Dersim seçimleri ve sorumsuzluk koalisyonu
Seçim kampanyaları çerçevesinde CHP lideri Kılıçdaroğlu, 19 Mayısta memleketi Dersim’e geldi ve (Yaş ortalamasının 60 civarında olduğu söylenebilecek bir kitleyle) bir miting düzenledi. Bilindiği gibi, son zamanlarda “CHP değişiyor, açılıyor, halkçılaşıyor, AKP’nin önünü kesecek” vb. t&u
Seçim kampanyaları çerçevesinde CHP lideri Kılıçdaroğlu, 19 Mayısta memleketi Dersim’e geldi ve (Yaş ortalamasının 60 civarında olduğu söylenebilecek bir kitleyle) bir miting düzenledi. Bilindiği gibi, son zamanlarda “CHP değişiyor, açılıyor, halkçılaşıyor, AKP’nin önünü kesecek” vb. türden (ki bir siyasal olgu olarak CHP’nin misyonu ve siyasal tarihi gelişiminden habersiz) çoğu yüzeysel değerlendirmeler yapılıyor. Kılıçdaroğlu’nun özellikle de Dersim’e gelmesi, burada yapacağı konuşma merak konusuydu. Sağdan-soldan birçok kesimde beklentiler oluşmuştu. Ancak Kılıçdaroğlu diğer seçim mitinglerinde söylediklerinden pek farklı bir şey demedi. Ancak hem seçtiği tarih, hem kullandığı “Adım Kemal, Kemal’in okullarında okudum” ifadeleri, CHP ve onun liderinin “değişim çıtasını” ve 12 Hazirandan sonraki duruşuna ilişkin ipucu niteliğindeydi.
Cumhuriyet tarihinden bu yana “Kemal’in okulları” devletin asimilasyon politikasının laboratuvarları olmuştur adeta. Buradan bakınca bile, Kılıçdaroğlu ve CHP’nin tarihsel-inkarcı duruşundaki istikrarını ve ısrarını (Mümkün olacaksa, bazı format değişiklikleriyle birlikte) sürdüreceğini söylemek çok zor olmasa gerek…
Zaten bizim de CHP’yi tahlil etmek gibi bir derdimiz yok bu yazıda. Daha çok Dersim yerelinde seçim sürecinde ortaya çıkan tabloyu kısaca değerlendirmek istiyoruz. Ve bu tabloda ilk göze çarpan bir unsura, Dersim’de yerel seçimlerle başlatılan ve giderek geliştirilen Kürt karşıtlığının vardığı boyutlara değinelim diyoruz.
‘KÜRTLER DERSİMLİLERİ ASİMİLE EDİYOR’MUŞ!
Çok açıktır ki, başka özgün inanç ritüelleriyle birlikte Alevi inancı ve yine Kürtçeyle birlikte Zazaca dili Dersim’in sosyolojik gerçeklikleridir. Bunu kim inkar edebilir ki? Ama bu gerçeklikleri, özellikle Kürt politik uyanışının karşısında konumlandırarak “Alevicilik- Zazacılık” diye tanımlanabilecek bir “mikro-milliyetçi” politikanın dayanağı haline getirme çabalarını farklı bir kategoride değerlendirmek gerekiyor elbette. Öteden beri işlenen bu yaklaşım, geçtiğimiz yerel seçimlerde daha bir boyutlandı ve solcu bir politik çevre (Demokratik Haklar Federasyonu-DHF) tarafından da (en hafif deyimle) “tolare” edilerek “anlayışla” karşılandı. Ve aslında, fiili olarak uzlaşıldı, seçim sonrasında da politik rant kaynağı olarak kullanılmaya devam edildi. “Resmi” olarak kabul edilmese de, bütün Dersimlilerin de bildiği, gözlemlediği gibi, fiili bir durum bu. Kendilerine devrimci demokrat diyen bu grup, yerel seçimleri, tam bir rekabetçi yaklaşımla “her şey mübah” minvali üzerinden sürdürdü. Yanına aldığı kimi mikro milliyetçi kişi ve çevrelerle seçim faaliyeti yürüttü. Bu fiili çizgi üzerinden yakalanan oy yekününün cazibesiyle, bu yaklaşım seçim sonrasında da terk edilmedi. Bilakis daha derinleştirilerek yaygınlaştırılmaya, alenileştirilmeye çalışıldı. Dersim’i, bulunduğu bölgeden, ülkeden hatta dünyadan soyutlayarak, “devrimin merkezi”, “insanlığın kutsal mekanı” vb. söylemlerle adeta kendi dünyasına hapsetmeye çalışan bu ‘özgün koalisyon’, işi “Kürtler Dersimlileri asimile ediyor” şeklindeki gerici propagandaya kadar vardırdılar.
Ve bu tehlikeli, sorumsuz yaklaşım üzerinden hedefe konulan BDP ve Kürt hareketi, ‘eleştiri’ kapsamında değerlendirilemeyecek bir karalamaya tabi tutuldu. Belediye hizmetlerine dair kimi eksik ve yanlışlar bile bu propagandanın gerekçesi yapılabildi. Sonuçta, İbrahim Kaypakkaya’nın devrimci geleneğinden gelen bir grup, söz konusu temelde politika yapmaktan imtina etmeyen bir sorumsuzluğun ortağı olabildi Dersim’de.
Diyelim ki Zazalar ayrı bir ırk, Zazaca ayrı bir dil, Dersimliler Kürt değil Alevi. Böyle olsa bile, ezilmişliklerinin, tahkir, sürgün ve kıyımların sorumlusu burjuva-faşist sistemken, esas olarak Kürt hareketini hedefe koymak ne oluyor? Açık ki bu yaklaşım sisteme değil, mücadele edenlere karşı etkin oluyor ve bu haliyle (bilerek veya bilmeyerek) etkin oldukları alanlarda sistemin ihtiyaç duyduğu kültürel-politik kodları yeniden üretmiş oluyorlar.
BİR İDDİA VE BİR SORU…
Yaklaşım bu olunca da Dersim katliamının faili, yılların CHP’sinin başına Dersimli bir Alevi gelince, fail birden mağdur oluveriyor. Dersim’de bitmiş bir parti olan CHP yeniden dirilirken, bizim kızıl komünistlerimizde hiçbir rahatsızlık emaresi görünmüyor. Çünkü bu yeniden diriliş zemininin oluşmasında, başından beri bahsettiğimiz pozisyonda olan ‘koalisyon’un katkıda bulunduğu gerici iklimin etkisi, Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin başına geçmiş olmasından daha az değildir. Sürecin bu aşamaya varmış olması, bu kentte yıllardır mücadele eden sosyalist, devrimci, demokrat, yurtsever harekete yaramadığı gibi, sistemin temel dinamiği olan burjuva mihraklara ve özellikle CHP’ye yarıyor.
Şimdi 12 Haziran seçimlerini boykot edeceğini açıklayan DHF’nin, Dersim’de CHP merkezi tarafından Kamer Genç’ten sonra ikinci sıraya konuşlandırılan Hüseyin Aygün’den dolayı (Ki bundan önceki seçim dönemlerinde hep beraberlerdi) “el altından” CHP’yi destekleyeceği yönünde oldukça yaygın bir iddia var. DHF herkes tarafından dillendirildiği halde, bu iddialara ilişkin hiçbir merkezi açıklama yapmadı daha.
Sormak gerekmez mi şimdi:
Bu fiili durumu nasıl açıklıyorsunuz acaba?
Alan razı, satan razı, size ne oluyor, işinize bakın mı diyorsunuz?
Hayırlı işler öyleyse!