‘Kavga’nın küllerinden liberal-protestan AKP doğar mı?
Hakkı ÖZDAL
Alman diktatörü Adolf Hitler, Türk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümü haberini, Almanya’nın önde gelen gazetecileriyle yaptığı bir toplantıda aldı. 10 Kasım 1938 günü, Almanya’nın başlıca gazetecileri Münih’teki çalışma ofisinde toplanmış, ‘Führer’in onlara dikte ettiği ‘yönelimleri’ dinliyordu. Avusturya’yı ve çok sayıda Alman’ın yaşadığı Çekoslavakya’nın Südetenland bölgesini tek kurşun atmadan, çiçeklerle karşılanarak ele geçirmiş, Alman kamuoyunda eşine az rastlanır bir destek kazanmıştı. Gücünün zirvesindeydi.
9 Kasım günü Paris’te Yahudi bir eylemci bir Nazi diplomatına suikast düzenlemişti. Hitler ve Goebbels, bu olayı, Yahudilere yönelik korkunç planları için bir fırsat olarak gördüler. Öfkelerini, hastalıklı anti-semitizmlerini, rasyonellikten uzak, acımasız ve ilkesiz politik davranışlarıyla birleştirip, sonu soykırıma varacak, kontrolsüz bir yola giriyorlardı. Gazetecileri toplamasının nedeni de buydu. Onlara, “Bazı sorunların çözümü için eğer şiddet kullanmak gerekiyorsa, o halde biz de şiddet kullanmalıyız; böyle yapacağız” diyordu. Bu ‘yeni dönem’de, “gazetelerin nasıl davranması gerektiğini” bildirdi.
‘ESKİ ASKER’LİKTEN ‘FÜHRER’LİĞE
Sıradan bir ‘eski asker’likten ‘Führer’liğe uzanan o tuhaf yolun başlarında, 1938’deki gücünün çok uzağındayken, Alman siyaseti onu ciddiye almamıştı. 1933’de seçim kazandığında bile, Cumhurbaşkanı Hindendburg, ‘Bohem onbaşı’ dediği Hitler’e şansölyelik vermek istememiş ve başbakan yardımcılığı teklif etmişti. Krizi, Alman sermayesinin en önemli temsilcilerinden Franz von Papen’in, tüm burjuvaziye ve Alman elitlerine yönelik “komünizm korkusu” temalı lobi faaliyeti çözdü. Alman burjuvazisi, “sonu komünistlerin iktidarı ele geçirmesi olabilecek bir istikrarsızlık” yerine ‘Bohem onbaşı’nın yönetimini tercih etmişti! Hitler kişiliği von Papen ya da öteki burjuvalar için esrarengiz değildi. Onun nasıl biri olduğunu biliyorlardı; bu genel olarak biliniyordu. Daha 1934’te, Almanya’da bulunan Amerikalı bir gazeteci, “Bu adam konuştuğunda toplum içinde aynı anda hem büyük bir coşku ve destek, hem de büyük bir mide bulantısı yaratabiliyor” demişti.
Elbette, 1930’larda bile büyük bir sanayi ülkesi olan merkez kapitalist ülkelerden Almanya’yla Türkiye bir değil. Ve elbette 2. Dünya Savaşı öncesi dünyayla 21. Yüzyılın başı da bir değil. Ama Hitler’in 1938’e kadar gelen güçlenme dönemi ve bunun Alman toplumunda kazandığı istisnai destek, otoriterleşmeye açılmış bir ‘kredi’ olarak bizim için de anlamlı.
GÜÇ ZEHİRLENMESİ
‘Bohem onbaşı’nın güç zehirlenmesi ve tarihsel bakıştan yoksun, idealist, sağ-ideolojik dünya algısının yarattığı çarpık davranışları, “muhtariyetinin” tartışıldığı noktadan Türkiye’nin en güçlü iktidarlarından birine uzanan yolda bizdeki iktidar rejiminin de bir “yaşlılık hastalığı” olarak zuhur ediyor.
AKP’yi -sıra dışı matematik denklemlerin de gerçekleşmesiyle- çok güçlü bir iktidar haline getiren ve büyük oranda da bu süreçte şekillenen “koalisyon”, önceki huzursuzluklar bir yana, Gezi direnişiyle ortaya çıkan toplumsal durumdan bu yana çözülüyor. Toplum içinde yaygın bir kitlesel destek ve oy davranışı anlamına gelmese de, yerel ve uluslararası sermaye ile burjuva entelektüel dünya nezdinde meşruiyet ve İslamcı çekirdeğin “az görülür” olmasını sağlayan “liberaller” safları büyük oranda terk etti. Bu, esasında ‘karşılıklı’ olan boşanmayla birlikte iktidar çevrelerinde daha net görülen, kültürel-idari-toplumsal davranışlarda “İslamcı köklere” yöneliş, ayrışmayı toplumun başka kesimlerine de aktarıyor; şüphe ve endişe yaratıyor.
YENİ BİR ‘KOPUŞ’
Kalkınmacı, kısmen inşaat sektörüne ama büyük oranda dizginsiz bir özelleştirme furyasına ve yabancı finans çevrelerinin kâr için akıttığı fonlara dayalı büyümeyi temel alan ekonomik ‘şişme’, kendi yapay sınırlarına dayanmışken; bu “kültürel” kopuş; mevcut sağ-ideolojik seçmen davranışını ve toplumun muhafazakar zaaflarını kendi ekseninde konsolide etmeyi başaragelmiş iktidar partisi için “verimli” görünüyordu. “Komünizm öcüsü”ne benzer gulyabanilerin tarif edilmesiyle oluşan iç politik söylem ve gerici siyaset, bir ara 2071’e kadar varmış bulunan “gelecek” özgüveninden çok, ‘birkaç ay sonra’ hayal kırıklığına uğrama endişesiyle besleniyor.
Ama tam da bu noktada yeni bir ‘kopuş’, İslamcı siyasal-kültürel benzerliklere rağmen ‘karşı’da görülmeye başlayan bir eski ortak, iktidar blokunu sarsıyor. Tam da tüm dünyada ve içeride, ‘yaşam biçimi’ sorgulamaları etrafında İslamcı kökler sinir uçları olarak dikkat çekmişken; muhafazakar bir cemaat, idari-bürokratik etkisi, bunlar için “yetişmiş” gücü ve tüm o iktidar yıllarına ilişkin son derece “işlevli bir hafızası” olan Gülen cemaati, “dört bir yana” liberal-protestan mesajlar vererek iktidarla ‘hesaplaşmaya’ girişiyor.
Sol-sosyalist siyaseti, ama daha da önemlisi, çalışma yaşamında ve bütün toplumda öz örgütlülüğü demir yumrukla dağıtan, güçlü bir bağımsız siyaset alternatifinin tek mümkün toplumsal karşılığı olan işçi sınıfını gaddarca ezen askeri faşist düzenin biçimlendirdiği siyasi arenada, yandaşlık ve ‘örtük bağlantı’ koalisyonculuğu ile yeşeren bir burjuva siyasi hareketi çatırdıyor. Görünen o ki, çokça alışkın oldukları ‘belaltı’ vuruşların da dahil olduğu bir sert dalaşla mutasyon geçirirlerken, iç ve dış sermaye çevrelerinin üzerinde uzlaşabileceği liberal-protestan bir ‘yeni’ odak arayışı da peyda olacak. ABD’nin neredeyse tüm eyaletlerinde, 6 bölgesel federasyon olarak örgütlenmiş, Kongre’yle ‘organik’ ve sıcak ilişkiler geliştirmiş güçlü bir siyasal-lobi olarak Gülen hareketi, şimdiden ‘yeni koalisyon’un en istekli adayı.
Ama yine de unutmamaları gereken bir şey var: Yaz başında başını bir kez dışarı çıkarmış bulunan halk hareketi, “von Papen planları”na ve bunun üzerinde yapılacak “düzeltme hareketleri”ne ummadıkları bir ‘toptan itibarsızlaşma’ dayatabilir.
Evrensel'i Takip Et