Müge Tuzcuoğlu
Boyamak çocuk işidir!
Ha; lüks plazaları altın varaklara, güvenlikli-tel örgülü siteleri fuşyaya, villaları-konakları süt beyazına boyayan tulumlu adamları kastetmiyorum... Onların fırçaları tek renk!
Ama boyamak, rengarenk boyamak çocuk işidir. Moda mı varmış, bu renk şu renge uymaz mıymış... Umurlarında bile olmaz!
Hem doğada hangi çiçek düşünmüş; benim rengim mor, papatyanın yanında mı açsaaaam, yoksa nergisin mi diye!!
Soramaz!
Çocuk gibi!
Çünkü çocuk; modanın, hatta giyinmenin, sokakta yürümenin, misafirlikte oturmanın, işyerinde çalışmanın, patronla münasebetin, işçiyle münasebetin, tokalaşmanın, helalleşmenin, kadınla konuşmanın, erkekle konuşmanın, önemli toplantılara katılmanın, sürekli bir yerden bir yere koşturmanın... Velhasıl hayatımızdaki zamana, bedenimize koyduğumuz normlardan (hatta ambargolardan) bihaberdir. Henüz (ve iyi ki) öğrenmemiştir. Bu sefer öğrenilmişlik değil, öğrenilmemişlik yeni kapılar açar bize! Öğrenilmişliğin getirdiği çaresizlik yerine, öğrenilmemişliğin özgürlüğü yerini alır. Milliyetçiliğin öğrenilmemişliğiyle, tek bir millet, tek bir dil yerine, tüm insanlara bir gülümseme vaat edebilmek mesela...
Milliyetçiliği öğrenmemişliğin getirdiği çareler hoş olurdu hakikaten!
Askeri-nizami bir sırada, militaristliğin m’sini öğrenmemiş olarak; “öldür” bakışları arasından, “yok et” adımlarından elini kolunu sallayarak geçen bir çocuk olmak! (Allahtan o çocuk nanik yapmayı öğrenmiştir)
Takım elbiseliler yuvarlak masa etrafında yoksulların hiç tatmadığı ve tatmayacağı pastalar yiyerek yoksulluğa çözüm ararken, bir çocuğun son lokmasını yanındaki küçüğüne uzattığı elle o yuvarlağı döndürür de döndürür. Bir topaç misali...
Tıpkı Gezi Parkı çocukları gibi...Doğalında paylaşmayı öğrenen, direnmeyi, haksızlığa dur demeyi, ayakta kalmayı, yanında-arkanda-önünde durmayı ve gerektiğinde ölebilmeyi öğrenmiş Taksim, Mamak, İzmir, en çok da Antakya, Eskişehir... çocukları!
Öğrenmeye direndikleri ne varsa, yenileri ve alternatifleriyle oradaydılar. Mutlu ve umutlu!
Hani birileri umutlara oynuyor, umut satmaya uğraşıyor ya bugünlerde... Satılık umutlara inat!
Öğrendiklerimiz okuldan, televizyondan, devletten, “ihtiyar akıldan” oldukça, çaresizliğimiz büyüyorsa...
Küçük, bireysel hayatlarımızdan çıkamıyorsak...
Mesela coğrafyayı; evrenin hareketliliğinden, değişkenliğinden, yeraltı yerüstü zenginliklerini para ederliği üzerinden öğrenmişsek; hiçbir zaman doğaya dönemiyor, en fazla peyzaj ile yaşam alanlarımızı yeşillendirebiliyor, temiz bir dünyayı hep emeklilik hayallerimize erteliyorsak...
Veya tarihi... Kanlı savaşlardan, gelen geçen uygarlıkların kavgalarından sınırlı bellediğimizde, bütün bir evren ve insanlık tarihinin birikimlerini, deneyimlerini kaçırıyorsak...
Çocuk, bize bu aklı sunar! Çocuk aklı, genç akıl bize başka -yeni bir yol olduğunu söyler. Tam da öğrenilmemişliğiyle, bize, özgürlüğün kapısını açar.
Tıpkı Kürt çocukları gibi!
Sokakta ve sokaklarda büyüyen bir Kürt çocuğu gibi...
Okuldan, televizyondan, devletten gördüğü şiddetin, ayrımcılığın, ötekileştirilmişliğin kendi yüreğindeki tezatlığı, onu kendini savunmaya götürür. “Benim adı Baran” yazması da, var olduğunu taş ile kanıtlama çabası da kendi olabilme-kalabilme mücadelesidir.
İşte bu yüzden boyamak çocuk.işidir! Nasıl da merdivenleri boyayan koca çocuğa devlet gri rengini hatırlatmıştı! Hatırlatma da değil; kafasına vurmuş, gözüne sokmuştu. Çünkü en resmi rengimizdi bizim gri! Ancak öyle ciddi olur, ciddiye alınırız...
Yine de azınlığa karşı ara tonlarıyla birlikte binlerce rengimiz var bizim, dediler ve boyadılar inadına!
Buna ilk cevap veren de Ankara, Diyarbakir, Eskişehir, Şırnak, Samsun olmadı mı?
Artık bu topraklardaki çocuklar aynı renkleri istiyor, hissediyor ve paylaşıyor çünkü!
Dünyayı boyarken de tüm çocukların yapacağı gibi...
Öğretilenlerin yanlış olduğunu söyleyen, çaresizliğe karşı özgürlük isteyen, insanlığa tekabül eden varlığından öğrenen Singapur, Monaco, Kamboçya, Peru, Sudan, Malta, Yeni Zelanda’daki, dünyanın her bir köşesindeki çocuklarına ve özgürlüklerine selam olsun...
Evrensel'i Takip Et