Akla takılan sorular
Konuya kestirmeden girmek istiyorum. Gezi’den öğrendiğim ve gördüğüm şey, halkın muazzam gücü olduğu ve bu gücü örgütlü, örgütsüz bütün kesimlere göstermesiydi. Bu gücün harekete geçmesinde beklenen etkiyi sendikalı, partili başkaca örgütlü ne varsa, yani bir şekil
KENDİMİZİ KORUYALIM DERKEN... İşte bu noktada örgütlü bir yaşamı savunan ve bu konuda çaba sarf eden bir kadın olarak sormadan edemiyorum, kadınlı erkekli tüm örgütlü kesimler önemli politikalar üretirken neden bunların da etrafında örgütlenmeye ikna etmede yetersiz, etkisiz kaldık? Toplumun tüm kesimleriyle bir bütün değil miydik? Evet, daha önce defalarca denenmiş, muazzam elzem politikalar üretiliyor, bütün örgütlü kesimler bunu hayata geçirmek için uğraşıyor. Ama bu politikaları komşumuza, arkadaşımıza taşımakta zorlanıyoruz. Buna kafa yorarken başka sorular da takılıyor akla. Kimlerle oturup kalkıyoruz? Etrafımda, etrafımızda kimler var? Kendimizi veya ailemizi muhafaza edip kötülüklerden koruyalım derken elit ve bir o kadar atıl mı oluyoruz? Örgütlü kesimin başı adli belaya kolay kolay girmez, girse de hemen birimizi korur kollarız. Hukuki sağlık veya iş gibi sorunlarımızı kendi aramızda çözmeyi öğrenmişizdir. Bu durum bize epey bir korunaklı çevre ve yaşam oluşturmuştur. Çoğu zaman cümlelerimiz bile birbirine benzer. Kişisel farklılığımızı fazla geliştirmek istemeyiz, bazen mizah anlayışımız bile aynı olur. Kısacası birbirimize yetmeyi öğrenmişizdir. Azıcık kusuru olanın da yanında olmayız kolay kolay ve eğer derdi işyerinde sendikalaşma, dernekleşme değilse, kimsenin derdi bizi fazlaca celp etmez oldu sanki. Konu komşudan başı belada birileri varsa, ki bu belalar hırsızlık, işsizlik, cinayet madde bağımlılığı gibi şeyler olur genelde, tüm aileden uzak dururuz. Şehir efsaneleri yüzünden kapı komşusuna bir selamı sabahı kesenimiz çok olmuştur. Belki de bu yüzden içimizden ayrıştırmaya başlarız; zaten bunun da şu alışkanlıkları var, ya da bunlar işsiz güçsüz veya bunalar zaten bizden değil, hele hele giyinişine bak ya… Ya da cemaatten olduğunu söyleriz, kısacası bunlardan iş çıkmaz deyip gene kabuğumuza çekiliriz… İki ileri bir geri... Yalnız toplumun büyük bölümü bizim baktığımız yerden bakmıyor, daha önce kendisinin olan şeyi, yakındakini istiyor, hiç sahip olmayı düşünmediği uzaktakini değil. Başka bir şey tecrübe etmemişler, uzaktakini istemek gibi bir derdi yok.
DİNLEYEBİLMEK Bunu dert edenler, yani örgütlü kesimler, o büyük çoğunluğu anlama, dinleme gibi bir görevi var. Dinleme bana göre bir ustalık; bu ustalığın bir adı da var, etkili dinleme diyorlar. Bu yöntemi tacirler ticari işlerinde kullanıyor. İnsanlar hiç ihtiyaçları olmadan bu şekilde alış veriş yapıyorlar. Bizimse bir şeyler satmak gibi bir sıkıntımız yok. Konuştukları şeyleri derlemek ve bütünü işaret etmek gibi bir derdimiz olmalı. Karşıdakini dinleme onun konuştukları üzerinden konuşmak, onun cümleleriyle tekrar geri bildirim yapmak belki de ilgi duyduğu konuların dışındaki konulara da ilgi duymasını sağlayacak... Ayrıca son yıllarda gençlere ve özellikle de kadınlara her ağzını açanın bir yasağı var. Bazen kadınlardan bile gelmektedir bu yasaklama önerileri. 3 çocuktan tut da hasta yaşlı bakımını devlet teşvikiyle kadına yıkarak, kürtaj yasaklaması, hamile kadının evden çıkmaması, her gün 5 kadın öldürülmesi ve tecavüz edilmesi… Kadının ve gençlerin hiçleştirilmesine bizim de çok ciddi bir direnç göstermemiz gerekiyor. Bu yüzden konuşacağımız kadınları ve gençleri ayrıştırma lüksümüz yok. Hedefimiz örgütlü bir toplum yaratmaksa, hiçbir ayrıştırmaya bakmadan konuşalım insanlarla. Düğününde, hastasında, bayramında, cenazesinde ve bazen de çayında çorbasında olalım. Yaptığı her ne iş varsa ona saygı duyarak ilgilenelim. İşleriyle, eşleriyle, çocuklarıyla veya kardeşleriyle ilişiklerinde niye böyle yaptığından çok belki rehberlik etmeye, yaralarını kaşımak yerine bardağın dolu tarafından bakmaya özen göstermeye çalışalım…