19 Kasım 2013 11:55

Mücella YAPICI*

Özelikle son yıllarda dünyanın üzerinde en çok araştırma yapılan ve neredeyse külliyatlara konu olmuş kentinde olanı biteni bir sayfada anlatabilmeye kalkışmak neredeyse imkânsız... Bu nedenle, bu toparlama denemesi, son yıllara damgasını vuran “dönüşüm” söylem ve projelerinin arka planına bir göz atma ve anımsatma çabasıdır sadece. Eksikleri af oluna…
Çokça yazıldığı ve söylendiği gibi; kapitalizmin 1970’lerden itibaren içine girdiği krizlere çözüm bulabilmek adına tüm dünyada kendisini yeniden yapılandırdığı ve dünya ölçeğinde kurduğu egemenliğini neo liberal politikalar eşliğinde sürdürmeye çalıştığı süreç; özellikle gelişmekte olan ülkelerin sosyal ve ekonomik politikalarını belirlediği gibi “kentleşme” ve “planlama” süreçlerini de etkilemiştir.

AZMANLAŞMIŞ KENTLERİN REKABETİ

Sermaye birikim süreç ve üretim ilişki ve biçimlerinin değişimine bağlı olarak özellikle azgelişmiş ülkelerde; hâkim literatürde “dünya kenti”, “mega kent”, “küresel kent” gibi inceltilmiş adlandırmalara karşın, her türlü doğal, ekonomik ve sosyal afet karşısında son derece zayıf ve hazırlıksız durumda bulunan “azmanlaşmış kentler” ortaya çıkmıştır. Küresel kapitalist sistemin “hazır pazar” ihtiyacının ürünü olan bu kentler hiyerarşik bir sıraya sokulmuş; kentler arasında bir üst sıraya yükselebilmek adına kıyasıya bir “rekabet” ve “yarış” başlatılmıştır.
Krizlerini aşabilmek adına tüketim ekonomisine bel bağlayan küresel sermaye, özellikle hazır pazar olan bu azmanlaşmış kentlerde, tüketimi örgütleyici yeni mekânlar üretilmesini kışkırtmakla kalmamış, kentsel mekânın kendisini de yaşama dair her alan gibi tüketim nesnesi haline getirmiştir. Bu durum ise; dünyadaki az gelişmiş kentlerde, giderekte bütün dünya kentlerinde, işlevsel ve biçimsel açılardan aynılaşmaya başlayan mekânsal ve sosyal dönüşümlere yol açmaktadır.
Bilindiği gibi Dünya Bankası 1999’da yayınladığı bir rapor ile; “Küresel ekonomiye başarılı bir eklemlenme için temel politika olarak, küresel ölçekte yarışmacı kentlerin yaratılmasını” olmazsa olmaz şart olarak önermiştir. Dünyada ve ülkemizde özellikle sermaye tarafından koşullandırılmış akademik tezler eşliğinde yaratılan “Ya, küresel ekonomiyle bütünleşme, ya ölüm” şeklinde özetlenebilecek neo liberal ideolojik hegemonya ikliminde, bu emir derhal ve hatta güle oynaya yerine getirilmiş, İstanbul, küresel sermayenin yeni pazar alanı olabilmek için öküze özenen kurbağa misali yarışa sokulmuştur.

DEMOKRASİDEN DAHİ VAZGEÇİLEBİLİR

Şimdilerde bu yarış özellikle esnek üretim ve ucuz işgücü üzerinden kentler ve hatta mahalleler arasında dahi sürdürülmeye çalışılmaktadır. Tek bir koşul bulunmaktadır bu yarışa katılmak için; sorgusuz sualsiz, engelsiz ve gürültü patırtı çıkartılmadan, en kısa sürede sermayenin çıkar ve taleplerine boyun eğmek. Bu uğurda gerekirse şekli demokrasiden dahi vazgeçilebilir. Hatırlayın, ne demişti 2010’da TBMM Deprem Komisyonu Başkanı İdris Güllüce; Bir ülkede demokrasi ne kadar  iyiyse kentsel dönüşüm de o kadar  zor yapılabilir.
Sonuç olarak; 1970’lerde Beyrutlaşma söylemleri ile başlayan “İstanbul’u nasıl satmalı?​” sloganlı pazarlama taktikleri, 2000’li yıllardan itibaren ülkenin kalkınmasının neredeyse yegâne stratejisi haline getirilmiş, İstanbul’un yarışmacı küresel kent olması hususu Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) tarafından hazırlanan kalkınma planlarına sokulmuştur. Özellikle 12 Eylül 1980 askeri darbesinin asli amacı olan liberal ekonomik politikaların altyapısının oluşturulduğu 1980 ve 1990’lı yıllardan sonra, “tek başına kanun yapma” erkini kazanarak iktidara gelen AKP merkezi ve yerel idarelerinin sayesinde de uluslararası sermayenin tüm istekleri koşulsuz ve harfiyen yerine getirilmiştir ve getirilmektedir.
Bu tespitler 2001 ve 2005 yıllarını kapsayan Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı belgelerinde çok açık bir şekilde; “Sermayenin sınır tanımayan özelliği nedeniyle ülkeler uluslararası ekonomik rekabeti ancak dünya kenti kimliğindeki metropoller aracılığıyla yapabilmektedir. İstanbul bu anlamda gerçek bir dünya kentinden çok hızla gelişen bir metropoldür. Kent, 1990’lardan bu yana yerli ve yabancı finans sermayesinin yatırım yaptığı bir merkez olma özelliği taşımaktadır. Yabancı sermayenin kente gelmesi için bilinen ön şartları bulunmaktadır. Bunlar serbest piyasa koşullarının sürmesi, güvenilebilir bir sistem ve istikrardır.” “Kentsel bazda bakıldığında yerel yönetimler de kentsel yatırımlara cazibe teşkil edecek promosyon çalışmaları (arsa sunumu, altyapı, yerel teşvikler, kentsel bilgi veri tabanı ve kentsel yatırım danışmanlığı) hazırlayabilirler.” denilerekte yerel yönetimlerin görevi tanımlanmıştır.
TEHDİTLER FIRSATA DÖNÜŞTÜRÜLDÜ!

İşte bu görev ve yeni tabiriyle misyon doğrultusunda da; sağlıklı yapılaşmaya ulaşabilmek adına milat ilan edilen 17 Ağustos 1999 Büyük Marmara depreminden 3 yıl sonra, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 2010 yılını esas alan Master Plan hedeflerini revize ettiğini; Avrupa Birliği’ne adaptasyon sürecinde; metropol ölçeğinde uyum sürecini hızlandırmak, “Bölgesel Gelişim Plan” ve “Stratejilerine” uyumlu olarak “Kalkınma Modelleri” ile birlikte “Kentsel Dönüşüm Projeleri”nin yürütüleceğini açıkladı. Böylelikle de afet acısı ve korkusu kullanılarak kentsel dönüşüm projelerinin “ilk miladı” açıklanmış; neoliberal teorik ve akademik dilde de bu operasyonun adına “tehditlerin fırsatlara dönüştürülmesi” denilmiştir.
Hemen ardından Mart 2005’te İBB Başkanı Kadir Topbaş, Cannes’da düzenlenen 2005 Dünya Emlak Fuarı’na (Küresel Emlak Pazarı) İstanbul Büyükşehir Belediyesi olarak “20Vizyon Projesi” ile ilk kez katıldıklarını, fuarda İstanbul’un öncelikli yatırım bölgesi olarak ilan edildiğini ve İstanbul’a 20 ila 25 milyar dolar yatırım çekmeyi düşündüklerini kamuoyuna ilan etti.
Bugün İstanbul’un başına bela olan mega dönüşüm projelerinin bir çoğu basında “İstanbul Görücüye Çıkıyor!” başlığı altında açıklanan “20Vizyon Projesi” içindedir.

ASIL ÇILGINLIK ‘MEDET UMMA’ HALİDİR

Dönüşümün İkinci Miladı olarak ise hala insanların çadırlarda açlığa ve donmaya mahkûm edildiği Van Depremi kullanıldı. İBB Başkanı Kadir Topbaş bu kez “Bir dönüşümün, bir miladın burada tarihini düşmekteyiz. Sizlerle beraber tarihe bir iz düşüyoruz. Bunun bir kader olmadığını haykırıyoruz. Afet riskini, İstanbul'un yenilenmesi için bir şans olarak kullanacağız” diyebilmiştir. Sıkışan memleket ekonomisi ve emlak ve finans sermayesinin yüzü suyu hürmetine memleketin satış kabiliyeti yüksek olan bölgelerinden başlayarak tüm kentleri, kırları ve de İstanbul’un her tarafı riskli alan ilan edilerek mülkiyet ve işlev başkalaşımının ikinci aşamasına geçilmiştir. Ve bu aşamada “mega dönüşüm projeleri” de isim değiştirmiş ve “çılgın projeler” olarak anılmaya başlanmıştır. 
Asıl çılgınlık olan ise; konu hakkındaki başta TMMOB meslek odaları olmak  üzere  bütün uzmanların, bilim insanlarının uyarıları, yapılan bilimsel araştırmalar, özellikle de kentsel dönüşüm ve/veya kentsel yenileme adı altında Sulukule, Tarlabaşı, Ayazma Başıbüyük vb alanlarda yapılan uygulamalara ve alınan sonuçlara rağmen, medya, siyaset ve gayrimenkul yatırımcıları arasında oluşan karanlık ittifak sayesinde toplumun ve sistem siyasetçilerinin büyük bir bölümünün hala bu dönüşüm projelerinden “medet umması” halidir. Oysa ki Harvey’in 2008 de dediği gibi; kentsel dönüşüm, yeni sermaye birikim süreçlerinin önemli bir aracıdır ve karanlık bir yüzü vardır; hemen her zaman sınıfsal bir boyutu bulunur. En başta ve en fazla: yoksullar, ayrıcalıksızlar ve siyasi gücü elinde bulunduramayanlar bu süreçten mağdur olurlar. Ve tabiî ki kentsel, doğal ve tarihi değerler.. Bakınız İstanbul…
* Yük.Müh.Mimar / TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Peşkeşe ‘dur’ de!

Peşkeşe ‘dur’ de!

Çayırhan Termik Santralinin özelleştirilmesi için alınan ve genelde mal değerinin yüzde 10 düzeyinde belirlenen geçici teminat bedeli 250 milyon TL oldu. Bu bedel madenin sadece 3.5 günlük kazancına denk geliyor. Satışa karşı direnişi sürdüren madenciler, ‘Yağmayı durduralım’ çağrısı yaptı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
DİSK-AR’ın araştırmasına göre sadece iki aylık enflasyon nedeniyle işçilerin, memurların ve emeklilerin cebinden en az 101 milyar lira çalındı.

Evrensel'i Takip Et