18 Kasım 2013 21:21

Mustafa KÖZ      

Bugünlerde AKP hükümeti, kendine yeni bir sıfat buldu: “Muhafazakâr demokrat” Hem muhafazakâr hem demokrat nasıl olunur, diye sormayacağız. Onbir yılda çanına ot tıkanan özgürlükleri, adaleti, insan haklarını düşündüğümüzde “demokrasi”den ne anlaşıldığını artık hepimiz biliyoruz. Geriye ne kalıyor? Muhafazakârlık. Allah muhafaza, bu kavramı da tanımlamaya kalktığımızda başımıza gelecekleri biliyoruz. Bırakalım öyle kalsın.
Nedir bizim bildiğimiz muhafazakârlık? Geçmişi muhafaza etmek, yani korumak. Olan şey korunur çünkü. Gelecek ise korunmayı gerektirmez. Yaratılmayı bekler. Kafası tarihin kadranına yerleşmiş bir düşüncenin göstereceği saat, geleceğe asla ayarlanamaz. Nedir onların bildiği tarih? Orta Asya’dan at sırtında inmeden getirilen göçebe kültürün, Arap topraklarından geçerken bulandığı biat kültürü. Bu kültürün merkezine din, çeperineyse millet yerleşmiştir. Tarihe de bu çemberin boşluğundan bakılır.
Tarihe bu boşluktan bakılırken sağ iktidarların yaklaşık altmış yıldır bu boşluğu din kaynaklı sanat ve edebiyatla doldurduğu söylenebilir. Sadece güncel sanatı, edebiyatı mı, edebiyatın pek çok anonim kaynaklarında da referans, dinden el alır. Roman-öykü denince peygamber kıssalarını, tiyatro denince ortaoyununu ve gölge oyununu anlayan muhafazakâr algı, kültürün gösteri alanlarında da bu söylencelere, ilkel gösterilere başvurur. Özellikle Anadolu şehir, kasaba şenlik ve festivallerinde işlenen ve yüceltilen budur.

OĞUZLAR, OSMANLI, YENİ OSMANLI

Büyük kentlerde de durum pek farklı değildir. Açık alanlardan kültür merkezlerine taşınan gösterilerde çoğunlukla işlenen, yine dinî-tarihî ürünlerdir. Kültür merkezlerinin aylık programlarına baktığınızda bu kültürel gerici yönsemeyi görebilirsiniz.
İşte, İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Kültür Sanat Bülteni’nin Kasım 2013 sayısından birkaç program örneği: “Milletlerarası Tarihî Roman ve Romanda Tarih Sempozyumu” (Osmanlı Devletinin Kuruluşuyla İlgili Görüşler ve Türk Romanından Hareketle Osmanlı Devletinin Kuruluşuna Tematik Bir Yaklaşım) Parantez içindeki konu başlığı biraz uzun oldu ama bu başlık aynı sempozyumdaki şu konuyu anlamanızı kolaylaştırır sanırım: “Büyük Göç ve Oğuz Yurdu Romanlarında Tarih ve Edebi Unsurlar”
Oğuzlardan Osmanlıya, Osmanlıdan Yeni Osmanlıcılara yürüyen bir muhafazakâr külliyat. Sempozyum ve pek çok panel aynı minval konularla tıka basa. “Din ve Edebiyat”, “Osmanlı Şiir Atölyesi”, “İbn’ül Arabî Metafiziğine Giriş”, “Türkistan Gündemi”, “Türk Tezyini Sanatında Motifler.” Daha sayalım mı?
Türkiye Yazarlar Birliği’nin ve Divan Edebiyatı Vakfı’nın kültür hamiliğiyle düzenlenen söyleşiler, toplantılar, paneller de aynı gerici-tutucu algıyı taşıyor. “Kültürümüze Yön Verenler” toplantısında Necip Fazıl’ın, Sezai Karakoç’un, Nureddin Topçu’nun, Nuri Pakdil’in, Cemil Meriç’in olması pek sürpriz değil kuşkusuz. Tasavvuf müziği, İlahiler konseri, Enderun’dan Nağmeler… Kültür-sanattan anlaşılan de bu kadar çoğunlukla. Çağdaş sanata ilişkinse bir iki konser ve şarkı türküyle geçiştirilmiş bülten.
Önsözde başkan Topbaş da özetlemiş bu durumu. “…Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi’nde gerçekleştirilecek olan ‘Edebiyat Mevsimi’ isimli özel etkinliğimizde de şiirimizi önde isimleri, edebiyatımızın konuyla ilgili uzman isimleri tarafından tanıtılacak ve anlatılacak. Geçen ay gerçekleştirdiğimiz ‘Bir Nesli Yoğuranlar’ isimli programımız yine ömrünü ahlaklı bir nesil yetiştirmeye adamış olan Mustafa Yazgan’ın hayatını, çalışmalarını, hizmetlerini aktarma imkânı bulabileceğimiz özel bir programla devam edecek.”

KÜLTÜR VE SANATIN ÖNEMİNİ ANLADILAR!

Bir nesli yoğurmak için siyasal ve kamusal alanı kuşatmaya alan iktidar, kültürü de bu kuşatmanın önemli bir bileşeni kılmayı deniyor. Şimdi kültür ve sanata daha fazla önem veriyor çünkü siyasal erkin sürekliliği için yeni kuşakların geleneğe sıkı sıkıya bağlılıkları ancak bu yolla gerçekleşebilir. Başka bir deyişle, kültürün önemini anlayan sağ iktidarlar, kendi bekâları için yeni mevzilerin yaratılması gerektiğini de anlamış oldular. Bunun için de işlerine ilerici hiçbir kurum ya da örgütü karıştırmıyorlar. Türkiye Yazarlar Sendikası, PEN Yazarlar Derneği gibi yazar örgütleriyle ya da farklı sanat disiplinlerine yön veren çağdaş hiçbir kuruma program önermiyorlar. Bu doğaldır kuşkusuz ancak bu örgütlerin yan yana gelmeleri ve bu gerici muhafazakâr kültür politikalarına karşı bir cephe oluşturmaları da artık zorunlu görünüyor.   
Bu örgütlerin muhafazakâr işgale karşı birliktelikleri, kentlerdeki kültürel gericiliği yok etmede önemli ancak bu birliktelik kadar, yerel yönetime aday olacak ilerici, sosyalist partilerin bu örgütlerin görüş ve önerilerine kulak vermeleri de önemlidir. Parti, belediye programlarında en az yönetim gerekleri, yol, su, elektrik gereksinimi kadar yer almalıdır kültür sanat örgütlerinin tasarı ve düşünceleri.
Artık biliyoruz ki bir kentin sokaklarını, bulvarlarını, binalarını kuran, buraları yurt edinen insanlardır. Onlar, düşünceleriyle yüceltip geliştirebilirler o yerleri. Muhafazakâr iktidarlar belki de bu durumu, olanaklarının varsıllığıyla bir siyasal kazanca dönüştürmeyi geç de olsa anladılar ve kullanıyorlar. Çoktandır davul boyunlarında, tokmak ellerinde çünkü. Şehirlerde mantar gibi kültür merkezleri bitmeye başladı. Din, tarih ve siyaset bunu istiyor.
Bu gerici yapılanmayı durdurmaksa şehirlerin geleneklerini, kültürel dokularını iyi çözümleyecek deneyimli, içten, içeriden, çağdaş, yerel yöneticilerle olasıdır. Seçimlerde daha çok da bu umudu diri tutacağız galiba. Yeni, yepyeni bir ülke; adaletli, özgürlükçü bir düzen için…
 

Evrensel'i Takip Et