Yalnız bir kadından canavar yaratmak
Türkiye onbeş gündür iki aylık bebeğini evde bırakan öğretmen bir kadının yaşadıklarını ve bebeğin ölümünü konuşuyor. Gazeteleri, televizyon programları, sosyal medyası, sokağı, evleri, işyerleri ile herkesin bir şekilde katıldığı bir konuşma hali bu.
Aylin OKUTAN
Türkiye onbeş gündür iki aylık bebeğini evde bırakan öğretmen bir kadının yaşadıklarını ve bebeğin ölümünü konuşuyor. Gazeteleri, televizyon programları, sosyal medyası, sokağı, evleri, işyerleri ile herkesin bir şekilde katıldığı bir konuşma hali bu.
Haberlerde, daha ilk günden konu ile ilgili hüküm verilmişti: anne canavardı. “Zalim anne”, “vicdanın hiç mi sızlamadı”, “böyle anne mi olur” cümleleri, haber başlıklarında en sık kullanılan ifadeler oldu. Üstelik kadının kimliğini deşifre edecek şekilde fotoğraflar ve isimlerle. Sonra herkesin bir yerinden dahil olduğu bir linç kampanyasıdır başladı.
Derken kadının giyim tarzından öğretmenliğine, hayat tarzına kadar her şey sorgulanmaya başlandı. “Kırmızı pantolon giymesini biliyorsun ama...” diyerek lanetler okundu kadına. Annelikler karşılaştırıldı haberlerde, “o da anne” denilerek engelli çocuğunu bilmem kaç kilometre sırtında taşıyarak okula götüren kadının yaşamı anlatıldı. Haberin içeriğinde fuhuşu ima edecek bile tek bir cümle olmamasına rağmen bir habere “Dramın altından fuhuş çıktı” başlığı atıldı. Genç kadının “bebeğimle ailemin yanına gitseydim beni öldürürlerdi” sözünün üzerinde kimse durmadı oysa.
Birazcık aklı selim değerlendirmeler ise ancak kadının akıl sağlığının yerinde olup olmadığına noktasına takıldı. Kadının doğum sonrası depresyon yaşamış olma ihtimali üzerinde duruldu. Bir ara, baba nerede diye sorulmaya başlandı, inceden bir sesle. Kadının bebeğinden haberi olmayan ailesi, bebeğin ağlamasını duymayan komşular vs. daha geniş bir çevre de sorumlu tutulmaya başlandı yaşananlardan. Ama yine de asıl suçlu kadındı, “herşeye rağmen” böyle yapmaması gerekirdi, o kadar.
HIRSIZIN HİÇ Mİ SUÇU YOK ?
Bir kadını lanetleyerek, şeytan ilan ederek belki kendimizi, insanlığımızı, kadınlığımızı ya da anneliğimizi tatmin edebiliriz. Ama gerçekte, bunun dışında hiç bir şey yapmamış oluruz. Bir de genç kadının ve bebeğinin yaşadıkları üzerinden anlamaya ve çözüm üretmeye, başka kadınlar ve çocuklar için ne yapılabileceğine odaklanarak hikayeye bakmaya çalışalım.
Türkiye'de bekar annelik oldukça zorlu bir deneyim. Üstelik henüz bekar annelik dediğimizde anlaşılan şey, eşinden ayrılmış ya da eşini kaybetmiş kadınlar. Oysa bekar annelik, evlilik olmaksızın çocuk sahibi olan kadınları ifade eder daha çok. Boşanmış ya da eşini kaybetmiş bir kadının tek başına ebeveynlik yapması bile hala bir çok duvara çarparak ilerlenmesi gereken zorlu bir süreçken, isteyerek ya da zorunda kalarak evlenmeden çocuk sahibi olan kadınların yolu çok daha meşakkatli bizde. Devletin, yasaların ve toplumun ‘ahlak’ testinden sınıfta kalmak ve bu başarısızlıkla yola devam etmek, yok sayılmak...
Şimdi genç kadının yaşamış olabileceklerini düşünelim. Hamilelik, kadınlar için özel ve hassas süreçlerdir. Her türlü desteğe sahip kadınlar için bile zorlu bir deneyim olabilir üstelik.Ya bunu herkesten gizleyerek, belli etmemeye çalışarak yaşamak zorunda kalmak? Hamileliliğin belli olmaması için kıyafetleri ayarlamak? Bebeğine isim ararken, kıyafet bakarken kimseye söyleyememek? Bebek belli olacak mı korkusunu her an içinde yaşamak? Öldürülme, dışlanma, suçlanma korkusu? Bu korkular gerçek dışı mı? Bebek beklemenin sevincini ya da üzüntüsünü kimseyle paylaşamayıp kendi kendine yaşamak? Hamilelik izni bile kullanamadan doğum sonrası işine devam etmek? Bu az bir çaresizlik midir gerçekten?
Doğum sonrası depresyon her kadının yaşayabileceği bir süreç gerçekten de. “Normal şartlar altında” bile sarsıcı olabilirken bu, (ki doğum sonrası depresyonun altında yatan nedenler ayrı bir yazı konusudur), bu şartlar altında bebek sahibi olan bir kadın neler yaşayabilir? Onu kim anlamaya çalışabilir?
Genç kadının kürtaj olmak isteyip istemediğini nereden biliyoruz? Kürtajı yasaklayan, tecavüz sonucu oluşan gebelikte bile kadına “sen doğur, devlet bakar” diyen devlet politikamız, istese bile kadının kürtaj olmasına müsade eder miydi? Herhalde etmezdi. Evli olan kadınlara bile kürtaj esnasında neler yaşatıldığını hatırlayalım.
KADIN KORUNAMADIĞINDA ÇOCUK DA KORUNAMIYOR
Sosyal medyada kadının yaşadıklarını anlamaya çalışan yorumlar karşısında sıkça yazılan “ne yaparsanız yapın kadını aklayamazsınız” yorumu oluyor. Yaşanan olayın en can alıcı noktası da, iki aylık bir bebeğin ölmüş olması. Peki bu nasıl engellenebilirdi? Bu ihmal tek başına kadına mı aittir?
Kadına yönelik her tür şiddet karşısında, çocuklar şiddetten doğrudan ya da dolaylı olarak etkileniyorlar. En hafif şekli ile şiddete tanıklık eden çocuklar, en uç noktada ise yaşam hakkından oluyorlar. Bu nedenle, kadınların şiddetten korunamadığı, bir destek mekanizması ile kuşatılamadığı durumda, çocuklar da korunamıyor. Bu olayda da kadını ve çocukları koruma mekanizmalarımız gerçekten ve yeteri kadar işlemiş olsaydı, tüm bunlar yaşanır mıydı? Genç kadın bunları yaşarken devlet ve kurumları acaba neredeydi? Doğumun yapıldığı hastane, üstelik bebeğin nüfus kaydı olmadığı halde, kadını ve bebeği öylece evine mi göndermeliydi? Kadının desteğe ihtiyacı olabileceği fark edilemez, destek alabileceği bir kurumla bağlantı kurulamaz mıydı? Milli Eğitim Bakanlığının gerçek sorumluluğu, kadının öğretmenlik yapıp yapamayacağına karar verilmesinde gösterilen başarısızlık mı gerçekten, yoksa yanı başında duran bir kadının yaşadıklarını anlayamayacak bir kurum haline gelmiş olmasında mı? Kadınların önyargı ile karşılaşmadan, aşağılanmadan, fişlenme endişesi duymadan korkusuzca gidip destek alabileceklerini bildikleri kurumlar olsaydı mesela, daha başka olabilir miydi bu hikayenin sonu?
AİLE ÇEMBERİNE KİM GİREBİLİR?
Bu yazının yazılmaya çalışıldığı süre içerisinde bile, eşinden ayrılmış iki kadın arkadaşımın çocukları ile ilgili zorlukları paylaşmak üzere iki ayrı uzun görüşme yapıp, birini ertelemek zorunda kalmış olma gerçeği orta yerde dururken, bunlar Türkiye'de bekar anneliği ‘becermenin’ kadınların iyi anneliği üzerinden tartışılamayacak olduğunu söylemeye yetiyor.
Ülkemizin ne politikaları, ne de uygulamaları bu kadınları ve çocuklarını destekliyor ve kucaklıyor. Türkiye'nin ‘ailenin korunması’ temeline yerleştirilen politikalarında buna yer açılmıyor. Bekar annelik, ‘aile’ çemberimizin içine giremiyor.