Yarınlara umutla ba-ka-ma-mak!
26 yaşında! Hayata tam da başlayacak yaşta, geleceğe umutla değil de umutsuzlukla bakmakla başladı her şey. Eğitim alırken, okurken her şey çok farklıydı. Arkamızda ailemiz, bizi destekleyenler vardı. İlkokul ardından ortaokul 8 yıl ve lise 4 yıl ardından 4 yıl da üniversite eğitimi...
Nereden bilebilirdik ki bütün bu eğitimi 1 saatte çöpe atacağımızı? Nereden bilebilirdik ki 3 çocuk diye her gün bas bas bağıran bir devletin bizi işsizliğe umutsuzluğa terk edeceğini? Bilemezdik o zamanlar gençtik. Her şey başkaydı. Çeşitli umutlarla girilerek okunan bölümler. Ve ben de öğretmen olmak umuduyla girdim bu yola. Müzik öğretmenliğini kazandım. Okurken çeşitli kurslar verdim. Yan flüt, gitar öğrettiğim öğrencilerim oldu. Onların gelişimini gördükçe daha çok sarıldım bu mesleğe. Daha fazlasına ders vermeliyim dedim.
Öğretmenlik daha bu bölümü okurken içimize işlenmişti. Öğrencilerimizin gelişimlerini gördükçe, daha fazla sarılırsınız bu mesleğe, daha çok öğrenci ile buluşma hayaliyle dolarsınız. Velhasıl eğitim hayatınız, bu güzel hayallerle ve yapmak istediğiniz ideallerinizle mesleğe başlamak için hazır bir şekilde biter, mezun olursunuz. Şansınızı ilk önce devlet okullarında denersiniz çünkü bilirsiniz ki Anadolu’nun bağrında öğrenmeye aç milyonlarca çocuk bilgiye aç parlak gözleri ile öğretmenlerine kavuşmayı beklemektedir. Fakat yine bilirsiniz ki bu kadar öğretmen açığına rağmen önünüzde bir sınav vardır ve alanınız dışında size sorulan bir sürü soru vardır.
Bu eğitim sistemi sadece alanınızdaki bilginizi ölçmez. Bunu da bildiğinizden bir yılınızı verip ders çalışırsınız. 1 yıl yani 52 hafta yani tam 365 gün 6 saat ve her yıl sizi bir yaş daha yaşlandırır bunu da bilirsiniz. Sınav günü gelir, bir yılın emeğini 2 saatte sonuçlandırmanız gerektiğini de bilirsiniz ve bunun stresiyle o sınava girersiniz. Sonra beklersiniz. Sonuçları beklerken hiçbir yere başvuramazsınız. Ne özel okullara, ne kolejlere. Çünkü atanıp içinizde bir yerde yoksul ailelerin çocuklarına da ulaşma isteği vardır.
Sonuçları beklemeye devam edersiniz derken Ağustos’un sonlarına doğru sonuçlar açıklanır. Fakat bitmez bekleyiş, bu sefer kontenjan bekleyişi başlar. Kontenjanlar da Eylül’ün ilk haftası açıklanır. Ve sonuç bir yılın emeğini çöpe atmış, geleceğe umutsuzlukla bakan öğretmenler ordusu bırakır. Üstelik öğretmen kadroları bile dolmamıştır.
Norm açığı hala vardır ve ücretli öğretmenlikle devlet kendi milletine çakallık yaparak ucuz insan gücünü eğitime de yansıtır. 500-600 TL, yarım ödenmiş sigortanızla cebinize harçlık koyar. Ücretli öğretmenleri alır da, öğretmen ihtiyacını, kontenjanı kadrolu öğretmenler atayarak kapatmayı düşünmez, istemez. Üstelik sonuçları beklemekten hiç bir okula başvuramamış öğretmenler işsizliğin en sancılı noktasında bulur kendini. Çünkü Eylül’de özel okulların öğretmen kadroları çoktan dolmuş olur. Ve sonra hayat mücadelesi başlar. Devlet size iş vermediği gibi, işsiz kabul etmez, işsizlik maaşı da vermez. Sizi tabiri caizse elinin tersiyle yoksulluğa iter. Devlet yaşadığımız süre boyunca hiçbir zaman size sosyal yüzünü göstermez. Çaresizlik içinde bir yıl 52 hafta 365 gün 6 saat daha işsizliğe mahkûm eder. Sonra düşünürsünüz bu devlet ne için var?
EZGİ / Kartal’dan atanamayan bir öğretmen
Evrensel'i Takip Et