Kara dişliler arasında öğütülecek yaşamlar değiliz
Bu fabrika bir başka, adı “bebek fabrikası”. Bizden yüzlerce kilometre uzakta kurulu bu fabrikada “bebek” yapılıyor. Hayır, oyuncak bebek değil, canlı kanlı bebekler… Zengin batılıların, 28 bin dolar ödeyerek, yoksul Hintli kadınları “taşıyıcı anne” olarak kiraladıkları bir fabrika-hastaneden bahsediyoruz. Yoksulluğun ve sömürünün vardığı boyutu düşünebiliyor musunuz?
Günlük gelirin 2 doların altına düştüğü, milyonlarca kadının korkunç koşullardaki fabrikalarda hiç dışarı çıkmadan, ürettikleri malzemelerin arasında yatarak ve en küçük bir kıvılcımda yanıp ölerek çalıştıkları, çocuklarını köylerde bıraktıkları, her türlü tacizle ve şiddetle karşı karşıya çalıştıkları fabrikalar yetmemiş olacak ki kadınların bedenleri üretimin payandası haline getiriliyor.
İşin en uç noktası bu görünebilir. Ama bir düşünün bizim memleket hallerini… Kendi çalışma koşullarımızı düşünelim. Çocuklarımız için duyduğunuz kaygının üstüne üstüne giderek bizi davet ettikleri çalışma şartları hep daha güvencesiz, hep daha geleceksiz, hep daha ağır koşullar olmuyor mu? Kapkara makine dişlileri arasına yaşamlarımızı ve umutlarımızı sıkıştırmakta bir beis görmeyenler yetinmemiş olacaklar ki kadınlardan daha fazlasını alabilmek için yeni yeni düzenlemelerle karşımıza çıkıyorlar. Bu düzenlemeler, bir yandan o dişlilerin arasına daha çok ve daha ucuz insan sıkıştırmak için bizden çok doğurmamızı bekliyor; bir yandan da daha fazla kadını o dişlilerin arasına sokmak için kendimizi işçi, yaptığımızı iş olarak göremeyeceğimiz çalışma koşulları sunuyor önümüze.
İşte hükümetin ha bire yapıp durduğu 3 çocuk çağrıları, Hindistanlı yoksul kadınlara doğurma makinesi muamelesi yapan aynı mantığın bir tezahürü değil mi sizce de? Tam da bu yüzden kadınların çalışma koşullarını düzenlemek için önümüze sürdükleri yasalar, esasen “ekonomiyi Çin ve Hindistan’a benzetme” arzusunun bir tezahürü değil mi?
Oysa biz çalışmak istiyoruz, ayakta durabilmek, geleceğe güvenle bakabilmek, umutla ve onurla yaşayabilmek için güvenceli ve insana yarışır iş istiyoruz. Onların bizi sıkıştırmak istedikleri kara dişlilerin yerine emeğimizin gerçek karşılığını alabileceğimiz çalışma ortamları istiyoruz. İşte dergimizin sayfalarında hikayelerini anlatan her bir kadın bunun neden acil ve gerekli olduğunu ortaya koyuyor cümleleriyle. İzmir’den Bursa’ya, Çorlu’dan Tuzla’ya aktardığımız hikayelerin ortak paydasında “güvenceli iş, güvenceli yaşam, güvenceli gelecek” var.
Ve tabi hayatlarımız kimi zaman istihdam kimi zaman demokratikleşme adı verilen paketlere sıkıştırılmaya çalışılırken payımıza düşenlerin ne olduğuna da göz atıyoruz. Malum, demokratikleşme paketi olarak sunulan pakette ne kadının ne de barışın adı yok! Klavyelere özgürlük (!) getiren bu paket; kadınlara, Kürtlere, Alevilere, LGBT bireylere, çözüm sürecinin ilerlemesini ve barışın toplumsallaşmasını isteyen herkese eşitlik, özgürlük ve demokrasi getirmekten çok ama çok uzak. Paketi patlatanların hemen iki gün sonra Suriye’ye müdahale için tezkere çıkarması da kadınların beklentilerinden ve taleplerinden ne kadar uzak olduklarını gösteriyor. Cevriye Aydın ve Fikriye Akgül’ün yazıları bu paketten dökülenlere dokunuyor, Ayla Belek ise köşesinde Çengelli İğne’yi paket balonuna batırıyor.
Eylül ayının ortaya saçtığı eğitim sorunlarını ele almaya devam ediyoruz. Zaman geçtikçe kangrenleşen sorunlara karşı kadınların sözlerini ve ortak mücadele deneyimlerini dergimiz sayfalarına taşıdık. Ortak mücadele deneyimi demişken, hani neredeyse her sayıda ele aldığımız sorunlarımız var ya; şiddet gibi, kreş gibi, sosyal alanların yokluğu gibi…- tüm bunlara karşı emek emek biriktirilen çözüm merkezleri de ortaya çıkıyor. Esenyalı’da kurulan derneğin ilk adımlarını taşımıştık geçen ay sayfalarımıza, bu ay da o adımların nerelere yol aldığını okuyacaksınız. Menemenli kadınların kreş mücadelesinin deneyimlerinden feyz alacaksınız. Ha, bir de gencecik kadınların kendi çevrelerinde yürüttükleri bir anket çalışması var ki, okudukça ve biriktirdikleri bilgiyi ve azmi gördükçe geleceğe daha bir umutla bakacaksınız…
Mektuplarımız dolu dolu bu sayıda da. Direniş alanlarında, mahalle aralarında, mutfak masalarında, esnaf tezgahlarında yazılmış birbirinden güzel mektuplar umuyoruz ki size de kağıdı kalemi elinize alma heyecanı verir…
Kasım ayında görüşmek üzere…
Ekmek ve Gül
Evrensel'i Takip Et