8 Aralık 2013 09:21

Mandela’nın yası, Mandela’nın mirası

John PILGER

1960’larda Güney Afrika’da muhabirlik yaptığım dönemde, Nazi hayranı B. J. Vorster, Cape Town’da başbakanın ikametgahını işgal etmişti. 30 yıl sonra sınırda ülkeye giriş için beklerken, sanki hiçbir şey değişmemiş gibiydi. Beyaz Afrikanerler(G.Afrika’da çoğunlukla Hollanda kökenli yerleşimcilerin oluşturduğu etnik grup) kimliğimi, son derece özgüvenli bir şekilde kontrol etti. Bir tanesi, Nelson Mandela’nın otobiyografisi “Özgürlüğe Uzun Yürüyüş”ü taşıyordu ve “Çok ilham verici” dedi.

Mandela, öğle uykusundan yeni uyanmıştı ve uykulu gözüküyordu; ayakkabı bağcıkları bağlanmamıştı. Altın rengi bir tişörtle odaya geldi. Gülerek “Tekrar hoş geldin. Bilmelisin ki ülkemden kovulmak büyük bir onurdur” dedi. Tepeden tırnağa nezaketi ve karizması insana kendini iyi hissettiriyordu. Azizliğe terfisiyle dalga geçerek “Başvurduğum iş bu değildi” dedi.

Yine de kendisine karşı hürmetkar röportajlara fazlasıyla alışmıştı ve şu gibi sözlerle birkaç kez uyarıldım: “Ne dediğimi tamamen unutmuşsun” ya da “Bu konuyu zaten açıklamıştım...”

Afrika Ulusal Kongresi’ne yönelik hiçbir eleştiriye izin vermeyerek, neden milyonlarca Güney Afrikalı’nın onun “mirasını” değil ama ölümünün yasını tutacağını ifşa edecek bazı şeyler söyledi.

MANDELA VE ANC’NİN TUTMADIĞI SÖZLER

Ona 1990’da cezaevinden salınırken kendisinin ve ANC’nin verdiği sözlerin neden tutulmadığını sordum. “Kurtuluş hükümeti” ve Mandela, bankalar dahil Apartheid ekonomisini ele alacaklarını ve “bu konuda kendi görüşlerinin değişmesi ya da düzeltilmesinin hayal edilemez” olduğunun sözünü vermişti. Ancak iktidara gelince, partinin yoksulluğun sona erdirilmesine yönelik resmi politikası olan Yeniden inşa ve Kalkınma Programı(RDP) lağvedildi ve ANC’nin bakanlarından biri partinin politikasının “Thatcher’cı” olmasıyla adeta böbürlendi!

“İstediğin gibi adlandırabilirsin” diyordu Mandela, “Ancak bu ülke için özelleştirme temel bir politikadır.”

Ona bunun 1994’te söylediklerinin tam aksi olduğunu hatırlattım. O ise her sürecin bir değişim getirdiğini söyledi.

Çok az Güney Afrikalı bu “süreç”in, ANC’nin sürgünde olduğu dönemde Afrikaner elitiyle Mells Park House’taki görkemli bir evde yüksek gizlilik içerisinde yapılan anlaşmayla (Mandela’nın salıverilmesinden iki yıl önce) başlatıldığından haberdardı. Ana aktörler, Apartheid’ı destekleyen holdinglerdi.

Hemen hemen aynı dönemde, Mandela da kendi gizli görüşmelerini yürütüyordu. 1982’de Robben Adası’ndan görüşmeci kabul edebileceği Pollsmoor Hapishanesi’ne taşındı. Apartheid rejiminin amacı direniş hareketini “iş yapılabilecek ılımlılar”(Mandela, Thabo Mbeki, Oliver Tambo) ile Ulusal Demokratik Cephe’ye öncülük edenler arasında bölmekti. 5 Temmuz 1989’da Mandela, “Büyük Timsah” olarak anılan Başbakan P. W. Botha ile görüşmek için cezaevinden gizlice çıkarıldı. Bu, Mandela’yı çok mutlu etmişti.

PEKİ YA EKONOMİK APARTHEİD?

1994’teki demokratik seçimlerle birlikte etnik apartheid sona erdi ve ekonomik apartheid yeni bir yüze büründü. Botha rejimi, siyahi işadamlarına Bantu diyarının dışında şirketler kurmalarına izin veren cömert krediler verdi. Yeni bir siyahi burjuvazi, sınır tanımayan kayırmalarla beraber hızlıca palazlandı. ANC şefleri lüks köşklere taşındı. Siyahlar ve beyazlar arasındaki fark küçüldükçe, siyahlarla siyahlar arasındaki ayrım büyüdü.

Zenginliğin yayılacağı ve iş sahalarının açılacağına dair tanıdık nakarat, üçkağıtçı şirket evlilikleri ve işsizliği artıran “yeniden yapılanma”ların arasında kayboldu. Yabancı şirketler için, gemideki siyahi kaptan hiçbir şeyin değişmediğinin bir garantisi olarak görülüyordu. 2001 yılında George Soros, Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’nda “Güney Afrika, uluslararası sermayenin ellerindedir” diyecekti.

Taşrada insanlar pek bir değişim hissetmedi ve Apartheid dönemine benzer zorla tahliyelere tanıklık etti. Güney Afrika’nın ırk ayrımına son verilen günlük yaşamında, Apartheid sonrası gelişmeler, ANC’nin kendini adadığı neoliberalizm ve yolsuzluklarla kendi ayağına ateş etti. Bunlar, 2012’de Marikana’da 34 madencinin katledilmesi olayında –yaklaşım yarım asır önce Sharpeville katliamını hatırlatır şekilde- gördüğümüz gibi devlet suçlarına sebebiyet verdi. Marikana’daki de, Sharpeville’deki de eşitsizliğe karşı yapılmış protestolardı.

Mandela’nın kendisi de iş dünyasının zengin beyazlarıyla-Apartheid döneminde malı götürmüş olanlar dahil- yakın ilişkiler geliştirmişti.  O bunu, “uzlaşma”nın bir yanı olarak görüyordu. Belki de o ve sevgili ANC’si o kadar uzun süre mücadele etmiş ve sürgünde kalmıştı ki, halkın düşmanlarıyla işbirliği yapmayı kabul eder hale gelmişlerdi. Birkaçı Güney Afrika Komünist Partisi’nden olmak üzere değişimi samimi bir şekilde isteyenler vardı ancak en sağlam damgayı vuran Hıristiyanlığın “reform ve kendini affettirme” misyonuydu. Mandela’nın Amilcar Cabral ve Pandit Nehru’nun yaptığı gibi uyumlu bir vizyonu dile getirmekteki gönülsüzlüğünü çoğunlukla görmezden gelen ya da selamlayan ülkedeki ve ülke dışındaki beyaz liberaller bunu sevinçle karşıladı.

SON DÖNEMLERİNDE KENDİNİ BULMUŞTU

11 Eylül sonrası dönemde George W. Bush ve Tony Blair tehlikesine dikkat çeken Mandela, emekliliğinde değişmiş gibiydi. Halefi Mbeki İngiltere’yi ziyaret etmeye hazırlanırken Blair’ı “Bush’un dışişleri bakanı” olarak tanımlaması hınzırca ve yerindeydi. Guantanamo’nun merhametsiz gardiyanı Barack Obama, onun Robben Adası’ndaki hücresine “hac” ziyareti gerçekleştirdiğinde ne tepki vereceğini çok merak ediyordum.

Söyleşimiz sona erdiğinde, ona karşı çıktığım için affedildiğimi hissettiren bir şekilde kolumu sıvazladı. Kulaklık takan çok sayıda beyazın devasa kolları arasında onun ufak gri kafasını görünmez hale getiren gri Mercedes’ine doğru yürüdük. İçlerinden biri Afrikaan dilinde bir komut verdi ve hepsi ortadan kayboldu.

Nevv Statesman’dan çeviren: Mithat Fabian SÖZMEN

Apartheid: Güney Afrika’da 1948-1994 arası uygulanan ırkçı rejim.

Evrensel'i Takip Et