09 Eylül 2013 21:09

AKP sorumluluk almaktan korkuyor

Hükümetin hem sorumluluk almaktan hem de oy kaybetmekten korktuğunu belirten Dil bilimci ve Yazar Necmiye Alpay, Hükümetin hazırlayacağı demokratikleşme paketine dair işaretlerin bunu ortaya koyduğunu belirtiyor. Başbakan’ın ana dil ülkeyi böler açıklamasına ilişkin Alpay, “Söylemesi ayıp” dedi.

AKP sorumluluk  almaktan korkuyor
Paylaş

Şerif Karataş

Kürt sorunu konusunda bir süredir İmralı’da Öcalan ile gerek devletin çeşitli kurumları arasında sürdürülen temaslar, gerekse de İmralı’ya BDP’nin yaptığı ziyaretler ve Kandil ile kurulan temaslar ve Akil İnsanlar Heyetinin çalışmalarıyla ‘çözüm’ tartışması yeniden gündemleşti. Sizce şu anda çözüm bağlamında nasıl bir noktadayız? Çoğu kimse gibi ben de şu an çözümün başlangıçtaki ivmesini yitirdiği, duraksadığı kanısındayım. Sözünü ettiğiniz adımlar, yani yıllardır talep ettiğimiz görüşmelerin başlaması, fiilen de olsa çift taraflı ateşkesin sağlanması ve gerillanın çekilmeye başlaması gerçek bir umut yaratmıştı. Akil İnsanların çalışması da konunun daha geniş ve daha çeşitli kesimlerce gündeme alınması açısından katkısı olan bir girişimdi. Ancak, hükümetin hazırladığı “demokrasi paketi”nin içeriğine ilişkin işaretler ve Meclis Anayasa Komisyonu’nda CHP ile MHP’nin tavrı konusunda gelen haberler, eskilerin “benim oğlum bina okur döner döner yine okur” sözünü hatırlatıyor. Öyle görünüyor ki üç parti (AKP, CHP, MHP) birbirlerinden korkmaktan kurtulabilmiş değiller. AKP tarihsel sorumluluğu bir başına üstlenmek zorunda kalmaktan ve oy kaybetmekten korkuyor. CHP ile MHP’de yeni bir şey yok, her zamanki ufuksuz şoven demagojilerini yapıp oy kapma peşindeler. Oysa Kürt sorunu gibi her anlamda hayati bir sorunda, her tür oy kaygısının aşıldığı büyük politikalardan aşağısında tutunulamayacağı açıkça ortada.Gelgelelim, yılların rejimi her üç partiyi de kendi hizasında tutmaya devam ediyor. Bu partilerin atabildikleri tek adım “Kürt” demeyi öğrenmekten ibaret. Birlikte yaşamanın vazgeçilmez gereklerini inkâr aşamasındalar. Öyle bir noktadayız. Bu aşamayı öyle ya da böyle aşmak zorundalar.

SOMUT KARŞILIĞI YOK

Kürt siyasi aktörlerinin Hükümete yönelik olarak getirdiği; “süreç tek taraflı adımlarla yürüyor” eleştirisi var. Diğer yandan da Hükümetin hazırladığı söylediği ‘demokratikleşme paketi’ var. Sizce Hükümet tarafının yaklaşımında sürecin ilerlemesine yardımcı olacak bir açılım hazırlığı var mı? Hükümetin A planı ‘acaba bu kadarla yetinmelerini sağlayabilir miyim’ gibi umutsuz bir denemeye benziyor. B planı ise, plandan çok, bir torba. Çok mecbur oldukça devreye soktuğu adımlar (TV6’yı kurmak, görüşmeleri başlatmak, Kürtçe seçimlik ders koymak, akademik ortamda Kürtçe dersleri vb.) bu torbadandır. Sürecin ilerlemesine yardımcı olacak gerçek bir “B planı”nı akla getiren tek adımı, ateşkes uygulamasıydı. Ama ondan öte gidemedi. Arada bir şu ya da bu bakandan işittiğimiz “süreç yürüyor” sözünün somut bir karşılığını göremiyoruz. “Demokrasi paketi”ni boş bırakmaktan da çekinmedi iktidar partisi. Hatta boş bırakmaktan öte, polisin yetkilerini artırmak gibi ters yöne giden hükümlerden söz ediliyor. Dolayısıyla, ufukta iyi bir hazırlık görünmüyor. Umarım paket resmen açıldığında bu durum değişir ve yeni bir açılım dinamiği başlatılır.

Lice’de Medeni Yıldırım’ın öldürülmesi sürecinde Gezi direnişçilerinin destek ve dayanışma eylemleri oldu. Sizce Kürt sorununun çözümüne yönelik mücadele ve tartışmalarda ülkenin batısından gerektiği düzeyde bir katılım ve katkı var mı? Gezi süreci hem Medeni Yıldırım’ın öldürülmesi olayından hem de daha genel bir açıdan, Aristoteles’in “aydınlanma ânı” dediği türden bir uğrak oldu. Dipten gelen bir açılım. Hrant Dink’in katli olayından sonra da öyle olmuştu. Uzun erimde mutlaka kalıcı ve etkileyici uğraklar bunlar. Gezi öncesinde, başka toplumsal sorunlar konuşulurken Kürt sorunundan pek söz edilmezdi. Siz kalkıp söz ederseniz, adınız Kürtçüye çıkar, böylece yan gözle bakılıp geçilir, “ne alâkası var şimdi” havası estirilirdi. Gezi’den bu yana bu ruh halinde değişiklik oldu. En azından benim tanıklıklarım öyle gösteriyor. Ancak, Kürt sorununun çözümüne yönelik dolaysız inisiyatiflerde harekete geçirici güç hâlâ Kürtlerin kendileri. Zaten,“katılım” ve “katkı” dediniz mi, sorumluluk sahibinin, muhatabın, başkası olduğu bir durum varsayıyorsunuz demektir! Etik düzeyimiz bir mağdurun hakkını diğerlerinin aradığı yüksekliğe ulaşmış değil.

Peki  Kürt sorununun çözümüne yönelik olarak kısa ya da uzun erimde neler yapılmalı? Bence hemen başlatılması ve başlatıldığının duyurulması en çok önem taşıyan çalışma, müfredat çalışmasıdır. İlköğretimden itibaren müfredatın bütünüyle yeniden yazılması ve bu coğrafyada yaşayan halkların gerek varlığına, gerekse acısıyla tatlısıyla ortak tarihine ilişkin gerçekliklerin müfredatta yer almasından söz ediyorum. Çocuklara okul dışıyla çelişen mavallar anlatılmaması, toplumun temelleriyle ilgili bir iş. “Kürt, Ermeni” gibi sözcükler, çocukların hayatına birer korku öğesi olarak girmeye devam ettiği sürece hiçbir sorun çözüm yoluna girmiş olmaz. Eğitbilimciler (pedagoglar), barış kültürünü geliştirme yöntemleri üzerinde çalışmalı, çatışma çözümü gibi en iyi teknikler akademik ortamlarda kapalı kalmaktan kurtarılmalıdır. Kısa ve uzun erimde atılması gereken diğer adımlar ise epeydir ortaya konuldu aslında. O adımların atılması, şu an fiilen sağlanmış olan ateşkesin hukuka geçirilmesi anlamına gelecek. Korucular meselesi, boşaltılmış köyler meselesi, yasalarda yol temizliği, yeni anayasa, teknik adı “af” ya da başka bir şey olmak üzere KCK davalarından tutuklu ve hükümlü olanların serbest bırakılması ve cezalarının ortadan kaldırılması, anadili temelinde çok dilli eğitim için çalışmaların başlatılması gibi adımlar en hayati olanları. Kalıcı bir barışa ve canlı bir demokrasiye giden yol bu kadar açık ve önümüzde uzanıyor.


ANA DİLDE EĞİTİM ÜLKEYİ BÖLMEZ

Başbakana ‘ana dilde eğitim ülkeyi böler’ dedi. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Söylemesi ayıp, yıllardır bir kısmı kitap haline de gelmiş yığınla yazı yazıp anlatmışımdır ben anadili meselelerini. Bu konuda gerek devletin gerekse bilim insanlarının sicilleri alabildiğine bozuk ve hâlâ düzelmiyor. Deyim yerindeyse devletin komplekslerinden biridir anadili. Kamuoyu pek farkında olmamıştır ama, dil alanıyla ilgili bilim çevreleri cumhuriyet boyunca ağır bir baskı altında tutulmuş. Modern dilbilim ilgisi bile şunun şurasında birkaç yıllık. Gerçekte siyasetçilerden çok dilbilimcilerin, ruhbilimcilerin ve eğitimcilerin uğraşması gereken bir sorundur, anadili sorunu. Son on beş yirmi yıldır uğraşılmaktadır da zaten. Eğitimcilerin sendikası Eğitim Sen, anadilinde eğitim talebini her zaman gündemde tutmuştur, bu yüzden kapatılmakla tehdit edilince tüzük değişikliği yapmak zorunda bile kalmıştır. Oysa şimdiye kadar enerjiler bunca gerilim yerine eğitbilime harcansaydı, çocuklarımız kendi anadillerini ya da birbirlerinin dilini küçümsemek ve dil sorunlarıyla boğuşmak durumunda kalmazlardı. Cumhuriyet rejiminde anadilinde eğitim hakkı tanınmış olan üç halk var aslında: Türkler, Rumlar ve Ermeniler. Ancak, Rumlar ve Ermeniler bu hakkı bir kamu hizmeti olarak alamıyor, yalnızca MEB denetiminde kendi paralarıyla özel okul kurup orada eğitim yapabiliyorlar. Bu yurttaşlarımızın hem dilleri hem de kendileri görünmez kılınmış olduğundan, “anadilinde eğitim” sözcüğü onları akla getirmiyor. Oysa yaşadıkları onların deneyimleri, her açıdan son derece öğretici olabilir. Anadilinde eğitim meselesinin teknik adı ‘çok dilli eğitim’dir ve Kürt sorununda da er ya da geç yürürlüğe girmesi gereken ilke budur. Son birkaç yıldır birkaç akademik kuruluş çift dilli eğitim konulu çalışmalar başlattı. Gelgelelim siyasetçilerin ufku hâlâ “anadilinde eğitim ülkeyi böler” ilkelliğindeki bir kart-kurt cümlesiyle sınırlı. İlkellik diyorum, çünkü bir ülkede ikinci (üçüncü, dördüncü, her neyse) bir dilin, bırakınız eğitim dili olmasını, resmî dil olması bile bölünme anlamına gelmez. Bölünme ancak yeni bir devlet kurulup kendi adına para bastığı durumlar için kullanılabilecek bir terimdir. Bu gerçekleri iktidar da, Başbakan da, diğer politikacılar da gayet iyi bilirler aslında. Gelgelelim, yüksek sesle söylemeye cesaret etmek yerine, birbirlerinin arkasına gizlenmeyi seçiyorlar.


GEZİ’NİN KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜNE KATKISI OLACAK

Gezi süreci, kentin, yaşam biçiminin savunulması ve halkın taleplerinin alanlarda dile getirilmesi açısından önemli bir süreç oldu. Kürt sorununun çözümü bakımından da Gezi’nin ortaya çıkardığı enerji bir imkan sunabilir mi sizce? Gezi süreci Kürt sorununun çözümü bakımından dolaysız bir yol yordam gibi düşünülmemeli. Gezi’nin asıl katkısı ufku genişletmek ve o ufkun içine Kürt sorununu da almak biçiminde gerçekleşti. Yaşamsal önemde, büyük bir katkıdır bu. Kürt sorunu parklardaki forumlarda, eylemlerde, bir bileşen olarak, vazgeçilmez mücadele konularımızdan biri olarak yer alıyor artık. Gezi gibi, 68 gibi olgular, aslında diğer tüm devrimsel olgular gibi, hiçbir zorlama ya da planlamayla yaratılamayacak türdendir. Kolay kolay da sönümlenmezler. Gezi’nin yarattığı enerjinin Kürt sorununun çözümünde mutlaka yaygın bir etkisi olacaktır. Hatta, öyle bir olay yaşanabilir ki, güçlü bir parlamaya götürebilir kitleyi. Ancak, bunu örgütçülük ustalarının yapay olarak, şırıngalama yöntemiyle yaratabileceğini sanmıyorum. Gezi’nin ruhu buna elverişli değil. Hatta böyle bir girişimin tam ters bir etki yaratacağı kanısındayım. Gezi, Kürt sorununun anlaşılmasını ve Türkiye’nin batısında gündeme demokratik bir mücadele konusu olarak dahil olmasını sağladı. Ancak, büyük bir doğallıkla yaptı bunu. Şu an artık Kürt sorunu toplumsal mücadelelerin gündeminde tıpkı diğer yakıcı sorunlar, çevre sorunları, kadın sorunu, hayat tarzı sorunları, fikir özgürlüğü sorunu vb. gibi yer alıyor demek abartı olmaz sanıyorum. (İstanbul/EVRENSEL) YARIN: Hakan Tahmaz

evrensel.net
ÖNCEKİ HABER

Halkın çirkin kralı: Yılmaz Güney

SONRAKİ HABER

Çözüm süreci bitmesin

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa