10 Kasım 2013 11:01

Evde dönüşümden geri dönüşüme

Ayşen Aksakal

Eskiden, çok eskiden değil ama; geri dönüşüm diye bir mevhum yoktu. Hatta çöpleri ezen çöp arabaları bile yoktu. Bazı semtlerde çöp dağları vardı, orası da martılara ve yalın ayak çocuklara yarardı. Kağıt geri dönüştürülmezdi. Dolayısı ile kağıt toplayıcılar da yoktu.Durum vahim değildi, çünkü çok tüketim yoktu. Üretim bu kadar makineleşmemişti, iş gücü değerliydi. Ürün de.

AZ ÜRETİP AZ TÜKETİLİRDİ

Suyu çeşmeden içerdik, plastik şişe atığı çıkmazdı. Sütü kapıya gelen sütçüden alırdık, süt kutusu çıkmazdı. Pazarcılarda poşet olmazdı, insanlarda pazar filesi ya da pazar arabası olurdu. Gazeteden yapılma kese kağıtlarına konurdu meyveler, sebzeler. Pabuçtur, kıyafettir bunlar bayramdan bayramaydı, her bayramda da değildi. Sıkılınca değil küçülünce vazgeçilirdi giysiden. Dikişli çorapla pençeli ayakkabı ayıp değildi. Ha keza kazaklar elde örülür, küçülünce sökülüp yeleğe dönüşürdü. İp incelmişse başka bir sökülen kazağın incelmiş ipiyle kaynaşır; kırçıllı bir hırka olarak dolaba girerdi.
Az üretip az tüketilirdi. Bizden bir önceki nesil, savaş görmüştü; karne görmüştü. Her şey değerliydi.
Geri dönüşüm yoktu; evde dönüşüm vardı.
Mesela kadın çorapları kaçınca biriktirilirdi. Sonra örülüp paspas yapılırdı. Mandallar tahtadandı ve kırılınca demirle tutturulup nihale yapılırdı. Sigara paketlerinden çıkan kağıtları düzelir, biriktirir zımbalardı esnaf; beleşe bir veresiye defteri haline getirilirdi.
Bayram şekerlerinin kağıtlarını iki yıl biriktirir, büker, iple diker, kapılara sineklik yapardık.
Meyve suyu, soda, süt, gazoz, bira hepsi cam şişedeydi. Bu cam şişelerin depozitosunu umursamayan bir kişi bile yoktu.

GAZOZ KAPAKLARINDAN OYUNCAKLAR

Gazoz kapaklarını taşla ezer, düzler, taso oynardı çocuklar.
Kabak tatlısı pişirildiği gün, çekirdekleri de bir tavada kavrulurdu illaki, ne demeye yediğimizi hiç anlamadığım iğde çekirdeklerinden tespih yapılırdı.
Bir gün mesela iki uzun demir boru getirdi babam eve, balkonda aylarca bekledi. Sonra 4 sunta çıktı kırılan yataktan, onlar da bir süre balkonda yattı. Sonra biz bir pazar; o suntalara boruların geçeceği delikler açıp, boruları yere ve tavana sabitleyip kitaplık yaptık; mis gibi beyaz yağlı boyayla boyadık ve tam 15 yıl o kitaplıkla yaşadık.
Çizme mesela; 10 yıl giyilirdi. Artık perişan olduğunda, annemin çizmesinden bana 24 numaraya eş bir terlik çıkardı.
Anneannemin bir demir tepsisi vardı. Yemin ederim en az 6 kez, evi her boyadığımızda artan boya ile boyandığına ben şahidim.
Sandalye kırılırsa önce yapıştırılır ve çivilenirdi. İflah olmaz haldeyse, parçalarından oturak yapılırdı. Kalanlar sobada yakılırdı.
Pamuk yataklar, yorganlar, yastıklar; ömürlüktü, pamuğu yıka, havalandır, hallaç’a çırptır, kışa misler gibi yenilerdin.
Tencere tava bakırdandı, arada sokağa bakılır kalaycı yolu gözlenirdi. Mis gibi kalaylanan bakır taslarda içilen ayran; otantik değil, hayatın içindeydi.
Retro, vintage bilmezdik; retro da bizdik vintage da.

SONRASI BİZ BÜYÜDÜK VE KİRLENDİ DÜNYA

Sonra...
Sonrası biz büyüdük ve kirlendi dünya.
‘80 sonrası kapılar açıldı. İthalat coştu, sonra üretim, sonra iş gücü ucuz ülkelerin işçilerinin günlük 1 dolara ürettiği mallar indirimlerde üç kuruşa gider olunca, doymadı gözümüz.
El örgüsü kazak beğenmez olduk, bayramlık mevhumu kalktı, bize her gün bayramdı; bir kazak bazen 3 ekmek parasına alınabiliyorsa bizim neyimiz eksikti? 3 ekmek paramız yok muydu?
Eskiden evde erişte keserken, kendimizi 20 yıl içinde makarnaya bir kazak parası öderken bulduk. Anneannelerimiz duysa kalpleri sıkışırdı.
Bu tüketime kağıt poşetten hediye paketine, fişine derken ne ağaç dayanabildi ne de su.
Makineler çalıştıkça iş gücü ucuzladı, makineler çalıştıkça kaynakları emdi, doğa kızdı, hava kızıştı, buzulları bile vurdu.
Şimdi bangır bangır bağırıyor küresel ısınma aktivistleri, sivil toplum örgütleri. Dünyayı yedik yuttuk çünkü. Havasını emdik, suyunu kuruttuk. Emeğin değerini unuttuk.
Şimdi biz; evin dışındaki alaturka tuvaletlere, geceleri gitmeye korktuğu için türkü söyleye söyleye müziği sever olan çocuklar; vakti zamanında sırtımızı dayayıp çiçekten taçlar yaptığımız ağaçların hakkı için, tulumbaya ağzını dayayıp su içmenin tadına hasretimizden, klozetlerin su haznesine 1 litrelik su şişeleri koyarak tasarruf yapmaya çalışıyoruz.
Birileri oysa bir Boğaz görünümlü site için suni denizler, boğazlar yaratıyor, her sitede olimpik havuzlar dolup, boşalıyor.

KIRINTILARI HESAPLAYARAK KURTARMAYA ÇALIŞIYORUZ

Evde; memur ana babamızın getirdiği bir yüzü yazılı kağıtlara müsvedde demeyi ilkokul birinci sınıfta öğrenen bizler; şimdi printerdan çıktı almaya korkuyoruz. Her bir kağıdın milimetrekaresi boş kalsa, aklımıza babamızın “ziyan etme kağıdı” azarı geliyor.
Oysa birileri yollar, köprüler geçirmek için, bizden eski ağaçlara dozerlerle girişiyor.
Biz çocukluğunda havucu, patatesi ince soyup, elmayı kabuğuyla yemeye alışanlar, şimdi hala ekmeğimizi bayatladığında köfteye katmak üzere dolaba kaldırırken, yeşil salatasına bir günlük tamirci çırağı yevmiyesi verilen lokantalarda, tabağı sıyırmanın ayıp olduğu dünya ile yüzleşiyoruz.
Biz dünyayı kırıntıları hesaplayarak kurtarmaya çalışıyoruz, evde dönüştürebildiğimizi şimdi geri dönüştürmeye çalışarak, kollarımızla dünyayı sarıp, olanca şefkatimizi sunuyoruz.
Çünkü biz her şeyin değerli olduğu bir zamanda doğduk. Her şeyi sevmeyi ve kıymet vermeyi öğrendik.
Bir kere öğrenince unutamıyoruz.
Satın alarak, çöpe atarak, hesapsızca yaşayarak, tüketerek ve tükenerek mutlu olunmuyor.
Çünkü tüketmediğimiz, ürettiğimiz dönemde çok daha mutluyduk. Biliyoruz.
Yazarın son notu: Alırken, atarken, kırarken bir daha düşünün; belki başka bir işe yarar.
İlla atacaksanız; bari doğru kutuya atın zira dünyanın dar geldiği günleri görme ihtimalimiz var.

Evrensel'i Takip Et