinde yapıyor. Oysa karşı tarafın talepleri var. O taleplerin dikkate alınması ve ona göre hareket edilmesi gerekiyor. Ana dilinde eğitim, seçim barajının kaldırılması, KCK tutuklularının serbest bırakılması konularına Erdoğan sıcak bakmıyor. ‘Yapıyoruz, ediyoruz’ diyor, tamam ama ortada bir şey yok.

Ne olacak peki? Bu tutumla devam edebilir mi süreç?
Etmez, böyle çözüm olmaz. Bundan vazgeçmesi lazım. Bu egemenlik paradigmasını değiştirmesi gerek. Yani sen Kürt’e egemen olmayacaksın. Öyle bir şey yok, o artık geçti. Kürt’le ortak bir şey yapacaksın. Kürt’ü kararlara ortak edeceksin, Ankara’ya ortak edeceksin, ülkeye ortak edeceksin. Neymiş; ‘Ben senden daha fazla oy aldım.’ E onlar da oy aldı. Bir sürü yerde fazla aldıkları oylar da var. ‘Beraber çözelim, gelin konuşalım’ diye hareket etse, otoriter zihniyetinden, üslubundan vazgeçse aslında bir şeyler olacak. İşler burada düğümleniyor. Dinlemiyor karşı tarafı. ‘Ben hakimim, iktidarım, muktedirim. Yüzde 50 arkamda. O zaman ben ne dersem o olur’ zihniyetiyle hareket etmesinden kaynaklanıyor sorunlar.

Başbakan’ın tarzına dair şöyle bir yaklaşım da var; Zor meselelerin çözümü kolay değildir. Böyle davrandığına bakmayın. Diğer tarafı, Türk tarafını da ikna etmeye çalışıyor...
Diğer tarafı da ikna etmeye çalışıyor deniyor da o diğer tarafı da hiç gözünün yaşına bakmadan cezalandırabiliyor. Hiç dinlemiyor. Mesela Gezi’dekiler ‘diğer taraf’tı. Bir sürü insan bir şey söyledi ama hiç dinlemiyor. Bakın Abdullah Öcalan’ın çözüm planı bence ulusalcıların da ikna olabileceği makul bir çözüm. ‘Birlikte yaşayacağız, bir arada olacağız. Ayrı bir devlet olmayacak’ diyor. Daha ne istiyorsunuz? Ulusalcıların, Türklerin, diğer tarafın en büyük endişesi ne; ‘Dicle’den öbür tarafı bölünecek, orası Kürdistan olacak.’ Adam diyor ki; Bölünme olmayacak kardeşim. Arada sınır olmayacak, sınırın bir önemi olmayacak. Ama Kürdistan diye bir yer var ve orada Kürtler var. Kürtler orada bir halk olarak yaşıyor. Ne olacak bunlar; bunların ana dili olacak, eğitimi olacak, folkloru olacak. Kendi yöresine kendi ismini verecek. Kendi yöneticisini seçecek. Fakat bunları hep bir arada yapacağız, aynı ülke içinde olacağız. Öcalan’ın dediği bu. Bundan daha makul bir çözüm ne olabilir? Daha ne desin adam? Çok güzel düşünmüş, taşınmış cezaevinde. Bu çözüm önerisine diğerleri dediklerimiz de ikna edilir istense.

Geniş bir kesimin böyle bir endişesi olduğu da kesin ama. Üstelik Başbakan da bazı talepleri ‘bölünürüz’ diye yanıtlıyor. Nasıl giderilecek bu endişeler, siz nasıl bakıyorsunuz bu ‘bölünme’ meselesine?
Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin izlediği bir etnik politika var. Anadolu’yu Türkleştirme politikası var. ‘Herkes Türk’tür Türk olacak’ politikası. Bu politikanın yanlış olduğu ortaya çıktı. Bundan dönülmesi gerekiyor. Türk’ün endişesini gidererek ve Kürt’ün onurunu iade ederek bu meselenin çözülebileceğini düşünüyorum. Orası Kürdistan olsun ama bölünmesin. Devletin anayasa metinleri etnik çağrışımlarla örülmüş. Türk devleti, Türk yurdu, Türk milleti, Türk devleti, Türkiye Cumhuriyeti diyor. Ama bölgelere de mesela Güneydoğu Anadolu Bölgesi diyor. Akdeniz, İç Anadolu Bölgesi diyor. Aslında bunun tam tersi olması lazım. Ortak siyasal organizasyonun, yani devletin etnik çağrışımlardan ve vurgulardan arınması gerekir. Halkın yaşadığı coğrafi bölgelerin derenin, dağın, tepenin, köyün, anasından, babasından, atasından gördüğü isimle, kendi etnik kökeniyle anılması gerek. İnsan varlık alemiyle ilk ilişkiyi köyündeki dereyle, tepeyle, dağla kurar. Sen oralara Güneydoğu Anadolu diyorsun. Olmaz kardeşim. Orası Kürdistan. Niye oraya Kürdistan demiyorsun? Oraya Güneydoğu diyorsun, devlete Türk devleti diyorsun. Tersi olmalı; Oraya Kürdistan diyeceksin, devlete mesela Anadolu Demokratik Halk Cumhuriyeti diyeceksin. Asıl ulusçuluk, ulus devletçilik ülkeyi böler. Ana dilinde eğitim olmadığı zaman ülke bölünür. ‘Kürt yok, Kürt aslında Türk’tür’ dersen Kürt senden uzaklaşır. Kendine bir yurt arar. Ama sen ona ‘Senin yurdun burası. Ana dilinde eğitim yap, Kürt’üm de, Kürtçe konuş, memleketine Kürtçe isimler ver, coğrafyana Kürdistan de’ dersen o ‘Bizim yurdumuz burası’ der. Öyle sadece ‘Biz kardeşiz’ demekle de olmaz. Önce eşit olacaksın ki sonra kardeş olasın. ‘Kardeşim’ diyorsun gece gündüz dövüyorsun. Böyle olmaz.

AKP İslami referansları olan bir parti. Başbakan da dindar olduklarını sıkça dile getiriyor zaten. Ana dilini pazarlık konusu yapmanın İslam da yeri var mı?
Hükümet Kürt meselesinde İslami düşünmüyor ki. Rum Suresi’nin 22. ayetinde ‘Sizin renkleriniz ve dilleriniz Allah’ın ayetlerindendir’ diyor. O zaman Kürtçe de Allah’ın ayetlerindendir. Sen nasıl ana dilinde eğitime yok dersin. Seninki niye var o zaman? Bunlar bölünmeye sebep olacak şeyler değil. Bunlar klasik devlet korkuları. İslami referans açısından baktığımız zaman bütün halklar kardeştir ama kardeş olmanın ötesinde eşittir. Kur’an-ı Kerim’den yer yüzündeki insanların birbirine kardeş yaratıldığı, tüm kavimlerin eşit olduğu, hiçbir halkın bir diğerine üstün olmadığı, Türkler hangi hakka sahipse Kürtlerin de o hakka sahip olması gerektiği sonucu çıkar. İslami politika budur. Bunlar İslam’a göre değil, Türk ulus devleti paradigmasına göre düşünüyorlar.


 

BAŞBAKAN Kürtlerle Filistinliler arasında benzerlik kurulmasına kızdı. Siz bu iki halk arasında bir bezerlik görüyor musunuz?
Tabii görüyorum. Filistin neyse, Bulgaristan’daki Türkler neyse Türkiye’deki Kürtler de odur. Bunlar tarihin meydanına çıkamamış, hakları, kimlikleri, onurları baskı altına alınmış, kendini ifade etmelerine izin verilmemiş, baskı altında yaşayan halklardır. Yani sen ‘benzerlik yok’ diyorsun ama Kürdistan diye bir coğrafya var. Dünyanın en kadim halkı, binlerce yıldır orada yaşıyor. İslami kaynaklarda da bu bölge Kürdistan diye anılıyor. Evliya Çelebi seyahatnamesinde Kürdistan’ı gezdiğini söylüyor. 1920’ye kadar yeryüzünde, haritada Türkiye diye bir yer yoktu. Ama Selçuklular zamanında Kürdistan diye bir coğrafya vardı. Yani Kürdistan, Türkiye’den önce vardı. Sen geliyorsun buraya ‘Türkiye’ diyorsun. Kürdistan diye bir şey yok’ diyorsun. Herkese ‘Siz Türk’sünüz’ diyorsun. E ne oluyor; Kürtler işgale uğruyor. Geliyorsun onların kültürünü, dilini, kendini ifade etme hakkını, coğrafyasını denetim ve baskı altında tutuyorsun. Şark Islahat Planı’nı çıkarıyor, Kürdistan ismini, Kürtçe’yi yasaklıyorsun. Darbe dönemlerinde daha fazla olmak üzere 27 bin tane yöre ismi değiştiriliyor. Ermenice ve Rumca isimler de var ama yüzde 95’i Kürtçe. Bu nedenle ben Filistinlilerle Kürtler arasında bir benzerlik kuruyorum.


BAŞBAKAN SADECE TÜRK’Ü KENDİNDEN BİLİYOR

ROJAVA’da Kürtlerin kendi öz yönetimlerini oluşturma girişimleri hükümeti çok rahatsız etti. Rojava’ya saldıran el Nusra desteklendi. Bu tutumu neye bağlıyorsunuz?
Kürtler söz konusu olunca Başbakan’ın kafası karışıyor. Orada Kuzey Irak’taki gibi bir Kürt bölgesi oluşmasından korkuyor. ‘Orada da öyle bir yönetim oluşur mu? Bu ikisi birleşir mi? Bunlar Türkiye’yi etkiler mi’ diye klasik endişeleri var. Hafif bir Kürt kıpırdanmasından hemen rahatsız oluyor; ‘Kürdistan kuruluyor’ diye. Halbuki; Türkiye Cumhuriyeti devletinin Kürtleri kendinden bilmesi gerekiyor. Benim kafamdaki ülke; Kürdistan’ın da içinde yer aldığı tek bir ülkedir. Türkiye, Kürdistan’ın tamamında yaşayan insanların, haklarını, kimliklerini, onurlarını koruyan bir devlet olmalı. Ama bu sadece Türk’ü kendinden biliyor. Bırak Rojava’yı Türkiye içindeki Kürt’ü bile kendinden bilmiyor. Dava bu. Anadolu’daki Türk’ü nasıl biliyorsa, tüm Kürdistan coğrafyasındaki Kürtleri de öyle bilmeli. Ankara’da klasik devlet kafası var. Türk gibi düşünüyor. ‘Beni Türk ilgilendirir, başkası ilgilendirmez’ kafası olduğu için de Rojava’ya destek vermiyor. Bu meselede de paradigma değişikliği gerekiyor. Erdoğan’da bu hafiften klasik Ankara kafasıyla, Türk-ulus devleti kafasıyla düşünmede biraz farklılaşma eğilimi oluyor bazen ama endişeye kapıldığı an tekrar oraya dönüyor. Rojava için de öyle oldu.


BAŞBAKAN KİMSENİN KONUŞMASINI İSTEMİYOR

Başbakan sorunu çözmek istemiyor mu sizce?
Burada sorun Başbakan’ın otoriter, totaliter ve ataerkil kişiliğinden kaynaklanıyor. Gezi’de de aynısını yaptı. Aslında Başbakan’ın niyeti var fakat bunu otoriter üslubuyla yapmaya çalışıyor. Yani ‘Siz susun, kimse bir şey konuşmasın, ben ne gerekiyorsa zamanı gelince vereceğim’ diyor. Tek yanlı olarak bahşediyor yani. ‘Ben çözümü böyle düşündüm’ diyor. Bir egemenlik zihniyetiyle hareket ediyor. Ortaklık zihniyetiyle değil. ‘Beraber çözelim’ demiyor. ‘Ne istiyorsunuz, ne yapmamız gerekiyor’ demiyor. Karşı tarafın taleplerini sürece katma ve onları karar haline getirmek yerine karşı taraf ne söylerse söylesin; ‘Benim düşündüğüm bir proje var. Ne kadar verilmesi gerekiyorsa ben vereceğim. Siz de buna razı olacaksınız’ diyor.

Ne olursa gerçek anlamda bir çözüm sürecine girildiğini düşünürsünüz?
Kürtlerin talepleri var. Bunların karşılanması lazım. Öncelikli olarak, KCK tutuklularının serbest bırakılması gerek. Seçim barajının yüzde 3 gibi bir seviyeye çekilmesi gerekiyor. Ana dilinde eğitim konusunda bir reform yapılması, adım atılması gerekiyor. Eğer bunlar olursa bu bir çözüm süreci olacaktır. Bunlar olmadığı takdirde bu bir oyalama taktiği gibi oluyor.


EYLÜL EKİM’DE İPLER KOPABİLİR

Başbakan’ın Kürtlerin başta ana dili olmak üzere bazı talepleriyle ilgili açıklamalarında ulusalcı bir refleks göze çarpıyor. Örneğin ‘Ana dilinde eğitim böler’ diyor. Sizce hükümet milliyetçi oyları toplamak için süreci seçimlere kurban eder mi?
 Valla eylül, ekim de ip kopabilir. Böyle davranırsa hükümet serhildanlar başlayabilir. Ona Gezi’de katılır. Tüm Türkiye çapına yayılabilir. Gezi’den daha büyük bir şeye dönüşebilir. Gezi’deki harekete bir de Diyarbakır’da, Batman’da, Hakkari’de serhildanların katıldığını düşünün. O zaman ne olur; Türkiye seçime çok sıcak bir atmosferde gidebilir ve bu sıcak ortamda Başbakan gözünü milliyetçi, muhafazakar, sağ oylara dikip, ‘Onları alayım gerisi yeter’ diye düşünebilir ama o zaman iş iyice sarpa sarar.


BEDEL ÖDEMEYEN DAHA RADİKAL

Öcalan’ın önerdiği ve sizin makul dediğiniz çözüme bazı Kürt çevreleri de itiraz ediyor...
Bu çözüm acı çekmiş, bu işin derdini çekmiş bir adamın söyleyeceği bir çözümdür. Ben şöyle bir şey görüyorum; Acı çekmeyenler daha radikal oluyor nasıl oluyorsa. Diyarbakır’a, Batman’a gittim orada, birileriyle karşılaştım. Adam zengin olmuş, katlar yatlar almış. Hiç bir acı çekmemiş. ‘Kürdistan olmazsa olmaz’ diyor. ‘Ayrı devletimiz olacak, ayrı bayrağımız olacak’ diyor. Ama dağdan gelen adam ‘Birlikte yapacağız’ diyor. Dolayısıyla Öcalan’ın söylediği çözümün üzerinden devam edilmesi gerekiyor. En makul çözüm bana göre Öcalan’ın söylediği.


ÖTEKİLER BİRLİK OLMALI

Ramazan ayında kurduğunuz ‘yeryüzü sofraları’ çok konuşuldu. Son iftar sofrasını da Roboskî’de kurdunuz. Vermek istediğiniz mesaj neydi?
Roboskî için Fatih Camii’nde. Nevruz’a da katıldık. Galatasaray Lisesi önünde Rojava için de gıyabi cenaze namazı kıldırdım ben. Ramazan ayı boyunca iki defa cemevine gittik. Cem erkanına katıldık, cemevlerinde iftar ettik. Ben Türkiye’de Kürtleri, Alevileri, sosyalistleri, yoksulları, mağdur edilmiş dindarları, Türkiye’deki değişimin dinamiği olarak görüyorum. Eğer bunlar birlik olursa sistemin tıkanmış yolları açılabilir. Daha demokratik, daha özgür bir ülke kurulabilir. Bu nedenle biz ötekiler olarak gördüğümüz için bu kesimleri onları destekliyoruz. Başta Kürtler, Aleviler, sosyalistler, yoksullar, işçiler ve aşağılanmış dindarlar bunlar baştan beri Türkiye’nin ötekileridir. Bunların el ele vermesi lazım. Ancak bunlar el ele verirse bir değişim olabilir. Bunların ortaklaşa katıldığı bir irade Türkiye’nin iradesi olabilir. Bu nedenle de ben gidemedim ama bizim genç arkadaşlarımız Roboskî’ye gittiler. (İstanbul/EVRENSEL)

YARIN: DİSK Genel Başkanı Kani Beko

evrensel.net
ÖNCEKİ HABER

E.A. davasında tutuklu uzman çavuş tahliye edildi

SONRAKİ HABER

Beyoğlu Belediyesi İşletmeleri kapatmaya devam ediyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa