Kamu diplomasisi ve siyaset
M. Sinan Birdal*
Oğul Bush’un Irak savaşında izlediği ve ABD’nin müttefiklerini yabancılaştıran siyasetin etkisi hissedilmeye başlandığında birden Amerikan üniversitelerinde yeni master, doktora programları, enstitüler ve okullar baş gösterdi. Hepsinin başlığında aynı anahtar kavram vardı: Kamu diplomasisi. Bu yeni disiplinde uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimi disiplinlerine göre çok zayıf kuram, alan ve bölge uzmanlığı, bunun yanında ağırlıklı olarak iletişim ve halkla ilişkiler eğitimi veriliyordu. Bush’tan sonra Obama yönetiminde kamu diplomasisinin ağırlığı arttı. Hatta Obama’ya daha makamına oturur oturmaz verilen Nobel Barış Ödülü örneğinde olduğu gibi hem bir grup ülkenin başka bir ülkenin siyasetini etkileme hem de bir devlet başkanının ülke içinde kendi siyasi konumunu güçlendirme girişimi olarak önem kazandı. Kamu diplomasisi modası Liberal Kuramcı Joseph Nye’ın sık kullanılan ancak kuramsal olarak çok geliştirilmemiş “yumuşak güç” kavramında entelektüel bir zemin buldu. Ancak kamu diplomasisinin uluslararası siyaset açısından nasıl ve hangi ölçüde bir etkide bulunduğu henüz hâlâ keşfedilmeyi bekleyen bir alan. Sonuçta kamu diplomasisi halkla ilişkilerin diplomasi uygulaması olarak tanımlanabilir. Reklamcılık ve halkla ilişkiler kuşkusuz önemli bir alandır ancak uzun vadede ürünlerin ve şirketlerin kaderini ne kadar belirler?
KAMU DİPLOMASİSİ SİYASİ OLARAK SONUÇ GETİRMEDİ
Son dönemde disiplinleşmeye başlasa da halkla ilişkiler her zaman iç ve dış siyasetin bir parçası oldu. 1520’de Hristiyan devletler arasında barışı sonsuza kadar egemen kılmak ve savaşı tamamen gayrihukuki ilan etmek amacıyla İngiliz Kralı VIII. Henry ve Fransa Kralı I. François Fransa’nın Calais kentine yakın ve sonraları Altın Kumaş alanı (Camp du Drap d’Or) olarak bilinecek yerde bir araya geldi. Aralarında sadece üç yaş farkı olan, ikisi de birbirinden kibirli, gösterişli, şövalye kültürüyle yetişmiş ve çapkınlıklarıyla meşhur Rönesans prensleri olan Henry ve François için bu buluşma tabii ki tüylerini kabartacakları, erkekliklerini ve ihtişamlarını dünya aleme sergileyecekleri bir olay olmalıydı. İki kralın her birine 500 atlı ve 3000 piyade oluşan mahiyetleri eşlik ediyordu. Kıpırdayanın idam cezasına tabi olduğu törende iki kral mum gibi duran binlerce insanın eşliğinde birbirlerine önce atlarıyla yaklaştılar, sonra attan inip şapkalarını çıkarıp birbirlerine sarıldılar. Buluşmanın gerçekleştirildiği alan daha sonra verilen adından anlaşılacağı gibi altından kumaşlarla giyinmiş elbiseler, muhteşem çadırlar, eğlenceler, şövalye turnuvaları ve müzikle doldu taştı. Sadece Henry’nin kalması için 10.000 metrekarelik bir saray inşa edilmişti. Diğer daha az önemli ziyaretçiler için 2.800 çadır dikilmişti. Muazzam bir maliyeti olan bu kamu diplomasisi harikası ise siyasi olarak hiçbir sonuç getirmedi. Zirvenin neredeyse hemen ardından Henry Habsburg İmparatoru V. Karl’la (Şarlken) anlaştı ve Habsburglar François’ya savaş açtı.
BABA OĞUL DİPLOMASİSİ
Tarihte Altın Kumaş zirvesi gibi kamu diplomasisi olaylarına sıkça rastlanır. Bu olaylar ince zevklere hitap eden sanat eserleri ve sanatçıları da beslemiştir şüphesiz. Örneğin, elli ikinci sırada olmasına rağmen Protestan olduğu için parlamento tarafından Almanya’dan ithal edilen İngiltere Kralı I. George’un oğlu Galler Prensi George’la girdiği rekabet halkla ilişkilerin sanata büyük katkılarından birini oluşturmuştur. Muhafazakar ve sert bir babayla oğlun arasında gelişebilecek sıradan bir gerginlik İngiliz saray adetlerine ve siyasi kültürüne yabancı bir kralla İngilizleşmiş prens etrafında kümelenen partiler sayesinde siyasi bir krize dönüşmüştü. Sonuçta Kral George 1716, altı aylığına Hannover’e dönerken oğlunu yerine vekil tayin etmemişti. Buna rağmen prens George babasının yokluğunda Hampton Sarayı’na taşınıp etrafında İngiliz Sarayı’na yaraşan teşrifatı ve tabii siyasi çevreyi tesis etmişti. Babanın dönüşü ise muhteşem oldu. 1717 yazında oğlunu başıboş bırakmamaya kararlı olan Kral da Hampton’a taşınırken Londra’yı muhteşem bir kayık partisiyle terk etti. Saltanat kayığı ve mahiyetine 50 müzisyeni taşıyan büyük bir tekne eşlik etmekteydi. Çaldıkları müzik ise George’un Hannover’den getirttiği Haendel’in parti için bestelediği müzikti: Su Müziği. Haendel’e olan hayranlığının yanında muhtemelen oğluna fark atmanın verdiği zevkle dört köşe olan kral aynı eseri üç defa çaldırmıştı. Kral kralın kim olduğunu dünya aleme göstermişse de baba oğul arasındaki siyasi kavga bitmedi. Kralın gözünden düşenler Prensin etrafında Whig partisini oluşturdular. Whigler arasından öne çıkan ve baba oğul arasındaki diplomasiyi yürüten Robert Walpole ise İngiliz monarşisindeki yeni bir anayasal kurumun ilk temsilci olacaktı: Başbakanlık.
DÜET VE DİPLOMASİ
Sanatın saray değil sermaye ve piyasa patronajında olduğu günümüzde siyasi halkla ilişkiler ve kamu diplomasisinin başka bir Su Müziği çıkarması biraz zor. Diyarbakır zirvesinin birçok kişi açısından gerçek zirvesini oluşturacak olan Tatlıses-Perwer düetinin siyasette de paralel bir uyum çıkarıp çıkaramayacağı ucu açık bir soru. Nitekim halkla ilişkiler ve kamu diplomasisi açısından AKP dış politikasının ABD’den bile güçlü olduğu rahatlıkla söylenebilir. Kerry’nin son Rusya ziyareti, Snowden skandalı ve sayısız örneğe karşı Erdoğan’ın son Washington ziyareti, One Minute ve sayısız başka örneği hatırlayın. Lakin diplomaside esas olan siyasi sonuçlar elde etmektir. Bu açıdan düeti dinlerken tüm diplomasi tutkunlarının kafasında Ruşen Çakır’ın sorduğu soru olacak: “PYD’nin elinden, Ankara’ya ve Erbil’e rağmen, el Kaide unsurlarıyla çatışa çatışa elde etmiş olduğu gücü ve mevzileri almak nasıl mümkün olabilir?” (Vatan, 14 Kasım 2013) Zirvede Rojava, enerji siyaseti, barış süreci ve yerel seçimler alanlarının hepsinde sonuç almaya çalışan hükümet bu alanlarda birbirinden farklı siyasi aktörlere karşı tek bir hamleyle üstünlük kazanabilecek mi hep beraber göreceğiz.
Işık Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü, Yrd. Doç. Dr.
Evrensel'i Takip Et