Eylül geldi… İlk ders zil çaldı… Ataması yapılan “şanslı” eğitimci arkadaşlarımız yeni görev yerlerine ulaştılar ve yeni görevin heyecanı içindenler. Onlara yeni hayatlarında başarılar diliyorum. Bizler, yani ataması yapılmayan öğretmenler, “umutlarımızı” önümüzdeki temmuza bıraktık.
İlk satırlar okunduğunda atanan öğretmenlere serzenişte bulunuyormuşum gibi görünebilir. Hayır, aksine gecelerini gündüzlerine katıp verdikleri emeği ne kadar önemsediğimi belirtmek isterim. Çünkü zorlu geçen bir üniversite yaşamının ardından yeniden bir sınav stresi yaşamak ne demek iyi biliyorum.
Bu mektup atanamayan bir öğretmen olarak ailemin “dizinin dibinde” de yazılabilirdi elbette ama benim ve birçok arkadaşımın da hissettiği gibi ailemizin yüzüne bakacak “yüzümüz kalmadığından“ birçoğumuz gibi bana da sonunda valizimi toplamak ve büyükşehirlerden birinde iş bulmak kaldı.
İçinde bulunduğumuz duruma yapılacak en kestirme yorum sanırım “e atanan nasıl atanıyor? Siz de daha fazla çalışsaydınız.” olabilir elbette. Ama burada durup sorgulanması gereken bazı noktalar bulunmakta. Örneğin; bizler eğitim fakültesi mezunları olarak aslında mezun olduğumuz gün öğretmen olmamış mıydık? 4 yıl, hatta bazı bölümler için 5 yıl, öğretim dönemlerimizi tamamlamamış mıydık? Kamu okullarında hala bu kadar öğretmen açığı bulunmaktayken bizler neden hala ücretli öğretmenlik ya da özel sektör koşullarında çalışmaya mahkûm ediliyoruz? Neden hala bir sınav çıkmazına sürükleniyoruz?
Yukarıdaki soruların cevapları gün gibi ortadadır aslında. Öğretmenler düşük ücretlerle uzun çalışma saatlerine hapsedilmek isteniyor. Özel sektörde çalışmak tamamen kişinin kendi isteğiyle yapacağı bir seçimken günümüz koşullarında zorunluluk haline getiriliyor. Sürekli yenilenen “soru bankaları”, açılan KPSS kurslarına ciddi paralar ödeniyor. Her sene binlerce mezun “öğretmen”, yüksek ücretler ödeyerek bir umut sınava giriyor ve ortada dönen müthiş paralar var. E tabi bir de bu işten rant elde edenler…
İşin sadece maddi kısmına takılmak da bizlere haksızlık tabii ki. Harcadığımız emek, bozulan psikolojiler, ailelerimiz gözünde gördüğümüz “acaba bu sene olur mu?” sorusuna tahammül etmeye çalışmak da cabası.
İşe bir de diğer taraftan bakacak olursak “açık yok. İstihdam sağlayamıyoruz.” gibi bir bahaneyle karşı karşıyayız. Bu kabul edilebilir bahane değildir. Çözüm olarak eğitim fakültelerine geçici süreyle öğrenci alınmayacağı açıklandı. Fakat bu da günü kurtarmaktan başka bir şey değildir. Çünkü fakülteler yeniden açıldığında ilk yıldan itibaren yığılmalar yaşanacaktır. Bu işin bu sistemdeki tek çözüm yolu ihtiyaca kadar öğretmen adayını fakültelere yerleştirmekten geçer.
Yine de bize yaşatılan tüm zorluklara rağmen mesleğimizin ne kadar özel ve önemli olduğunu da belirtmekte yarar var. Her şeye rağmen bir kez daha seçme şansım olsa yine öğretmen olurdum demekten kendimi alamıyorum.
Öğretmenlik emek vermeden, “hiçbir şey olamazsam öğretmen olurum.” mantığıyla yapılacak bir iş değildir. Öğretmenlik gönül işidir. Bu yola gerçekten gönül vermiş arkadaşlarımla “öğretmen adayı” olmaktan çıkıp, “öğretmen” olduğumuz günleri görebilmek umuduyla…
Merve YILDIRIM / Kartal-İSTANBUL
5 Ekim 2013 19:21
EVRENSEL'İNMANŞETİ

Peşkeşe ‘dur’ de!
Çayırhan Termik Santralinin özelleştirilmesi için alınan ve genelde mal değerinin yüzde 10 düzeyinde belirlenen geçici teminat bedeli 250 milyon TL oldu. Bu bedel madenin sadece 3.5 günlük kazancına denk geliyor. Satışa karşı direnişi sürdüren madenciler, ‘Yağmayı durduralım’ çağrısı yaptı.

DEM Parti’de toplantı üstüne toplantı
Özel yetkilendirilmiş TBMM komisyonu gündemde

İzmir’de üç tütün fabrikasında grev var
'Ömrümüzü verdik, emekli bile olamadık'

Elif Görgü'nün haberi
Ukraynalı Gazeteci Guz: Ukrayna, ABD desteğini korumak için çıtasını düşürecek

Ragıp Zarakolu'nun yazısı
Evrensel'i Takip Et