18 Kasım 2013 20:55

Mithat Fabian SÖZMEN

Ufaklığımızda, yabancı ülkelerin spor kulüplerini incelerken karşımıza sık çıkan kimi ön adlar dikkatimizi çekerdi. FC, Calcio, Atletico… Anlardık ki bunlar işin lugatında önemli yere sahip. Bizdeki ‘Spor’ ya da ‘İdman yurdu’nun (gülmeyin) dış dünya muadilleri.
Bizim dış dünyadaki muadillerimize (yani akranımız çocuklara) gelirsek onları Türkiye’deki kulüpleri incelerken ‘İdman yurdu’dan dahi daha ilginç bir kelime bekliyor: Belediyespor!
Ne ola ki bu ‘Belediyespor’lar? Maşallah sürüsüne bereketler. Dışarıdan bakan birisi için kuşkusuz anlaması zor, aynı zamanda yanıltıcı olma potansiyeli de taşıyor. Herhalde “Türkiye’de yerel yönetimler, spor sevdasından yanıp tutuşuyor. Bu yüzden milyon dolarları, kurdukları ‘Belediyespor’lara harcarken gözlerini bile kırpmıyorlar” diye düşünüyorlar.
İçeriden bakanlarsa “Neden Türkiye’de 1960’larla birlikte başlayan siyasi iktidar-yerel burjuvazi ve yerel yönetim işbirliği 80’lerde iyice güçlendi de 90’larla birlikte kendi belediyesporlarını yarattı ve bu belediyesporlar mantar gibi yurdun dört bir yanında bitiverdi” sorusunu soruyor önce.
90’larda Sefa Sirmen (Kocaeli) ve Celal Doğan’ın (Gaziantep) ustalaştığı bu yolun altından çok sular aktı.
“Ne var bunda, kulüpler başarılı, spora devlet desteği sağlanıyor” denebilir tabii.  Peki öyle mi sahiden? Yoksa belediyelerin bu ‘Spor’ tutkusunun altında başka siyasi ve ekonomik nedenler mi yatıyor? Özellikle Anadolu’da belediyelerin siyasi güçlerini devam ettirmek ve artırmak için bu yöntemi benimsediği bir sır değil.

‘SPORA DEVLET DESTEĞİ’ NASIL OLMALI?

Bizim meselemiz “Spora devlet desteği sağlanıyor” iddiasıyla. Bu iddiayla hesaplaşırken de temel noktayı spora yaklaşımdaki farklılık oluşturuyor. Egemen düşünce spora desteği, en görkemli stadyumu milyonlarca dolar karşılığı inşa etmek; kitlesel takip edilen profesyonel sporlarda başarı ve uluslararası arenada kazanılan madalya ve kupalar olarak değerlendirir.
Örneğin 1983’te Özal hükümetinin programında merkeze kitlesel sporlarda (ve güreş) başarı hedefi konulmuş ve tesisleşme hamlesi de buna göre yapılmıştır. Futbol ve basketbol, bu politikadan olumlu etkilenmiş, yeşil sahalar ve basketbol kortlarının sahası artırılmıştır. Hedef, programda da açıkça belirtildiği gibi “Kitlesel sporlarda başarı”dır. Çünkü bu hem spor endüstrisini besler hem de en göz önünde olan sporlarda uluslararası başarı ihtimalini artırır ki bu da iç politikada milliyetçilik kozunu (neden 3. spor güreş, anlaşılmıştır herhalde) güçlendiren bir politika olarak iktidarların her zamanki gözdesidir.
Yani merkezine rantı ve milliyetçiliği alan (cinsiyetçilik de adı konulmamış bir belirleyen olarak her zaman ajandadadır) spor politikaları yürürlüktedir. Oysa hem devletin hem de yerel yönetimlerin spor politikasının merkezinden bu ‘kaygı’lar çekip alınmadan halk odaklı bir spor politikası geliştirilemez.

SINIFLILAŞTIRILAN SPOR

Bir düşünelim. Her an her yere acelemizin olduğu, beton yığını kentlerimizde dilediğimizce spor yapma imkanına kaçımız sahibiz? Kaçımızın sporla amatörce ilgilenebilecek vakti var? Kaçımız sabah en azından çıkıp koşacak yeşil alanlara yakın oturuyoruz? Kaç emekçi çocuğu tenis kortuna adım atacak kadar şanslı?  Profesyonel olacak kadar yetenekli olmayan kaç gence ‘hayırseverler’, ‘belediyeler’ yardım ediyor?
Bazı şeyleri bilirsiniz ancak kafanızda formüle etmenize sebebiyet verecek bir örnek yaşamamışsınızdır. Sporla uğraşmanın neredeyse sınıfsal bir ayrıcalığa dönüşmesi meselesi de yıllar önce kafama böylesi bir anda dank ettirilmişti. Spor salonuna giden bir arkadaşımın gözlemiydi. Hakikaten kaçımızın spor salonlarına ayıracak parası, vakti ve enerjisi var? Arkadaşım bu soruyu bana sorduğunda, işime gidebilmek için günde 3.5 saatini yolda harcayan ‘tipik’ bir İstanbulluydum. Yanıtı vermem zor olmadı.

SPORUN BİREY VE KENT YAŞAMINDAKİ ÖNEMİ

Spor yapmak, özellikle amatör spor hepimizin ihtiyacıdır. Üstelik sistemin dayattığı şekliyle “kilo vermek”, “güzel görünmek” için filan değil. Bireyin kültürel, psikolojik, fiziki ve sosyal hazzı açısından önemlidir. Rekabete dayalı profesyonel sporlardaki dayatmalardan azade bir şekilde, çok yetenekli olmaya gerek yoktur. Oyuna devam etmeniz için zevk almanız yeterlidir. Hiyerarşi yoktur, yedek kalınmaz. Başarısızlık halinde kızgın bir suratla sizi bekleyen otorite figürleri, küfretmeye programlanmış tribünler, sizin başarılarınızla ulusal gurur üretimini gerçekleştiren bir devlet yoktur. Yalnızca bireyin kendi hazzı ve sporun toplumsallaştırıldığı pek çok örnekte de görüldüğü üzere toplumsal haz söz konusudur. Devletin, yerel yönetimlerin spor politikalarını oluştururken gözetmeleri gereken anlayış da budur.
Bir yandan yüz milyon dolarlık stadyumlar inşa ederken diğer yandan halka değil spor yapacak, nefes alacak dahi alan bırakmıyorsanız, bunun adı spor politikası değil rant politikasıdır. Olimpiyatlar ve Dünya Kupası gibi mega spor organizasyonlarının bu politikalarda üstlendiği rol artık çok daha eleştirel bir gözle değerlendirilmektedir. İşte 10 Kasım günü Almanya’nın Münih kentinde, “2022 Kış Olimpiyatları’na aday olalım mı?​” sorusu kent sakinlerine soruldu ve yanıt olumsuz oldu. Almanlar, spor düşmanı mı? Aksine, yalnızca lisanslı kadın futbolcu sayısı bizdeki tüm lisanslı sporcu sayısından fazla. Ancak belli ki, Kış Olimpiyatları adına Bavyera Alpleri’ne uğratılacak tahribat da onların “spor” algısında önemli bir yere sahip.
Rant için doğayı, başarı için sportmenliği, milliyetçilik için sporun bütünleştiriciliğini hiçe sayan; sporu sınıflılaştıran,yalnızca piyasada para eden ve göz önünde olan sporlara yatırım yapan yerel yönetim politikalarına karşı bir anlayış geliştirilmesi zorunludur. Ve bu genel kent politikasından da ayrı düşünülemez. Tıpkı Münih’te Kış Olimpiyatları’nın Bavyera Alpleri’nden ayrı düşünülmediği gibi... Yakın gelecekte Kuzey Ormanları da telef edilmiş bir İstanbullu için “spor” yalnızca pahalı spor salonları, ücretli halı sahalar ve televizyonda icra edilebilen bir şov olarak kalabilir. Milyonlarca insan için hiç de küçümsenmeyecek bir tehlike...

 

 

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Peşkeşe ‘dur’ de!

Peşkeşe ‘dur’ de!

Çayırhan Termik Santralinin özelleştirilmesi için alınan ve genelde mal değerinin yüzde 10 düzeyinde belirlenen geçici teminat bedeli 250 milyon TL oldu. Bu bedel madenin sadece 3.5 günlük kazancına denk geliyor. Satışa karşı direnişi sürdüren madenciler, ‘Yağmayı durduralım’ çağrısı yaptı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
DİSK-AR’ın araştırmasına göre sadece iki aylık enflasyon nedeniyle işçilerin, memurların ve emeklilerin cebinden en az 101 milyar lira çalındı.

Evrensel'i Takip Et