İflah olmaz bir sentez: Kızıl darı tarlaları
Çinli yazar Mo Yan’ın ‘Kızıl Darı Tarlaları’ Haziran ayında Can Yayınlarından çıktı. Yan, 2012 Nobel Edebiyat Ödülünü alınca, roman daha piyasaya çıkmadan ünlenmiş oldu.
Ercüment Akdeniz
Çinli yazar Mo Yan’ın ‘Kızıl Darı Tarlaları’ Haziran ayında Can Yayınlarından çıktı. Yan, 2012 Nobel Edebiyat Ödülünü alınca, roman daha piyasaya çıkmadan ünlenmiş oldu.
ÜÇ KUŞAĞIN ÖYKÜSÜ
Roman, 1923-76 yılları arasında Shandong ailesinden üç kuşağın yaşamını anlatıyor. Ne var ki, romanın seyri kronolojik bir sıra izlemiyor. Parçalar halinde sunulan masalsı olayların arasındaki gelgitler özgün bir akıcılık yaratıyor:
Çin’de henüz devrim gerçekleşmemiştir. Japon ordularının istilası ile karşılaşan Çin’de direniş savaşı başlar. Romanda mekân olarak Gaomi Güneydoğu Bucağı seçilmiştir. Çünkü Mo Nehri’nin etrafına dağılmış, birbirine uzak ve küçük köylerden oluşan bu arazi, gerilla savaşına en uygun bölgedir. Romanın anlatıcısı Yan’dır ama yaşanan olaylar yazarın büyük dedesine, dedesine ve babasına aittir. Kimi bölümlerde olaylar büyük nine ve nineler etrafında döner.
Uğradığı haksızlık karşısında öfkesine teslim olan büyük dede, bir rahibin kanını döker. Bu cinayetin ardından başlayan haydutluk macerası onu nam salmış bir eşkıya yapacaktır. Bölgede güç oluşturmaya çalışan eşkıya grupları arasında ise amansız çatışmalar yaşanır. İmparatoru temsil eden Kaymakamlık bölgede hâkimiyet kurma derdindedir. Bölgede aynı zamanda Çin Komünist Partisi’ne bağlı gerilla birlikleri ile Komintang arasında da sert çatışmalar yaşanır. Kırsalda herkes birbirine diş geçirmeye çalışırken faşist Japon istilası ve onların kuklalarının yaptığı katliamlar, Gaomi’deki tüm güçleri birleştirir. Düşmana karşı savaş sürerken iç çatışmalar da devam edecektir.
‘TÜKENMEYİZ KIRMAK İLE…’
Bütün bu çatışmalar sırasında, insanın kanını donduran büyük katliamlar ve acılar yaşanacaktır. Bu kitabı okumazdan önce, köyün kasabına derisi zorla yüzdürülen bir direnişçinin çektiği acıyı tasavvur etmek mümkün olmasa gerek! Ya kasabın çektikleri? Orasını okurun direncine bırakalım…
Başka bir bölümde köpek sürüleriyle insan sürüleri birbirlerinin etrafında ölüm dansına tutuşurlar. Savaş, soğuk ve kıtlık ortamında ayakta kalabilmek; köpekler için insan leşi yemeyi, savaşçılar içinse köpekleri vurarak pişirmeyi gerektirecektir! Romanın en sarsıcı sahnelerinden biri de yazarın ikinci ninesinin başına gelenlerdir. Bir köy baskınında altı Japon askerinin tecavüzüne uğrayan kadın tüm Çinli kadınların çektiği acıyı simgeler. Anlatım olağanüstüdür ve okuru derinden sarsacak niteliktedir.
Yan’a göre direnişin net olarak cesur ya da korkak kahramanları yoktur. Cesurlar korkaklaşabileceği gibi korkaklar da olayların akışına göre cesur bir kahramana dönüşebilir. Nitekim Çopur Cheng ihanet ve korkaklıktan kahramanlığa geçiş yaparken, cesur lider Yo Zhano’a zaaflarına yenilerek yüzlerce savaşçının ölmesine neden olur.
Bütün bu olaylar örgüsü içinde kızıl darı tarlaları, renkten renge resmedilerek; kırmakla tükenmeyen yurtsever Çin halkını temsil eder.
NOBEL İÇİN İLLA DEZENFORMASYON MU GEREKİYOR?
Mo Yan’a Nobel Ödülü verilirken gerekçe şöyle açıklanmıştı: “Halk masallarını tarihi ve günümüz sanrısal gerçeklikle kaynaştırdığı için”… Romanı okuduktan sonra gönül rahatlığıyla diyebiliriz ki; Mo Yan, doğanın, renklerin, köy insanının ve yurtsever direnişin olağan dışı bir destancısıdır. Eğer Yan burada noktayı koysaydı ona ödülü veren Nobel heyeti alkışlanabilirdi. Ama öyle olmadı!
Toplam 522 sayfalık bu eşsiz romanın içinde, içine ‘sokuşturulmuş’ hissi veren öyle bir 5-6 sayfa var ki, kitabın tüm tılsımı bozuluyor ve gerçeklik altüst ediliyor:
“Ne Komünist Partisi’ndenim ne de Komintang’danım, ikisinden de nefret ediyorum” diyor direnişe katılan kitabın kahramanlarından biri. Olabilir mi, elbette olabilir!
Devrimden sonra, “Komün” olarak adlandırılan Parti Şubesi’nin sekreteri sorumsuz bir kişilik olarak resmediliyor. Ve karnesi bittiği için ekmek vermediği yaşlı savaş gazisi açlıktan donarak ölüyor. Olabilir mi, elbette o da olabilir! Nitekim bizim ne tek tek komünistlerin yanlışlarını ne de Çin Komünist Partisi’nin izlediği sakat sosyalizm anlayışını savunma derdimiz var! Elbette “kültür devrimi”nin yanlışlarını savunmak da işimiz değil. Ama yazar bu diyalogları öylesine cesaretsizce ve ne düşündüğünü gizleyerek veriyor ki, gerçekten kime ne dediği anlaşılmıyor. Ve Mo Yan geriye, sosyalizm düşmanlığı rüzgârını arkasına almış bir şüphecilik hediyesi bırakarak, Nobel’e uzanıyor.
Yan için Çin’de yaşayıp Nobel alan tek insan deniyor. Zaten kapitalizm ve emperyalist bir ülke olma yolunda epeyce mesafe almış bir Çin için, Nobel’i böylesi bir ideolojik dezenformasyon üzerinden almanın nasıl bir sakıncası olabilir ki?
EDEBİYATIN YILDIZLARI İZ BIRAKINCA…
Kızıl Darı Tarlalarına başlayan okur, her bölümde edebiyatın farklı yıldızlarının izini görecektir. Zaten yazar da özellikle kitabın üçüncü bölümü bitirdikten sonra okuduğu Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık kitabından etkilendiğini söyler.
Köy yaşamının zorlukları ve köylü insanın sert mizacının resmedildiği bölümler, okuru, Şolohov’un Ve Durgun Akardı Don eserine götürür. Savaş sahneleri ve acımasız infaz anlatıları Remaque’nin Garp Cephesi’nde Yeni Bir Şey Yok’ eserine yakındır. Zaman makinesiyle yolculuk yapar gibi, tecavüze uğramış ikinci ninesinin yanına giden ve onunla konuşan Mo Yan, Çernişevski gibidir; iğrençliğin yaşandığı köy evinde hem ninesiyle hem de okurla konuşur.
İsterseniz artık bitirelim; Arthur Koestler son olsun…
Koestler’in komünist parti saflarındayken kaleme aldığı ‘Spartacus’ dünyaca ünlüdür. İzleyen yıllarda saf değiştiren Koestler, toplumcu gerçekçi edebiyatın da uzağına düşecektir. İşte Mo Yan’ın ‘Kızıl Darı Tarlaları’; Koestler’in yaşadığı bu iki zıt dönemi alıp bir kitapta yoğurmaya çalışan iflah olmaz bir sentez gibidir.
Ayıklamayı başaranlara okumayı şiddetle öneririz…