12 Eylül’ün neresi komik?
12 Eylül’ün acı yanları bir çok kitaba, filme, belgesele konu oldu. Ama bu acılarla baş etmek için başvurulan önemli silahlardan biri de mizahtı. 12 Eylül mizahıyla ilgili güzel şeylerde yayınlanmıştı. Yücel Sarpdere’nin Abuzer’i, (Mustafa Kamil Zorti) Şükrü Yavuz’un “Netekim”i aklıma ilk gelenler. Biz de bunlara katkı yapalım diye gazetemiz muhabiri Erkan Araz ile birlikte 12 Eylülün komik yanlarını derlemek üzere yola düştük. Ankara, İstanbul, İzmir, Mersin, Antalya, Artvin, Ordu, Denizli, Eskişehir ve daha bir çok ilde yüzlerce röportaj yaptık. Bu röportajlar “Eylül’de bile gülmek” adlı, dört bölümlük uzun bir belgesele dönüştü ve Hayat Televizyonunda birkaç kez yayınlandı.
GAZETE MANŞETLERİ
“12 Eylülün komik yanlarını çekiyoruz” dediğimizde ilk söylenen şey, “12 Eylül’ün neresi komik?” oldu. Ama sonra hikayeler bir bir dökülmeye başladı. Cezaevi, kaçaklık, gözaltı öyküleriydi bunlar. Yakalananlar işkenceden geçirildikten sonra savcılığa götürülmeden önce, basının önüne çıkarılıyordu. Bir masanın ardına gözaltına alınanlar diziliyor ve masanın üzerine yakalandığı söylenen şeyler konuyordu.Hatta bir keresinde Hürriyet Gazetesi “tencereli teröristler yakalandı” diye başlık atmıştı. Altındaki fotoğrafta malum masanın ardına dizilmiş gençler, masanın üzerinde birkaç kitap ve bir sürü emaye tencere vardı. Sonradan öğrendik ki gözaltındakilerden biri pazarlamacılık yapıyormuş.
TÜRKÇE YENİ SÖZCÜKLER KAZANDI
Annem haber bültenlerini kaçırmazdı. Radyolarda “Falanca kod adlı şu, filanca kod adlı bu” falan diye uzun uzun isimler açıklanırdı. Annem bir gün radyo dinlerken birden, “Vah, vah, hepsi de Kodadlı sülaledenmiş.” demişti.
Bize anlatılan öykülerin birinde, Dersim’in köylerinden yaşlı bir dedenin hikayesi var. Dede askerlere yol tarif ediyor. Askerlerde “sağol” diyorlar. Dede “Bizim yaşlandık. Bizim sağ olmamızdan ne olacak. Siz sağ olun, Cunta sağ olsun” diyor. Yeni tanıştığı ve nasıl kullanılacağını bilmediği Cunta sözcüğü ona dayak olarak geri dönüyor. Darbe, annelerin, ninelerin, dedelerin bilgi dağarcığına yeni sözcükler ekledi.
CEZAEVLERİNDE MİZAHI BİR BAŞKA
Cezaevlerinin mizahı da kayda değerdi. Kayseri Cezaevinde komutan tutukluları sıraya dizip, “İçinizde elektrik mühendisi, elektrik teknisyeni olanlar varsa bir adım öne çıksın” diye emir veriyor. Dört beş kişi öne çıkıyor. Bu defa “Teknisyenler kalsın mühendisler bir adım öne çıksın” diye emrediyor. Öne çıkan mühendise “Koğuştaki televizyonu açıp kapatma görevi senin. Başka kimse ellemesin” diyor.
Maraş’ta tutuklulara yemek duası öğretmek istiyorlar. Komutan cümle cümle söyleyip tutuklulara tekrar ettiriyor. Dua bitince “çek besmele” diyor. Tutuklular hep bir ağızdan “Çek besmele” diye bağırıyorlar. İki üç denemenin ardından bas bas bağırıyor: “Besmele çekmeyi bilen bir vatan evladı yok mu burada?”
Cezaevleriyle ilgili anlatılanlar içerisinde bence en komik olanları tüneller ve firar öyküleriydi. Bir sabah kalkıyorsunuz ki, demir kapıların altına koyup kilit üstüne kilit vurduklarınız uçup gitmiş. Bir değil, iki değil 29 kişi. İnanılır gibi değil. Gardiyanlar da inanamamış zaten. Koğuşta kalan tek kişiye “neredeler?” diye sorduklarında “firar ettiler” yanıtını almışlar. “Saçmalama” diyerek gitmişler. Öğleden sonra aynı şeyler tekrarlanmış. Yine inanmayarak “Bizimle dalga geçiyor. Bizi ciddiye almıyor” diye şikayet etmek üzere komutana gidiyorlar. Hep birlikte gelip baktıklarında görüyorlar ki gerçekten de 29 kişi yok. Koğuşta kalan “Ben size sabahtan beri firar ettiler diye söylüyorum” diyor. Gel de gülme.
YA EMNİYETLERE NE DEMELİ?
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde yapılan bir operasyonda, hatırladığım kadarıyla 16 uzman hekim bir de doçent gözaltına alınarak getirildi. Getirilen hekimlerden bir KBB uzmanıydı. Bizim hücremize atıldı. Yarım saat geçtikten sonra işkencecilerden biri geldi ve ona; “Doktor hanım, ben daha önce bir burun ameliyatı geçirdim. Ama hala iyi nefes alamıyorum. Bakabilir misiniz?”dedi. Ama, içerisi karanlık. Ampul parmaklığın dışında. Geldi parmaklığa yaklaştı. Burnunu havaya dikti. Arkadaşımız onun kafasını evirip çevirip görmeye çalıştı. Sonra “Bir kağıt getirin size reçete yazayım” dedi. Kağıt getirmeye gittiğinde biz “siyanür yaz, arsenik yaz” diye dalga geçtik. O, “sokakta görürsem ne yaparım bilmiyorum ama yanlış ilaç yazamam” dedi. Kağıt getirildi. Reçete yazıldı. Birkaç gün sonra “iyi geldi” diyerek kontrolünü de yaptırdı.
KOCAMAN ADAMLAR
ÜSTÜNÜ BAŞINI YIRTAR MI?
Cezaevlerinde tek tip elbise giydirme uygulaması işkenceye dönüştürülmüştü. “Herkes lacivert elbise giyecek” diye buyurmuştu darbeciler. Tutuklular bunları giymeyi reddettikleri için kışın bile sadece iç çamaşırlarıyla kalıyorlardı. Ama mahkemeye böyle gidemeyecekleri için mahkemeye giderken dayak zoruyla tek tip elbise giydiriliyordu. Mahkemede elbiselerini yırtıp çıkarıyorlardı. Bu basında da çok yer almıştı. “Tek tip elbise eylemi” anısı anlatanlar hakimlerin kendilerini, “Oğlum bak kadın zabıt katibimiz var. Bari onun yanında soyunmayın ayıp oluyor” sözleriyle ikna etmeye çalıştıklarını söylediler.
Böylesi zor dönmeler de, insanların yaratıcığı da, gücü de mizah anlayışı da artıyor. Bu nedenle cezaevi menşeyli ortaya çıkan kitapların, şiirlerin, senaryoların, karikatürlerin sayısı oldukça fazla. Bunlara bir de; tüneller, ısıtma cihazları, baskı makinaları, şifreler gibi teknolojik buluşları da eklemek gerekir.
Gezi eylemlerinde de yaratıcılığın ve mizahın yükselişi hepimizi şaşırtmıştı. Ben 12 Eylül’de kendi adıma bir şeylerin peşini bırakmamayı, imkansız olanın da en azından denenmesi gerektiğini öğrendim. Evrensel Gazetesi ve Hayat Televizyonun için de bu böyle. İmkansız görüneni hep birlikte başardık. Buradan yetkililere sesleniyoruz; biz Eylüllerde de gülmeyi başarmışız. Bizi daha fazla zorlamamanız sizin için hayırlı olur.
Evrensel'i Takip Et