25 Eylül 2013 15:02

En iyi filmler, eylülde geldiler

Her sonbahar sinema sezonunun açılışını müjdeleyen Filmekimi 12’nci kez izleyiciyle buluşuyor. Dünya festivallerinden süzülen filmlerden oluşan 40’a yakın filmlik seçki, eylülde gelen bir sonbahar demeti adeta. Çoğu yıl içinde vizyona girecek olan filmler, daha başında sinema sezonunda olacaklara ilişkin de fikir veri

En iyi filmler, eylülde geldiler
Paylaş
Çağdaş Günerbüyük

İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın 28 Eylül Cumartesi günü başlatmayı planladığı film seçkisi, yoğun talep üzerine, bir gün daha erkene çekilerek cuma günü başlayacak. 10 gün boyunca İstanbul’da Atlas, Beyoğlu ve Nişantaşı Citylife sinemaları, filmlerin evsahipleri. Filmekimi’nde hafta içi gündüz seansları 5 TL, hafta içi 19.00 ve 21. 30 seansları ile tüm hafta sonu seanslar 15 TL (tam) ve 10 TL (indirimli).

Geçen yıl 47 bin seyirciye ulaşan Filmekimi’nin bu yılki planları arasında da İstanbul dışına ulaşmak var. Filmler Bursa, İzmir, Diyarbakır, Gaziantep, Trabzon, Ankara ve Batman’da seyirciyle buluşacak. Tarihler, 28-30 Eylül Bursa, 4-6 Ekim İzmir, 11-13 Ekim Trabzon ve Ankara, 25-27 Ekim Gaziantep ve Diyarbakır, 28-30 Ekim Batman şeklinde.

Programa bir de sürpriz eklendi: Broşürde yer almayan, Venedik Film Festivali’nde öne çıkan Steven Knight’ın Locke’u.

USTA YÖNETMENLERİN SON FİLMLERİ

Mavi En Sıcak Renktir: Festivallerin en beklenen filmi, Abdellatif Kechiche’in Altın Palmiye’lisi. İki genç kızın birlikteliği, aşk ve yaşama dair.

Gerçeğin Dansı: 23 yıl sonra sinemaya dönen yönetmen Alejandro Jodorowsky’nin otobiyografik romanının bir uyarlaması.

Genç ve Güzel: 17 yaşında bir Gündüz Güzeli, dört mevsimlik François Ozon hikayesi.

Son Şans: Sinemasal benliğini satan Robin Wright, Yönetmen Ari Folman’ın Lem romanı uyarlamasında.

Ölümsüz Aşk: Şiirsel bir anlatımı olan duygusal western, David Lowery imzalı.

Sen Aydınlatırsın Geceyi: Onur Ünlü’nün Altın Lale’li filminin kasabalı süper kahramanlarıyla buluşmak için bir fırsat.

Ateşli Bakışlar: Michael Winterbottom’dan bir “porno kralı”nın trajik ve komik hikayesi.

Bükreş’e Gece Çöktüğünde ya da Metabolizma: Romanya sinemasının yıldızlarından Corneliu Porumboiu’dan sinemaya dair.

Moebius: Kim Ki-duk bekletmeden yeni filmiyle geliyor, bir aile daha parçalanıyor.

İlo İlo: Singapurlu tuzukuru aile ile Filipinli hizmetçisi Teresa, Anthony Chen filminde.

Heli: Cannes’ın en iyi yönetmeni Amat Escalante’den Meksikalı çeteler ve küçük kadınlar.


ÖMER: BURASI FİLİSTİN

Vaat Edilen Cennet’in yönetmeni Hany Abu-Assad’ın İsrail’e tavizi yok, direnişe selamı çok. Neşe ve silahın iç içe geçtiği öyküsüyle İrlanda filmlerini andıran Ömer’de, üç arkadaş ve bir çift aşık var. Filistin’deler. Bu, günlük hayatın askerlere görünmeden devasa duvarlardan atlayarak başlaması demek mesela. Saatlerce gülüp eğlenmeleri, gizli gizli aşık olmaları ne kadar normalse, İsrail askeri vurmak için silah almalarının da o kadar normal olması demek. Ömer’in bu dikkate değer Filistin tasvirine eklenen büyük başarısı ise, bir yandan kimin karşı tarafın ajanı olduğu sorusunun gizemiyle sonuna kadar gerilimini ayakta tutması. Batı Şeria sokaklarının renkli ve dolambaçlı seyri de cabası.


SEN ŞARKILARINI SÖYLE

Amerikan folk müzik tarihine hakim olan izleyici için çok daha eğlenceli bir seyir vaat ettiği muhakkak. Ama konunun cahilleri için bile 1961 New York’unda müzisyen olarak tutunmaya çalışan Llewyn Davis’in hikayesi çok sürükleyici bir seyirlik. Coen Kardeşler’in bu kez filmi müzikle doldurma işini konuya da aktardığı son filmi, inadından ve gitarından başka bir şeyi, yatacak evi bile olmayan Davis’le ilgili. Karakışta, sokaklarda ağlanacak haline, kahkahalarla güldüren kara komedi, yolu düşen onlarca müzisyene de bir güzelleme.


GLORIA: SEN HAYATINI YAŞA

Şili filmi, yetişkin çocukları olan orta yaşlı bir kadının “Elalem ne der”den kurtulup dilediği gibi bir hayat yaşamaya başlamasının hikayesi. Sebastián Lelio imzalı filmde yapımcısı, No ile biten Pinochet üçlemesinin sahibi Şilili yönetmen Pablo Larrain’in etkisi hissediliyor. Bir Larrain filmi toplumsallığında değilse de, hem karakterin dura düşüne yaşadığı dönüşümde, hem de memleketin geçmişten bugüne büründüğü halin tasvirinde, bir Şili filmi izlediğini seyirciye hissettiriyor. Etraf kurallar ve baskılarla çevrilmiş ama kimse 58 yaşındaki bu kadının ne istediğini sormuyor, halk gibi. İşte, komşularıyla, arkadaşlarıyla, ailesiyle kurduğu ilişkide hep bir uyumsuzluk var gibi bir türlü dengeyi bulamayan Gloria, tam da çalışma, saygı gibi eski değerlerle yetişmiş birinin neoliberal Şili’ye uyum sağlamakta zorlanması olarak okunabilir. Sonunda bir şarkıda adı geçtiğinde gözünden bir damla yaş süzülmesi sanki en çok bundan. Berlin Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu dalında Gümüş Ayı kazanan Paulina Garcia da buna çok şey katıyor.


GEÇMİŞ: AYRILIKTAN AYRILAMAMAK

İranlı yönetmenin Fransa’da geçen filmi, Bir Ayrılık’ı fazlasıyla hatırlatıyor. Sinemaseverler Bir Ayrılık’ı mutlaka biliyorlar, geçen yıl Oscar, ondan önce Altın Ayı alan film İranlı bir karı kocanın ayrılığı üstünden, memleket, sınıflar, aile üzerinden İran’ın portresini çiziyordu. Bu kez, Fransa’da yaşayan İranlı adamla Fransız kadın ayrılmış, adam İran’a dönmüş, son boşanma imzalarını atmak üzere buluşuyorlar. Kadının önceki evliliğinden çocukları, yeni sevgilisi, onun karısı ve işinde olanlar, her karesi bir başka ayrıntıyı açığa çıkarırken daha da merak uyandıran bir zincir. Yönetmenin artık ustalığını ispat ettiği ince ince dokunmuş serim ve çözüm matematiği yine çok başarılı. Onun altında yatan toplumsal manzara içinse aynını söylemek güç. Avrupa’da göçmen olmanın ulusal, sınıfsal teferruatına girmeye müsait bir öyküsü olduğu halde, önceki filmleri kadar derinleşmemesinin eksikliği hissediliyor. Yerine oturan her ayrıntı, özellikle de iyi düşünülmüş diyaloglarıyla oldukça sürükleyici yine de.


SADECE AŞIKLAR HAYATTA KALIR: ZOMBİLER DE İNSAN

Son yılların en revaçtaki sinema motiflerinden vampirlik, sadece popüler filmlere özgü değil. Amerikan bağımsız sinemasının yaşayan efsanesi Jim Jarmusch, en dikkate değer vampir öykülerinden birini, bol müzik ve sanat göndermeleri eşliğinde sunuyor. Bir ucu Amerika’nın Detroit’ine, diğeri Fas’ın Tanca’sına uzanan film atmosferiyle bir ustalık eseri, her şeyden önce. Adem ve Havva isimli iki vampirin aşkı, bir gizlenme ve hayatta kalma mücadelesiyle var oluyor. Sanat ve bilim insanlarının çalışmaları vampirlik üstünden övülürken, göndermeler sizi yormasa bile, halkın geri kalanını zombiler olarak hiç dikkate almayan seçkinciliği filmin en tatsız yanı. Bunu bir toplumsal eleştiri olarak okumak için aşıklar kadar olmayanların da hakkını vermek iyi olurdu sanki. İnsanlara zombi demek anlamlı, ama zombiler de insan. (İstanbul/EVRENSEL)

ÖNCEKİ HABER

Göltaş: Enerjide bağımlılık kader değil

SONRAKİ HABER

Neşet Ertaş: Tarihe kendini kaydeden usta

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa