Sağlıkta da rantsal dönüşüm
Prof. Dr. M. Taner GÖREN*
Kentsel dönüşüm neyi ifade etmektedir? Kasım 2002’den bu yana tek başına ülkeyi yöneten AKP iktidarı tarafından, birçok alanda olduğu gibi, başta İstanbul olmak üzere özellikle büyük şehirlerde “kentsel dönüşüm” adı altında yoğun bir inşaat faaliyeti sürdürülmektedir. Ülkemiz önemli ölçüde deprem tehlikesi altında olan bir ülke. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana şehirleşme konusunda son derece başarısız bir karnesi var. Bu nedenle, kentsel dönüşüm girişiminin, insanların depreme dayanıklı binalarda yaşamasını sağlamak; çirkin ve eskimiş binaların yıkılıp daha iyilerinin yapılmasını sağlamak; insanların daha yeşil ve daha sağlıklı bir çevrede yaşamaları için şehirleri güzelleştirmek, yeşil alanları artırmak gibi son derece insancıl amaçları olması beklenir. Ancak AKP iktidarının kentsel dönüşüm girişiminin, ne yazık ki insanların yararına değil küresel sermayenin yararına bir girişim olduğunu, başka bir deyişle, “rantsal bir dönüşümün” hüküm sürdüğünü görüyoruz. Tıpkı Sağlıkta Dönüşüm Programında olduğu gibi. Burada da başlangıçta insanların sağlık hizmetine daha kolay ulaşmalarını sağlamak, daha nitelikli sağlık hizmeti sunmak gibi son derece insancıl hedefleri ifade eden söylemlerle yola çıkıldı. Ancak geldiğimiz noktada, sağlık hizmetine ve ilaca ulaşım son derece kolaylaştırıldı ama sadece o kadar. Gerisi, performansa dayalı ödeme sistemi başta olmak üzere, ayrı bir vergi olarak halkın sırtına yüklenen Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası, giderek artan katkı-katılım payları, tamamlayıcı sigorta gibi, vatandaşın cebindeki parayı alabildiğine sömürecek bir sağlık sistemi. Bu sağlık sisteminde hastaneler birer özel işletme ve hastalanan vatandaş da müşteri haline dönüştürüldü.
BAKIRKÖY KADIN DOĞUM VE ÇOCUK HASTANESİ
İstanbul’da yoğun olarak başlatılan ve sürmekte olan kentsel dönüşüm çalışmaları içerisinde hastaneler de önemli yer almaktadır. İstanbul’un simgesi olan bazı devlet hastaneleri boşaltılarak, o hastanelere devam eden hastaların ulaşamayacağı, şehrin çok dışında yapılan yeni binalara taşındı. Bunlardan ilki, Bakırköy Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi oldu. Bu hastane, depreme dayanıksız olduğu tespit edildiği için, 25.04.2011 tarihinde, Halkalı’da yapılan büyük bir hastaneye taşındı ve adı Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi olarak belirlendi.
TAKSİM İLKYARDIM HASTANESİ
Şehir dışına taşınan bir diğer hastane de Taksim İlkyardım Hastanesi olarak bilinen Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi oldu. Bu hastane de yine depreme dayanıksızlığı ve binaların çok eskimiş olması gerekçesiyle, 13.09.2013’de acil hizmetler dahil tüm faaliyetlerini durdurdu ve Gaziosmanpaşa’da yapılan yeni hastane binasına taşındı. Gaziosmanpaşa Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi adı ile 25.10.2013 tarihinde hizmete açıldı. Bilindiği gibi, Taksim ve Beyoğlu Bölgesi büyük bir nüfusa sahip, İstanbul’un eğlence yerlerinin yoğun olduğu, çok hareketli bir bölge. Burada yaşayan insanlara sağlık hizmeti veren çok önemli, neredeyse tek kamu sağlık kurumuydu. Ayrıca bu hastane, Gezi Parkı Direnişi sırasında yaralanan, biber gazından etkilenen çok sayıda insana verdiği acil sağlık hizmeti ile de tarihe geçmiş bir sağlık kurumu. Şimdi bu bölge insanlarının gidebileceği tek bir hastane var; Alman Hastanesi, özel bir hastane.
ŞİŞLİ ETFAL
Sırada Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin taşınması var. Taksim İlkyardım Hastanesi’nden boşalan araziye AVM yapılacağı söylentileri var. Yetkililer ise burada yeni bir hastanenin yapılacağı ve Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin yeniden buraya taşınacağını söylüyor. Taksim’in tek yeşil alanı olan, insanların Beyoğlu’nun bunaltıcı kalabalığından bir an için sıyrılıp nefes alacakları, gölgesinden yararlanacağı Gezi Parkı’nı AVM’ye dönüştürmeye kalkışan bir zihniyetin söylemleri ne yazık ki artık inandırıcı olmuyor.
BAŞBAKAN’IN HAYALİ!
Şimdi Kamu-Özel Ortaklığı yöntemi ile kurulacak büyük şehir hastaneleri sırada. 12 Eylül 2013 günü, İstanbul’da, eskiden Sütlüce Mezbahasının bulunduğu yerde kurulmuş olan Haliç Kongre Merkezi’nde, Başbakan’ın “dokuz yıllık hayalim” dediği, 15 “Şehir Hastanesi” yapımı ile ilgili sözleşme, Başbakan’ın da katıldığı bir törenle imzalandı; Türkiye Sağlık sistemi adeta eski mezbaha binasında küresel sermayeye kurban edildi. Sağlık Bakanlığı 25 yıllığına hem şirketlerin kiracısı olacak hem de tüm hizmetleri onlara devredecek. Bunlardan biri İstanbul İkitelli’de kurulacak. Bu sözleşmenin ilk ayağı olarak, 18 Eylül 2013’de Başbakan ve Sağlık Bakanı’nın katılımı ile “Avrupa’nın En Büyük Sağlık Kompleksi” Ankara Bilkent Sağlık Kampüsü’nün temeli atıldı. Daha önce, TTB’nin açtığıdavalarda Ankara-Etlik, Ankara-Bilkent ve Elazığ şehir hastanelerinin ihalelerinin yürütmesi durdurulmuştu. Sağlık Bakanlığı kararlara itiraz etti; Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu itirazı reddetti. Bu üç ihaleye ilişkin Danıştay’ın yürütmeyi durdurma gerekçesine uygun yeni bir ihale yapmadan sözleşme imzalanması yargı kararına uymamak dolayısıyla suç işlemek anlamına gelecek.
Sonuç olarak, gerçek anlamda insanların mutluluğunu amaçlayan bir kentsel dönüşüm ve bu çerçevede insanların kolay ulaşıp nitelikli sağlık hizmeti alabilecekleri şekilde planlanmış uygun kamu sağlık kurumları kurmak yerine, kamu arazilerinden ve sağlıktan en büyük rantı elde etmeyi amaçlayan bir kentsel dönüşüm ile karşı karşıyayız.
BİR YILAN HİKAYESİ
Kentsel dönüşüm kapsamında, durumunun ne olacağı yılan hikâyesine dönen, halen yürekler acısı durumda bulunan iki kamu sağlık kurumu var: İstanbul Tıp Fakültesi ve Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastaneleri. İstanbul Tıp Fakültesi, Türkiye’nin en eski tıp fakültesi; tüm tıp fakültelerinin anası. Aslında 1999 depreminden hemen sonra bu kuruma sahip çıkılıp bir acil eylem planı doğrultusunda, tarihi değerlerini koruyarak hızla modernleştirilmesi gerekiyordu. Ama ne yazık ki yönetime seçilen kadrolar bu konuda hiç gayret göstermediler. Yakın çevresinde birer ticari kuruluş olarak, üç özel vakıf üniversitesi hastanesi, büyük paralar akıtılarak; padişah eşinin garipler için kurduğu vakıf hastanesinin bina ve arazisi yasal olmayan bir şekilde sermayeye peşkeş çekilerek hızla yükselirken, ucube “tam gün” yasası nedeniyle eğitim kadrolarını büyük ölçüde kaybeden; onları, serbest piyasa kuralları gereği daha yüksek fiyat veren vakıf üniversitesi hastanelerine kaptıran koskoca İstanbul Tıp Fakültesi adeta can çekişiyor. Tarihi Yarımada içinde çok değerli arazilere sahip olan bu iki fakülte hastanesinin şehir dışına taşınması ve boşalacak arazilerin gasp edilmesi için büyük zorlamalar yapıldı. Neyse ki öğretim üyelerinin direnmesi sonucu, yerinde yıkım ve yeniden yapım kararı alındı. Bina yerleşim projeleri tamamlandı. Kaynak olarak da üniversitenin Avcılar kampüsündeki bir arazi karşılığında TOKİ tarafından inşa edileceği söyleniyor. Binaların bir bölümü yıkılırken tüm çalışanlar kalan binalara sığmaya çalışacaklar. Toz duman içinde, bir yandan sağlık hizmeti verilecek; bir yandan da kapasitesinin çok üstüne çıkarılan öğrenci kontenjanı nedeniyle altından kalkılamayacak denli ağır bir tıp eğitimi faaliyeti sürdürülecek. Bir devlet, en önemli kurumuna böyle bir zulmü nasıl yaşatır? Akıl alır gibi değil.
Evrensel'i Takip Et