Bırakın beyaz yakalının yakasını
Arif Koşar
İki anlamda... Birincisi... “Dünya değişti”, “eski hayaller bugün çöktü”, “ontolojik bir değişim var”, “postmodern bir dönemde yaşıyoruz” diyen eski solculardan muhafazakarlara, neo’lu liberalden CEO’lara kadar dillerden düşmeyen “bilgi toplumu” lakırdıları... Tabi, sosyal bilimler literatürünün dibine kadar batmış bu kavram için “lakırdı” demenin utancını ben bireysel olarak yaşamakla birlikte, bu utanç hepimizin... Çünkü, cep telefonu kalite derken çalışma yaşamında hâlâ günlük üçer-beşer işçinin öldüğü, 19. yüzyıla dönüldüğü bir dönemde bunu söylemek abesle iştigaldir. Şimdi, “dünya değişti” deme zamanı bizde... 19. yüzyılda değiliz. O zamanlar, mühendis, yüksek vasıflı tekniker ya da idari bölümlerde çalışan çeşitli meslek mensupları ayrıcalıklı denilebilecek durumdaydı. Çünkü azdı. Bugünkü gibi ortalık İktisadi İdari Bilimler Fakültesi mezunu iktisatçı, işletmeciyle... Neredeyse her sene 60-70 bin mezun veren 700 bini aşkın mühendis yığınağıyla dolu değildi. Azdı, az olunca da değerliydi. Eee, sermaye bu... Lazım olunca, üniversite, teknik eğitim falan... Yurdun dört bir yanı ‘demir’ üniversitelerle örüldü. Vasıflı olma hali, ortalama vasfa hatta vasıfsızlık haline dönüştü. Bir dil bir insan, iki dil iki insan piyasada geçmez oldu. Olsa olsa üç dil bir insan oldu....
YAKANIN TER EMME KAPASİTESİ
Tabi işler de 19. yüzyılda kalmadı. İhtiyaçlar belli ölçülerde değişti. Hizmet sektörü gelişti; finans, sigorta, medya, danışmanlık, reklam vb. vb. Belki de yüzde 90’ı, kapitalist-dışı bir akılla bakıldığında gereksiz iş... Ama iş işte. Ücret alınıyor... Emekçiye lazım yani... Zaten makarna, burs, aile ortaklığıyla okulu bitirebilmiş ‘beyaz yakalı’ya da... İşte, genişleyen bu sektörlerde çalışanlar, plazalardaki büroları dolduranlar günümüzün ‘beyaz yakalıları”... Kimisine göre “yeni orta sınıf”... Özelliği de bol para, küçük ölçekli sosyetik yaşam tarzı, şirket kültürünü benimsemiş, patron adına işçiyi denetleyen vb. denir. Oysa, eğer beyaz yakalı diye bir kategori varsa; bunun yaşamda bir karşılığı varsa; o yakanın dantellerine ve ter emme kapasitesine daha yakından bakmamız gerekir. Örneğin sanal dünyanın algoritmaları arasında salınırken C++ kodlarının canına okuyan bilgisayarından endüstri mühendisine kadar ‘bilişim’ kurtları... Her daim yetiştirmek zorunda olduğu kod yazımıyla işyerinde kan ter içinde kalması bir yana... Sadece bembeyaz gömleğinin yakaları terden kapkara olmakla kalmıyor. Üstüne evinde pijamasıyla kod yazarken, pijamanın açık mavi yakaları da vücut ısısının kimyasal etkisiyle farklı bir renk alabiliyor...
VUR HA VUR
Aslında, “vur ha vur” nakaratıyla işçilerin haklarına vurulan her darbe, “beyaz yakalı” denilen emekçilere çok daha öncesinden “şirket kültürü” ayağına zaten balyozla indirilmiş bulunuyor. 2003 yılında 4857 sayılı İş Kanunuyla çalışma süreleri esnekleştirilirken “beyaz yaka” sahibi zaten esnek olmayan bir çalışma süresi görmüş müydü? Saat 6’dan sonra dosyaları karıştırırken hiç mesai almış mıydı? Özetle, her toplum gibi, beyaz yakalı da ortadan ikiye yarılmış durumdadır. Bankanın bir şubesinin bir veznesinde çalışan “beyaz yakalı” ile bankanın genel müdür mevkiini işgal eden “beyaz yakalı”nın yaka kalitesi arasındaki fark, emekçilerle patronların dizleri dibindeki asalak tabaka arasındaki devasa farka işaret eder kolaylıkla... İşte bunun için... Göz var nizam var... “Beyaz yakalı”ya “patronun kader ortağı” demeyin... Bırakın yakasını...
FULL PERFORMANS
İkincisi... Devasa bir insan kaynakları literatürü... Okuyunca, plaza ofisinin rekabetçi ama nazik insanları akıllara gelir. Performanslar full’dur... Ufak tefek mobbingler olsa da, keyif de, ücret de gıcırdır. Yani derdi de başka bir dünyanın derdidir sanki... İş cinayetleri, geçim sıkıntısı, ücret düşüklüğü, adaletsizlikler, sömürü, bunların hiçbiri ‘töbe ki’ yoktur. Oysa hayat, biber kapsülü gibidir. Acı ama gerçek... Pof poflanan ‘beyaz yakalı’ yaşam tarzı da... Bir ölçüde... Ayranı yok içmeye, tahtırevanla gider durumudur. Yaşam standardı, elbette 800 TL’lik asgari ücret durumunda değildir. Ama adı sanı bir bankalarda 1000 TL civarında ücretle çalışan, işten çıkışı akşam 9’u bulan garibim “beyaz yakalı”nın, diploması olmasa sekiz dört vardiyasında bir fabrikada çalışmak için can atışı işten bile değil. Asgari ücretle çalışan mühendisler, işsizlik oranları yüzde 37’yi vuran genç mezunlar, ataması yapılmayan öğretmenler, canlar, ciğerler... Tam 40 yıl önce, Braverman’ın Emek ve Tekelci Sermaye kitabındaki, büro çalışanlarının proleterleşmesi; şimdi takım elbiseli-kravatlı haliyle o kadar açık ki... Bırakın yakasının rengini, oradaki tere bakın...
Evrensel'i Takip Et