Bir varmış, Kürt yokmuş!
Delila... Simsiyah kıvırcık saçları kocaman gözleri korkusuz. Biri “sus” dese daha yükseltiyor sesini. Elleri toztoprak. Minik minik taşları topladı... topladı... topladı... Küçük bir tepecik yaptı. Güneşin son demleri ama nasıl yakıyor. Delila’nın “evimiz” dediği tepenin üzerine Silivri Cezaevi’nin k
Serpil Savumlu
Delila... Simsiyah kıvırcık saçları kocaman gözleri korkusuz. Biri “sus” dese daha yükseltiyor sesini. Elleri toztoprak. Minik minik taşları topladı... topladı... topladı... Küçük bir tepecik yaptı. Güneşin son demleri ama nasıl yakıyor. Delila’nın “evimiz” dediği tepenin üzerine Silivri Cezaevi’nin karşısındaki adliye duvarının gölgesi düşüverdi. Delila, KCK davasından yargılanan babası için yaptığı “evde” annesi ve ablası Beritan ile yaşama hayalinde.
‘BABA...’
KCK İstanbul ana davasının duruşma salonundayız. Salonun yarısı kadınlar ve çocuklar. Kadınların neredeyse tümü siyahlar içinde. Çocuklar belki en güzel kıyafetlerini giymişler, saçları parlıyor. Belli ki hazırlanmışlar bugüne. Biri daha kucakta. Huzursuz. Ağlamasın diye ninesi gezdiriyor. Birden bir uğultu. Geldiler. “Biz devletin esirleriyiz” diyen 97 kişi. Hepsinin elleri havada. Hepsi yakınlarını arıyor, ellerini sallıyor. Işte orada yasayı, mahkemeyi, savcıyı, hakimi bilmeyen küçük bedenler dile geliyor. Beritan sesleniyor “Baba ben 7 yaşına giriyorum”, Delila bağırıyor “Köye gittik çok güzeldi” ve diğerleri “hepimiz iyiyiz merak etme”, “okul kıyafetlerimi aldık çok güzel”, “babiş seni çok seviyoruz...”
“Duruşma başlıyor sessiz olun” anonsunun ardından “şiiit” sesleri ile birlikte bu kez yürekler işaretlerle anlaşıyor. Minik Şaşa’nın elleri önce dudaklarına gidiyor sonra hızla amcasının yanaklarına konuyor.
HEPSİ GERÇEK
Duruşma başladı. Emekli öğretmen Kemal Seven savunmasını yapıyor. Dikkatle dinliyoruz. Gözüm kadınlarda. Seven’in her lafına onay veren cevapları var. Hepsinin ağzından çıkan kelimeler tesadüf değil. Bilmeden düşünmeden söylenmiş laflar değil. Hepsi dik, hepsi inanmış, hepsi gerçek. Biri 70’inde diğeri 50, 30... kiminin oğlu karşıda duran kiminin kızı, kızkardeşi, kocası, hem babası hem de annesi. “Köyün ortasında çırılçıplak tüm erkekleri soydular. İşkence ettiler” diye anlatıyor Kemal Seven. Kadınlar çocuklara bir kez daha sarılıyor. Hepsinin gözlerine uyku çöküyor. “Bir varmış bir yokmuşla” başlayan masal değil. Minik bedenler, yıllardır “Bir varmış Kürt yokmuş...”la başlayan uygulamaları tek tek dinleyerek uykuya dalıyor. Bu çocuklar ölümü, işkenceyi, esir olmayı, Kürt doğmayı öğrenerek büyüyor. Bu yüzden isimleri değişmiyor... Belki bu yüzden savunma sıralarında oturanlar da genç avukatlar oluyor.
LI XWE BAŞ BINERÊ*...
Seven, anlatıyor bitmiyor. 12 eylül, Diyarbakır cezaevi, işkenceler... Bir insan geçmişine bu kadar acıyı nasıl sığdırabilir? Bu kadınlar bu acıları daha ne kadar yaşayabilir ve dinleyebilir? Bir kadın kendisi için hazırlanan düğün davetiyesi listesinin delil olarak kullanılmasını nasıl karşılayabilir?
Seven, umuttan da söz ediyor... İşte tam o sırada ara veriliyor...
Gözler aydınlanıyor. Ve biz de ellerimizi kaldırıyoruz. Selam göndereceklerimiz var ve söyleyeceklerimiz.
Erdal Avcı. BDP’nin İzmir Milletvekili adayı. KCK davasının sanıklarından. Karısı Sonay’la düştük yollara. Duruşmada birlikteydik. Sonay’ı anlatmaya gerek yok. Az önce saydım ya. O da güçlü görünmeye çalışan değil, güçlü olmayı becermiş kadınlardan. Biz de yanyana, gönderdik sevgilerimizi... Susarak. Tıpkı salondaki çocuklar gibi umudumuzu koruyarak. Şimdi izin verirseniz onlara uyayım ve buradan sesleneyim ben de oğlum Deniz Jiyan’ın ağzından Erdal amcasına...
“Erdal amca... seni götürdüklerinde 5 aylıktım. Büyüdüm. Annemle babam senin aldığın kıyafetlerimi saklıyor. En çok kırmızı arabaları seviyorum. Bir de çok güzel konuştuğumu söylüyorlar. Lı xwe baş bınerê...”
* Kendine iyi bak