‘İnsani müdahale’ ne demek bize sorun
Onunla Diyarbakır’da gerçekleşen Ortadoğu Kadın Konferansı’nda tanıştık. Mütevazı tutumuyla kimsenin onunla sohbet etme isteğini kırmadan tane tane anlatıyordu Afgan kadınların yaşadıklarını.
Sevda Karaca
Onunla Diyarbakır’da gerçekleşen O gün yaptığımız röportajın üstüne, bugün Suriye’de yaşanan sıcak gelişmeleri ve yeni bir Amerikan müdahalesi tartışmalarına ilişkin sorularımızı da ekleyerek yanıtlamasını istedik. Çok zor koşullar altında olmasına rağmen hiç geciktirmeden yanıtladı. Malalai’nin anlattıklarını paylaşmanın bugün ayrı bir önemi var. Çünkü kurduğu her cümle, bugün Ortadoğu’ya yeniden şekil vermek için tartışılan askeri müdahalenin kadınlar açısından sonuçlarının neler olabileceğini somut bir biçimde ortaya koyuyor.
Ancak Türkiyeli kadınlar için başka bir önemli yanı daha var. Afgan kadınların geçmişte ve bugün yaşadıkları her türlü sorun, Türkiye hükümetlerinin dostluk etmekten çekinmediği kadın düşmanı grupların eliyle yaratıldı. Bu yüzden Malalai’nın bir çağrısı var bize: “Türk ve Kürt halkları kendi hükümetlerini bu trajediyi yaratan güçlere destek vermekten vazgeçmeye davet etmeli, bunun için mücadele vermeli. Çünkü bu yalnızca Afgan halkı için değil, Türk ve Kürt halkları için de önemli.”
Bugün Suriye’de yaşanan gelişmelerin üstüne yeni bir Amerikan müdahalesi bekliyor tüm dünya. Türkiye Hükümeti, ABD müdahalesinin “tatmin edici” olması gerektiğini belirterek, açık bir işgal çağrısı yapıyor. Siz 11 yıllık bir işgal ve “insani müdahale” deneyimine sahip bir ülkenin tehdit altında yaşayan bir siyasetçisisiniz. Kendi deneyiminizden bakarak ne dersiniz bu gelişmelere?
11 yıl önce Amerika, halkımızın canı, malı ve geleceği pahasına kendi bölgesel çıkarları için ülkemizi işgal ettiğinde bugün kullandığı argümanların çok benzerini kullandı. Dünya kamuoyunu, “insani müdahale” olarak tanımladığı işgal planına adım adım hazırladı ve bunu kadınların “özgürleştirilmesi” olarak sundu. Kadınların da desteğine ihtiyaç duyuyordu.
İşgale ilişkin söyleyeceğim ilk şey şudur: Amerika bizi sadece savaş ateşinin ortasına atmadı, bizi korkunç bir geleceğin kuruluşunun da aleti, bahanesi haline getirdi. Savaş lordları Taliban kılığında köktendinci yönetimi oluşturduklarında kadınların özgürleştirilmesi bahanesinin ne kadar büyük bir yalan olduğu ortaya çıktı. Tecavüz, şiddet, okula giden kız çocuklarının öldürülmesi, küçücük kızların işkencelerden geçirilmesi, kadınlara sokak ortasında saldırılar… Bütün bunlar gündelik hayatın bir parçası oldu. Biz işgalden bu yana orman kanunlarıyla yönetiliyoruz ve Batı’nın gelişmiş hukuk anlayışı bu orman kanunları karşısında hiçbir sorun yokmuşçasına hareket etti. Kırbaçlanan, elleri ve kulakları kesilen, cinsel organları dağlanan kadınlar yalnızca Taliban’ın değil, bu uygulamaları yaratan işgale ses çıkarmayan Batı dünyasının da kurbanlarıdır. Bu insanlık dışı uygulamalara sesini yükselten iki Afgan kadını parça parça edildi sokak ortasında.
Afganistan’ın yer altı ve yer üstü kaynaklarının sömürülmesi, halkın Taliban rejiminin korkunç uygulamalarının deneme tahtası haline getirilmesi, bölgede emperyalizmin yerleşik bir pozisyona gelebilmesi için topraklarımızın üs haline getirilmesi… Bunlar tüm Afgan halkının hayatına mal olurken, kadınlar açısından tüm yaşamın cehenneme dönüşmesi anlamına geldi.
Elbette durumumuz iyi değildi, haklarımızdan yoksunduk, köktendincilerin saldırıları karşısında mücadele ediyorduk. Ama bize Batı’nın müreffeh elleri yaşamınıza dokununca her şey çok güzel olacak” dediklerinde “orada durun” dedik, “biz bu ellerin boğazımıza yapışacak ölüm elleri olacağını biliyoruz.” Ve maa-lesef dediğimiz gibi de oldu.
İşgalin ardından 68 kadın üye seçildi meclise. Ancak bu kadınların çok büyük bir kısmı işgal ordularının onayıyla orada olan kadınlardı ve işgali onaylamak, işgalin arkasından yaşanacakların kapısını açan el olmak gibi bir işlev gördüler. Evet, ilk günlerde kadınlar için eğitim olanaklarının artırıldığı görüntüsü verilmeye çalışıldı, özellikle büyük şehirlerde. Ama bu süreç aynı zamanda küçük yerlerde korkunç bir kadın düşmanlığının da hız kazandığı, kadınların evden burunlarını bile çıkaramadığı bir tabloya dönüştü hemen.
Kadınların buna tepkisi kendi bedenleri üzerinden oldu. Çok sayıda kadın bedenlerini ateşe verdi. Biz kadın hakları savunucuları olarak kadınlara “bedenlerinizi yok ederek değil, mücadele ederek, ses çıkararak yaşananları ortaya serin” dedik. Ancak bu, en az bedenini ateşe vermek kadar zor bir şeydi Afgan kadınlar açısından.
Türkiye’nin hem bu işgal sürecindeki hem de sonrasındaki rolü neydi peki?
Türkiye hükümetleri Amerika’nın bölgedeki uygulayıcı gücü olarak bu trajedinin bir parçası. Bu, işgalin tartışıldığı zamandan bugüne böyle. Bugün de işgal güçlerinin bıraktığı köktendinci gruplarla sürdürdüğü yakın ilişki dolayısıyla suçlu Türkiye Hükümeti. Abdül Reşid Dostum, Afganistan’ın savaş lordu, hükümetinizin bir dönem en yakın dostlarından biriydi. Oysa Dostum, insan hakları örgütlerinin kara listesinde en üst sıralarda yer alıyor. Rabani, Kadumi, Halili, Emrullah Salih gibi diğer savaş lordları bugün Afganistan’ı yöneten isimler oldu. Bürokrasinin her yerindeler, en küçük birimdeki yönetim organının tepesinde ve Afganistan parlamentosundalar. Afganistan’ı her anlamda onlar yönetiyor ve Afganistan bir mafya nasıl bir yönetim uygularsa öyle yönetiliyor. Bunlar, Türk Hükümetinin desteklediği isimler. Hikmetyar’ın ismi insan haklarını ihlal edenlerin listesini gösteren kara listenin tepesinde geçiyorken Amerika ve de Türkiye’nin karşı çıkması sonucunda listeden çıkarıldı. Ne oldu da çıkarıldı? Hikmetyar yaptıkları dolayısıyla Afgan halkından özür mü dilemişti? Ya da öldürülen, tecavüz edilen, çocukları gözleri önünde katledilen kadınlardan özür mü dilemişti? Hayır. Ama sizin Başbakanınız onun dizleri dibinde fotoğraf çektirmişti, hatırlayınız. Türkiye Afganistan’da pek çok eğitim kurumu kurdu. Buralarda Amerikan işgalini meşrulaştırmaya çalışan ve çocukların beynini yıkayan bir eğitim anlayışı görüyoruz. Köktendincilerin fikirleriyle iç içe geçen eğitimin amacı ve faydası ne olabilir, siz söyleyin!
Bu durumda Afganistanlı kadınların sorunu bir bakıma Türkiyeli kadınların da sorunu…
Kesinlikle. Biz Afgan halkı olarak uluslararası toplumdan, Türkiye’den bu trajediye karşı duyarlılık isterken beklentimiz yeni bir işgal değil. Biz, onurumuzu bize iade edecek bir tutum bekliyoruz. Biz, uluslararası toplumdan işgalin kalıntıları ve yıkımından kurtulmak için destek isterken şunu söylüyoruz esas olarak: Örneğin Türk ve Kürt halkı kendi hükümetlerini bu trajediyi yaratan güçlerle aralarına mesafe koymaya, onlara destek vermekten vazgeçmeye davet etmeli. Bunun için mücadele vermeli, çünkü bu yalnızca Afgan halkı için değil Türk ve Kürt halkları için de önemli. Ülkemizdeki savaş lordlarına sağlanan her türlü olanak sizin cebinizden çıkıyor. Özellikle kadınlara seslenmek istiyorum, Afgan kadınları üzerinden yürütülen kara propagandaya kanmasınlar. Kimse bizi örgürleştirmedi, aksine işgal ve sonrasında yaşananlar Afgan kadınlarının üzerine bir karabasan gibi çöktü. Biz ülkelerin müdahaleci yardımlarına değil, halkların onurlu yardımlarına ihtiyaç duyuyoruz.
Amerika, işgal mantığını devam ettirecek güçleri her noktaya yerleştirdi, şimdi işgali sona erdireceğini, asker sayısını azaltacağını, güçlerini geri çekeceğini, ülkeyi terk edeceğini söylüyor. Ve şimdi bir iç savaş riskiyle karşı karşıyayız. Biz, savaş lordlarının, teröristlerin, teknokratların karşısına birleşmiş bir ağ olarak, halk olarak çıkmak için çalışmalar yapıyoruz. Silahın ne demek olduğunu çok iyi biliyor Afganistan. O yüzden çözümün bir iç savaştan geçmediğini de biliyoruz. Bizim diğer ülkelerin halklarına hükümetlerinin bu çetelere destek vermesinin önüne geçmesi için çağrımız bundan, eğer onlar desteği keserse Afgan halkı kendi özgürlük mücadelesini zaten verecek.
Bir kadın çocuğunu 10 dolara neden satar?
Malalai Joya Ortadoğu’da yükselen halk hareketlerinin Afganistan’a nasıl yansıdığını anlatıyor: “Bizim yaşadıklarımız hala bu derece insanlık dışı biçimlerde devam ederken Arap dünyasında kadınların en önde yer aldığı halk hareketlerinin ortaya çıkışı biz Afganlı kadınlarda da bir umut yarattı. İstedik ki bu dalga Afganistan’da da kendisine alan bulsun, halkların diktatörlere ‘yeter’ diyen sesi Afgan kentlerinden de yükselsin! Arap dünyasından yükselen sosyal adalet talebi Afgan halkı için de çok acil bir talep: Milyonlarca insan aç, başlarını sokacakları bir evleri yok, susuzluk, hastalık, çok basit ve önlenebilir hastalıklar dolayısıyla daha çok küçükken bebeklerimizi kaybedişimiz… Bunlar adalet talebinin ne kadar önemli olduğunun göstergeleri. Ülkemin insanları bebeklerini 10 dolara başka ülkelerden insanlara satıyor. Umutları çocuklarının daha iyi bir yaşam sürdürebilmeleri ama 10 dolara satılan bebeklerin insan kaçakçılarının elinde yok edildiğini herkes biliyor. Bir kadının bile bile çocuğunu 10 dolara satmasının ne demek olduğunu düşünün! Biz özgürlüğün ekmek anlamına da geldiğini çok kötü deneyimler yaşayarak öğrendik.”
ORTADOĞU’DAKİ GELİŞMELER ÖFKEMİZİ ARTIRIYOR
Afganistan’da sizin gibi bütün bu yaşananlara karşı mücadele eden kadınların durumu nedir, mücadelenizi nasıl sürdürüyorsunuz?
Bizim düşmanlarımızdan biri de kendilerini köktendincilerden ayrı bir yere konumlandırmaya çalışan teknokratlar. Bizzat Amerika eliyle yetiştirilen ve Afganistan’ı işgalin ardından yeniden dizayn etmek üzere görevlendirilen bu teknokratlar neredeyse köktendinci teröristlerden daha çok zarar veriyor Afgan kadınlarına. Çünkü bu güçler savaş lordları, teröristlerle pazarlıklar yaparak, çeşitli olanaklar sunarak bunları palazlandırdı. Biz, yani bu pazarlığı ortaya çıkaran insan hakları savunucuları, sadece bir kesim için değil iki kesim açısından da riskli unsurlar olarak görüldük. Bize şiddet uygulayarak, bizi yok ederek iki şeyi amaçlıyorlar: Bir, insanlık dışı uygulamalarına yön veren çıkarlarını nasıl hayata geçirdiklerini kanıtlayanları yok edecekler, iki, korku yayarak sağladıkları halk üzerindeki etkilerini yeniden tesis edecekler. Bu yüzden pek çok kadın örgütü sözcüsü katledildi Afganistan’da. Ama biz susmuyoruz. Bizim başımıza gelenlerin bugün komşu ülkelerdeki kadınlar için de planlandığını görmek öfkemizi daha da artırıyor.
MALALAI JOYA KİMDİR
1978’te Afganistan’ın yoksul bir bölgesinde doğan Malalai, işgal karşıtı bir ailenin 10 çocuğundan biri. Babası kaçak yaşamak zorundayken, 1982 yılında önce İran’a sonra da Pakistan’a iltica ettiler. Malalai Pakistan’da okudu, burada kız çocuklarına eğitmenlik yaptı. Taliban’ın iktidarda olduğu dönemde bir yeraltı okulunda gizlice kız çocuklarına öğretmenlik yapması istendiğinde hiç düşünmeden Afganistan’a döndü. Afganistan’ın işgal edilmesinden sonra ilk kez toplanan Kurucular Meclisine (Loya Jirga) davet edilen Joya, savaş ağalarına ve feodal beylere karşı açıklamalarından ötürü radikal dinciler tarafından sürekli tehdit edildi. Sekiz kez saldırıya uğrayan Joya, 2005’teki seçimlerde Farah kentinde en yüksek oyu olan ikinci kişiydi. Uyuşturucu çetelerinin, savaş ağalarının ve teknokratların kirli ilişkilerini ve insan haklarına aykırı uygulamalarını her fırsatta ortaya koyduğu için 21 Mayıs 2007’de meclisteki büyük çoğunluk tarafından vekilliği donduruldu.
NATO işgaline ve şeriata karşı mücadele eden Demokrasi Partisi üyesi Joya, cesareti ve kararlılığı nedeniyle pek çok ödül kazandı. İşgal karşıtı tutumu nedeniyle ABD’ye girişi yasaklanan Joya, dünya çapında etki yaratan “Sesimi Yükseltiyorum” isimli kitabının tüm gelirini tehdit altındaki Afgan kadın örgütlerine gönderiyor.