Vaatler çeşit çeşit, gerçekler ise bambaşka
NAYLONDAN ÇADIRLARDA YAŞIYORLAR
Aliağa’da yaşayan Romanlar’ın tecrit hayatı önceki Belediye başkanı döneminde başlıyor. Helvacı henüz Belde halindeyken dönemin belediye başkanı tarafından belde merkezinden çıkarılarak şehir dışında gözden uzak ücra bir köşeye atılan Roman vatandaşlar atıldıkları yerde unutulmuş halde yaşamlarını sürdürmeye çalışıyor. Boş bir arazi üzerine naylon ve tahtalardan yaptıkları bir iki göz barakalarda yaşayan Romanlar, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesine rahmet okutacak halde var olma savaşı veriyorlar. Hem de Türkiye uzaya kendi uydusunu gönderdiği, dünyanın da en büyük 10. ekonomisi olduğu söylenirken…
20 dolayında ailenin yaşadığı arazide barakalarda banyo, tuvalet, mutfak, yatak odası vs. yok. Yatak-yorgan, küçük tüp, kap-kacak, bir iki çekyatın yan yana, iç içe bulunduğu barakalarda kapı yerine bir tül perde kullanılıyor. Şayet iyi bir komşu getirmişse kullanılmış bir buzdolabı da olan evlerde başka bir eşya göze çarpmıyor. Naylondan yapılmış olmasından dolayı bunaltıcı bir sıcakla kavrulan barakaların içinde 10 dakika kalmak mümkün olmuyor, her tarafı delik ve yırtık bazı barakalar hariç.
AİLE HEKİMLİĞİ MERKEZİ BİLE UMURSAMIYOR
Bütün yaşam her şeyin içinde olduğu tek odada sürüyor. Arazide yapılmış olan 3 tuvalet kulübesi ve 2 çeşme 20 aile tarafından ortak kullanılıyor. Sadece bu durum bile insan ve toplum sağlığına aykırı bir haldeyken yüz metre ötedeki Sağlık Bakanlığına bağlı Aile Hekimliği merkezi bile bu durumu umursamıyor.
Çocuklar okul sonrası geldikleri mahallelerinde, belki de LYS, YGS, SBS, KPSS gibi hiçbir dertleri olmayacağı için çadırların arasında dolaşarak, koşarak gününü geçiriyor. Aileler hurda toplama, mevsimi geldiğinde çapa, pamuk, domates, üzüm toplama gibi tarım işleriyle uğraşırken, çalışmadıkları zamanlarda “Allah’tan umut ederek” yaşadıklarını söylüyor.
ARAZİLERİ TOKİ’YE VERİLDİ DURUMLARI BELİRSİZ
Çilesi bunlarla da bitmeyen Romanlar şimdi ellerindekileri de kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya. Üzerinde yaşadıkları arazi Belediye tarafından TOKİ’ye satılmış olan Romanlar buradan da sürülmek isteniyorlar. 1984-1999 arası 3 dönem Helvacı Belediye Başkanlığı yapmış şu anda da Belediye Başkan Yardımcılığı görevi yürüten Münir Nurettin Bayrav tarafından prefabrik evlere yerleştirileceği sözü verildiğini söyleyen mahalle halkı henüz sözlerin tutulmadığını söylüyor. “Konuşmak da istemiyoruz, kim bilir birisi yazılanlardan dolayı bize öfkelenir de elimizdekileri de alırlar” diyerek yaşadıkları korkuyu dile getiriyorlar.
HAYIR OLSUN DİYE DEĞİL OY GELSİN DİYE
Bu insanların biraz uzağından seçim arabaları geçiyor vaatlerle dolu haykırışları ile. Hayırsever görünümünde bir mahalleli kullanılmış, belki de bozuk bir buzdolabı getirip bırakıyor, yeni evlenecek bir çifte, hayır olsun diye değil, oy gelsin diye. Giderken de BDP ve Emek Partilileri tehdit ediyor, “girmeyin bunların arasına, siz verebilir misiniz bizim verdiklerimizi” diyerek. BDP’li bir emekçi dik duruşuyla, “Biz sizin gibi hakları olanı almayız. İnsanca yaşamı ve gerçek çözümü biz getiririz buraya, eşit gelir dağılımı ve yaşam hakkını. Getirdiğiniz şey onlardan çaldıklarınızın yanında hiç bir şey” diyor.
ÇÖZÜM ÜRETEN YOK
“10 sene oldu biz buraya geçeli ama hiçbir çözüm gelmedi. Prefabrik ev yapacağız, su getireceğiz, arsa alacağız, durumunuzu düzelteceğiz dediler ama hâlâ bir düzelme yok” diyen Fedai Demirkapı, sorunlarını şöyle anlatıyor: “Ortada bir çeşme var hepimiz onu kullanıyoruz. 20 hane ortadaki 2 çeşmeyi kullanıyoruz. Suyumuz yetmiyor. Hortum takıyor birisi, diğeri susuz kalıyor. Kilim yıkama, çamaşır, temizlik, banyo hepsi bu 2 çeşmeden karşılanıyor. Zaman geliyor su içmek için sıra beklemek zorunda kalıyoruz. Evler ise ayrı bir dert, yazın sıcaktan, kışın ise soğuk ve yağmurdan duramıyoruz. Yağmur olduğunda evlerimiz su doluyor, çamurdan geçilmiyor. Çocuklarımız okula gittiklerinde öğretmenden azar işitiyor. Kimse, hiçbir yetkili bir çözüm üretmiyor.” Yapabilecekleri bir şey olmadığını düşündüğünden güvenmek zorunda olduklarını söyleyerek tamamlıyor sözlerini Demirkapı.
ÇOCUKLAR... KADINLAR...
Yasemin Yağcılar, kayınpederinin bir çocuğu ile beraber 6 çocuğu büyütmek için çabalıyor. Kendisi de astım ve bronşit hastası olan Yasemin Yağcılar çocuklarını hastalıklardan korumak, beslemek için uğraşıyor. Bütün bu koşullarda bir çocuğun sağlıklı olması mucize ise bu mucizenin sahibi hasta ve genç yaşta yaşlanmış olan Yasemin. Yasemin Yağcılar sıkıntıların anlatma çözülmediğini gördüğünü ve çok fazla konuşacak bir şey bulamadığını söyleyerek “Erkekler genelde işsiz ve yardımlarla ayakta kalıyoruz. İnsana lazım olan her şeyden uzağız elbette durumumuzun çözülmesini istiyoruz ama bu bizim yapabileceğimiz bir şey olmaktan çıkmış” diyor.” (İzmir/EVRENSEL)
İNSANCA YAŞAMA KOŞULLARI İSTİYORLAR
Hakkı Yağcılar: Biz para pul, makarna kömürden ziyade insanca yaşama koşulları istiyoruz. Kim istemez daha güzel ve rahat yaşamayı ama bizim gücümüz yetmiyor. Biz devletten, yetkili kişilerden içinde sağlıklı yaşayacağımız 2 göz bir ev istiyoruz. Çoluğumuz çocuğumuz sağlıklı olur, banyosunu yapar, okuluna temiz gider. Geçlerimize bir iş sağlansa yaşamımız düzene girer ama bu yaşam koşullarında iş bulmak ve çalışmak mümkün olmuyor. Biz bunları istiyoruz devletimizden, fasulye, pirinç, 50-100 lira gelip geçiyor ve yaşamımız düzelmiyor. Biz de bu sefaletten kurtulalım ve insan içine çıkabilelim. Bazen düğünler oluyor gidemiyoruz, düğünümüz oluyor yapamıyoruz, dünürümüz oluyor ağırlayamıyoruz. Çocuklarımızı evlendirmek istiyoruz biz utanıyoruz, gelin bir çay içelim diyemiyoruz. Arkadaşımızı, eşimizi, akrabamızı çadırın içine sokamıyoruz, herkes bizi kınıyor, herkes aya çıkıyor ama siz bu haldesiniz diyor. Biz istemez miyiz rahat yaşamayı ama gücümüz yetmiyor ve devlet yardım etmiyor.
Evrensel'i Takip Et