18 Kasım 2013 22:17

17 Ağustos 1999’daki büyük Marmara depreminin ardından geçen yıllar boyunca İstanbul’un da Kuzey Anadolu Fay Hattı’nda bulunduğunu, ortalama 7-8 büyüklüğünde bir deprem beklendiğini bilmeyen kalmadı. Açıklanan sayısız senaryoda kaç bin kişinin öleceğini, yangın, tsunami benzeri risklerin nelere yol açabileceğini okuduk durduk. Peki İstanbul’da yaşayanları neredeyse bir uzman haline getiren olası bir depreme hazır mıyız? Yerel yönetimler bugüne kadar neler yaptı? Neler yapmalı? İstanbul Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Jeofizik Mühendisliği Bölümü’nden Yard. Doç. Dr. Oğuz Gündoğdu ile konuştuk.

Öncelikle soralım İstanbul’u bekleyen bir deprem tehlikesi var mı?

İstanbul’da daha doğrusu Marmara’da bir deprem tehlikesi olduğunu çoktan beri biliyoruz. Elimizde Marmara bölgesindeki fay hattı ile ilgili veriler var. Risk yaklaşık 100 kilometrelik bir alana kadar yayılıyor. 1766 depreminin tekrarlanacağını bekliyoruz. Ve yılda ortalama 2,5 santim kayan Marmara bölgesinin biriken enerjisini hesaplayabiliyoruz. Yapılan hesaplamalara göre Marmara’da ve İstanbul’da gerçekleşecek bir depremin şiddeti ortalama 7,5 şiddetinde gerçekleşecek.

Peki İstanbul, bu şiddette bir depremle karşılaşmaya hazır mı?

Bu tehlikenin oluşturduğu risklere baktığımızda öncelikle Marmara ve İstanbul çok kötü bir yapılaşma içinde. Biz iyi yapılar yapıp sanayinin hepsini bir araya getirmeseydik bu kadar büyük bir risk ile karşı karşıya kalmazdık. Yapılaşmanın ve sanayileşmenin bölünmemiş olmasının getirdiği sıkıntılar riski arttırıyor. ‘99 depreminde yaşanan yırtılma yavaş oldu. Ve o depremde açıkça söylemek gerekirse şansımız da vardı. Örneğin yangın, ‘99 depreminde risk yaratmadı. Sadece TÜPRAŞ’ta bir yangın gerçekleşti ve üç gün boyunca hiç rüzgâr esmediği için yan taraftaki amonyak tankerlerine sıçramadı. Havaalanları... Uçak tam indiği zaman bir artçı şok yaşansa ne olacak? Bunu engellemenin bir yolu yok mu? Var. Örneğin sen yollara dair güvenlik almazsan olmaz bu olay. Metrobüsler en az 70 km hız ile gidiyor ve dar yollardan ilerliyorlar. Bir deprem sırasında olacaklar belli değil! Ya da örneğin Japonya’da gerçekleşen depremde kimse evde ölmedi ama tsunami ile binlerce insan öldü. Mesela yaşanan deprem sonrasında Marmara denizinde küçük çapta tsunamiler oluşabilir. Bunun önlemi var mı? Bunlar parça parça ama hepsi bir bütünü oluşturuyor.

Çözüm ne o zaman? Ne gibi hazırlıklar yapılmalı?

Alınan önlem yok mu? Var, ama risk çok büyük. Çok daha köklü önlemler almak zorundayız. Çünkü deprem olduktan sonra yapacak hiçbir şeyimiz yok. Şu an AFAD yönetiminde risk değerlendirmeleri yapılıyor ve belli başlı çalışmalar var ama yeterli değil. Ama tüm dünyanın kabul ettiği en etkili çözüm kentsel dönüşüm.
Hükümet bugüne kadarki büyük kentsel dönüşümü gerçekleştirmekle övünmüyor mu zaten?
Üç tane müteahhit ile anlaş, ondan sonra kat sahiplerinin istediğini ver... Böyle olmaz kentsel dönüşüm. Plan yapılması gerekli. Şehrin vizyon ve misyonunu tanımlaman lazım. Bu da şu demek; Nereye hafif sanayi yapılacak? Nereye ağır sanayi yapılacak? Nerede tarım alanları olacak? Benim 20 yıllık planlarım ne kadar uygulanabilir? Mesela her suyun başına köprü mü yapacağım? Çünkü susuzluk İstanbul için büyük tehlike. 15 milyon nüfusu var İstanbul’un ve neredeyse bir ülke. Bu kadar büyük bir şehirde kalkıp ilerisini planlamadan iş yaparsan ya amaçsız yapıyorsundur ya da rant için yapıyorsundur. Şimdi belediye seçimleri geliyor, işler yatıyor. Bütün adaylar şimdi düğün sırasında. Belediye böyle yönetiliyor. Mesela İstanbul’da yardımın nasıl alınacağı önemli bir mesele. Yolları elden geçirmek lazım. Ama İstanbul sürekli inşaat halinde. Bu sıkıntıların da giderileceğini düşünmüyorum.  

HALK PLANLARIN İÇİNDE YER ALMALI
Depreme karşı bugüne kadar yapılmayanlar bir tarafa, şu andan sonra neler yapılmalı? Özellikle yerel yönetimlere ne gibi görevler düşüyor?

Belediyelerden önce söylemek gerekirse tek elden yönetilen AFAD’ın önemli bir gelişme olduğunu düşünüyorum. Ama demokratik danışma kısmının dar tutulmaması gerekiyordu. Olması gereken şey demokratik otorite. Sen AFAD olarak tüm kurumlardan gerekli bilgileri alırsın, ondan bir yapı çıkarırsın, o yapıyı da belediyeler eliyle yerellere yayarsın. Çünkü belediyeler yerellerde kurulan mahalle afet dernekleri gibi organizasyonlara daha yakın.
Belediyelere gelirsek; deprem riskine karşı en önde çalışmaları gerekiyor. Ve halkla birlikte çalışmalılar. Alanlarda, salonlarda her yerde toplantılar yapılmalı, halkla buluşulmalı. Eğer bunu yapamazsan zaten gerisini de yapamazsın. Halk planların içerisinde katılımcı olarak yer almalı. Daha önce de söyledim şu an yangın en büyük tehlike; en az 1000-1500 yangın bekleniyor. Bunu hangi itfaiye ile söndüreceksin. Mecburen gönüllülerden destek alacaksın. Bunu organize edecek olan kim? Belediyeler. Bu yapılıyor mu? Kısmen ama yetersiz. Yani bakıldığında yapılanların da her kafadan bir ses çıkar biçimde olduğunu görüyorsunuz, birbirlerinden haberleri yok, belli planlar dışında ortaklıkları yok.
Gönüllülere yeterli destek verilmeli; Barınma, ulaşım, gerekli araçlar. Bunlar el yordamıyla yapılıyor. 17 Ağustos 1999 depreminde bir imtihandan geçtik. Evlerin hasar olmayanı neredeyse yoktu ama birçoğu ayakta kaldı. Deprem sırasında tercih edilen odur, can kaybını önlemek için. Binalar ağır hasarlı olabilir ama yıkılmamalı. Ya da stratejik öneme sahip binalar, sanayi kuruluşları. Mesela depremden sonra en hızlı şekilde önlemini sanayiciler aldılar. Yıkılacak binayı yıktı, taşınacak binayı taşıdı. Çünkü para kazanıyor ve riske atmak istemiyor.
Tehlikeleri olabildiğince yok etmemiz lazım, daha almamız gereken çok yol var. AFAD imkanları ve yetkileri açısından her şeye müdahale edebilir durumda. O yüzden donanımlı elemanlarını çok çabuk sürede hazırlaması gerekiyor. Kısacası söylemek gerekirse binanın çatısı olan tek elden yönetim bir noktaya kadar gerçekleştirildi. Ama o çatının bir parçası olan kentsel dönüşüm, planlama, demokratik bir otorite gibi şeyleri yanlış ve eksik yapıyorsun. O zaman bina sağlam olmamış oluyor.
 

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Peşkeşe ‘dur’ de!

Peşkeşe ‘dur’ de!

Çayırhan Termik Santralinin özelleştirilmesi için alınan ve genelde mal değerinin yüzde 10 düzeyinde belirlenen geçici teminat bedeli 250 milyon TL oldu. Bu bedel madenin sadece 3.5 günlük kazancına denk geliyor. Satışa karşı direnişi sürdüren madenciler, ‘Yağmayı durduralım’ çağrısı yaptı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
DİSK-AR’ın araştırmasına göre sadece iki aylık enflasyon nedeniyle işçilerin, memurların ve emeklilerin cebinden en az 101 milyar lira çalındı.

Evrensel'i Takip Et