24 Kasım 2013 14:23

Zengin geldi mahleye, hele hele hele ninnaye!

Seray ŞAHİNER*

Aksaray’da oturuyoruz, dört-beş yaşlarındayım; bir komşumuz var: Seniha Teyze. Kocası ölmüş, üç çocuğuyla tencereden pişirip kapağından yediği mütevazı bir hayat yaşıyor. Seniha Teyze’de alışkın olmadığımız bir telaş: Büyük kızını istemeye geleceklermiş. Aile zenginmiş. Evi dünürlere güzel göstermek için elinde avucunda ne varsa harcadı. Pek de bir şey yoktu sanırım; boyattı, avize taktırdı. Apartman komşularından kız isteme günü kullanmak üzere eşya toplamaya başladı; mermer sehpalar, sandalyeler, yemek masası, zamanın modası yapma çiçekler, koltuk takımları, Seniha Teyzelerin evine taşındı. Kızından ziyade evini görücüye çıkaracak gibiydi. Kız isteme günü geldiğinde Seniha Teyzelerin evi, birbiriyle uyumsuz eşyalardan oluşsa da gösterişli bir hale bürünmüştü. Ertesi gün, eşyalar sahiplerine birer birer geri taşındı.    

BEDENİ TERK EDEN RUHLAR

Birkaç ay sonra ortalıkta, “Buralar çok kıymetlenecek”  lafı dolaşmaya başladı. Niye? Aksaray alt metrosu yapılıyor da ondan… Kiralar metro inşaatı bitene kadar iki katına çıktı. Bizim apartman, Vatan Caddesi’nde, metronun tam karşısında. Evler metro manzaralı olunca, apartmancak kira zammı sillesini yedik. Seniha Teyze, aynı muhitte ama metroya daha uzak, kirası daha ucuz bir eve taşındı. Metrodan uzaklaştıkça kiralar düşüyordu. Sonra yine dediler ki, “Buralar çok kıymetlenecek.” Niye? E bu sefer de tramvay geliyor; Yusufpaşa’dan geçecek… Aynı semtten iki raylı sistem geçti mi eviniz ister yakın olsun ister uzak, kira zammından nasibinizi alıyorsunuz. Seniha Teyzeler bu kez metronun bile uzanamadığı bir yere taşındı. Çocuğum; az gidip, uz gidip, dere tepe düz gittiğimiz yollardan geçerek, konu komşu ‘hayırlı olsun’a gittik. Site içinde bir daire, bizim Aksaray’daki eve göre çok lüks, çok da büyük. ‘Pimapen’ lafını ilk o zaman duydum. Seniha Teyze, evinin lüksünden, sokağın sessizliğinden memnun ama Aksaray’ı özlediğinden bahsediyor. “Doğup büyüdüğüm yerler; arıyorum tabii…” Bir gün bizim apartmana ziyarete geldi. “Şöyle bir baktım da” dedi, “buraların hiç eski havası yok…” Seniha Teyze’yi bir daha hiç görmedim ama yıllar sonra Ağır Roman’ı okurken hatırladım. Metin Kaçan, doğup büyüdüğü Kolera Mahallesi’nden koptuğundan beri  “bedeniyle ruhu arasında devamlı bir savaş veren Reco”nun dönüşünü şöyle anlatıyordu: “Reco, Kolera’ya boşu boşuna koşmuştu, uzun süre terk edilen ruhun bir daha asla bedene dönmeyeceğini bilmiyordu.”

ESKİ MAHALLELİ OLDU YENİ KİRACI

13’üme gelene kadar Aksaray’da oturduk. Annem “Samatya’ya taşınıcaz” diye tutturdu. Dedemler Erzincan’dan İstanbul’a göçtüğünde Samatya’ya yerleşmiş, annem orada doğup büyümüş. Samatya’ya istimlak gelip, evlerinin yerine hastane yapılınca taşınmak zorunda kalmışlar. Annem ahtetmiş, çocuklarını Samatya’da büyütecek. Taşındık, kolay da alıştık. Ne olsa yine Suriçi’nin bir semti. Havası benziyor…
Sonra, “buraların kıymeti çok düşecek” dediler. Aa? Niye? İstimlak gelecekmiş… Ev sahipleri, devlet üç otuza evlerini ellerinden alır korkusuyla, istimlak söylentisi iyice yayılmadan mülklerini elden çıkarmaya başladı.Doğal olarak kiracılar da kapı önüne kondu. Kiralık ev sayısı azalıp, ev arayan kiracı sayısı artınca, kiralar otomatikman yükseldi. Ayrıca ‘eski kiracılık’ diye bir mefhum var. Bir evde uzun zamandır oturuyorsanız, ev sahibi daha insaflı zam yapar yahut hiç yapmaz. Eski Samatyalılar yeni kiracılara dönüşünce, kendi muhitlerinde oturmak pahalıya mal olmaya başladı. Hâl böyle olunca, uzak semtlere, yahut toplu konutlara yöneldiler.  

GÖZE BATANA GÖZ DİKTİLER

Sonra “kentsel dönüşüm geliyor” dediler. Sadece denize bakan caddelerdeki apartmanlar değil, eskiden ağırlıkla Çingeneler ve Kürtlerin barındığı Yedikule Surdibi bölgesi de halkından arındırıldı. Oradaki evler yıkılarak yerlerine “Yedikule Konakları” yapıldı. “Zengin geldi mahleye, hele hele hele ninnaye!” O bölgedeki bostanlar ve eski yapılar, mahalleye yerleşen zenginlerin gözüne batmakla kalmadı, oralara göz de diktiler. Bostanlar büyük oranda yok edildi.Kâgir binaları kazındı.Tarihi surlar, konaklara araba yolu açmak için delindi.
Birkaç yıl önce dediler ki “Buralar çok kıymetlenecek.” E hani istimlak geliyordu? Tamam, ama metro da geliyor. Haaa, anlaşıldı... Yedikule-Samatya’dan da geçen Halkalı- Sirkeci tren hattı iptal edildi. Bu hat, “her yere metro, her yerde metro” şiarıyla yeniden projelendirildi. Evlerin istimlak söylentisiyle düşen satış fiyatları birden yükseldi. Kiralar istimlak dendiğinde artmıştı, metro denince tekrar arttı. Bir taşınma dalgası daha başladı. Samatya’dan çıkmak zorunda bırakılanlar; en azından Suriçi dahilinde kalmak istiyor. Çapa tarafına çıkılabilir, ama oralar da çok kıymetli. Niye derseniz metro var. Bir yerin ulaşımı kolay oldumu kiracının oraya erişimi zorlaşıyor. İlk dalgada “Kaç kuşak Samatyalıyım, burada ölücem” deyip taşınmaya direnenlerin de bir kısmı semtten göçmek zorunda kaldı. Kimisi, ‘İyice kıymetlenmeden buralardan bir ev alalım da yerimizden yurdumuzdan olmayalım’ diye alelacele kredi çekerek bankaların kiracısına dönüştü.

SAMATYA’YI HARCAYACAKLAR MATMAZEL!

“Buralar çok kıymetlenecek,” yani, “Siz gideceksiniz, yerinize sizden iyisi, sizden kıymetlisi, varlıklısı gelecek.” Samatya; merkezî, tarihi özellikleri olan, denize kurulu bir semt. Yerlisine yâr etmek istemiyorlar. Yerlisi derken, bütün göçebeler burada: Okuluna ve Taksim’e yakın diye Samatya’da ev tutan öğrenciler, 20 yıl önce köyü yakılıp gelenler, 3 kuşak önce traktör yüzünden işinden olan çiftçiler…Aslen İstanbullu olmasak da artık Samatyalıyız...  Muhitin yerlisi Ermeniler, onlar taşınınca ne olacak? İnsanların ibadethaneleri burada. Kimse, bir diğerinin elinden, evine giderken Allah’ın evine uğrama hakkını alamaz. Ve lakin alınıyor. Önce istimlak dediler; ardından, tepki geliyor diye “kentsel dönüşüm” lafı pek dillendirilmedi, yerine restorasyon, depreme karşı kuvvetlendirme falan dediler; sonra metro… Buralar çok kıymetleniyor. Samatya’yı harcayacaklar matmazel!
Geneli alt-orta sınıf olan Samatya halkı, buralar çok kıymetlendiğinde ne yapacak? Doğduğumuz yerde ölebilmek için neye dönüşmemiz gerekiyor: Zengin’e.
Buralar kıymetleniyor da bize mi kıymetleniyor? Samatya, Seniha Teyze’nin görücüler için hazırladığı eve döndü. Birkaç yıldır hummalı bir inşaat hali var. Büyük Şehir çalışıyor. Sulu Manastır’ın bulunduğu caddedeki orijinal Arnavut kaldırımları sökülüp yerine iğrenç taşlar döşendi. Tren yolundaki binaların dış cepheleri yenilendi, tabii içleri de insansızlaştırılarak boşaltılıyor. Sokaklar sürekli kazılıyor; elektrik, su, telefon hatları yenileniyor. Bir şantiyenin içinde yaşıyoruz. Niye? Samatya görücüye çıkarılacak... Semt, yeni geleceklere sahnelenecek temsilin kulisi olarak kullanılıyor.
Tren hattının kapanmasından dolayı ulaşım sefilliği yaşıyoruz. “Sıkın dişinizi, metro gelecek…” Biz dişimizi değil kendimizi sıkıp burada kalıyoruz. Niyetleri; Metro açılasıya bizi kerpetenle söküp, yerimize porselen kaplama semt sakinleri koymak.

BAKIMSIZ OLSUN BİZİM OLSUN

Semtimize hizmet gelecek diye ödümüz patlıyor. Her yeni hizmet, kiraları yükseltiyor. Kendini salmış kocasına, önce,“erit şu göbeğini” deyip; adam spora-rejime başlayıp, yağlar gidip, geniş omuzlar-baklava kaslar belirginleşip, diğer kadınlar tarafından da rağbet görmeye başlayınca; ‘kocam elden gidiyor’ telaşıyla, “hayatım spor yapıp da ne yapıcan, boşver…Yemeğe ekmek ban da ye!” diyen kadınlara döndük. Samatya bakımsız olsun, bizim olsun.
Şimdi soru şu; hizmet geliyor da, bana mı geliyor? Devletin sunmakla yükümlü olduğu hizmet geldiği anda; kiracılar, taşınmak yahut orada yaşamayı sürdürebilmek için daha çok çalışmak, başka işlere girmek; bir anlamda sınıf atlamak zorunda bırakılıyorsa, demek ki devletten hizmet almak hâlâ varlıklı insanlara has bir şey.
Henüz gelmemiş metronun bilet parası bile kiramıza yansıyor. Metro için ucuz ulaşım diyorlar. İlla bizi ücretsiz aktarmak istiyorlar; başka semtlere. “Laleli’den dünyaya doğru giden bir tramvayda” olsak yeterdi; bizi Samatya’dan taşıyıp, dünyanın kaç bucak olduğunu gösterecek bir metroya bindiriyorlar.
Menderes mantığı, kendinden bile tuhaf bir yere evriliyor: Ya her mahalleden bir milyoner çıkacak ya da milyoner olamayanlar kendi mahallesinden çıkacak.

*Yazar/Senarist

Evrensel'i Takip Et