8 Aralık 2013 09:34

Dur sakince, uçmak ne demek?

Alper BAKINER

Aşağı yukarı herkes, uzun ya da kısa, birbirine yakın şeyler ifade ediyor ama ortadaki derdi en rafine haliyle özetleyen, Gri Sahne’den Ümit Doğan’ın Bianet’e kurduğu şu cümleler olmuş:
“Ahlak denen şey başlı başına sorgulanması gereken bir durum. Sanatın da tam olarak işi budur. Bir tiyatronun, sorgulama alanını sorgulanamaz hale getiren bir yapının altına girmesi çok saçma…”
“Sanat etki alanı çok geniş ancak parasal geri dönüşü çok düşük olan bir alan. Mutlaka desteklenmesi gerekiyor.”
Ben böyle başa koyup biraz da irade beyanında bulunmuş oldum ve fakat bunlar aslında bu yahut başka herhangi bir yazının final sözleri olabilir. Daha ötesi normal seyrinde giden bir toplumda, hata kaza ‘tiyatro-genel ahlak’ temalı bir tartışma çıkmışsa şayet, bu sözlerden sonra bütün tartışanların tası tarağı toplayıp evlere dağılmaları ve tasasız bir uyku çekmeleri icap eder. Sorun çözülmüştür, daha neyi tartışacağız?
Yalnız meşrep gereği meseleye müzik yakasından bakmaya kalkınca bir miktar zorlandım açıkçası. İş çetrefilli bir hâl alıyor. Bir kere müzikte bu kadar dolaysız bir sorgulamadan bahsetmek güç. Desteklenme üzerine kurulan ilişkiler de paralellik arz etmiyor. Belki klasik müzik icra eden kalabalık orkestralar için bir paralellik söz konusudur ama sokağa çıkmış müzik için durum bambaşka.
Üstelik bu zorluk işin bütün tarafları için geçerli. Çünkü ortada sayfalarca kâğıt üstüne dökülmüş ve bir takım mercilere sunulan projeler yok. Üç beş dakikalık şarkılar işte, hissi denk geldi mi yakılıveriyor. Sonra dört bir yana salınmak için çok bir şey de istemiyor, bir bakmışsınız memleketin her bir çarşı pazarında bağır çağır… Hâliyle benim diyen hükümetin denetleme hususunda başı hayli ağrıyor. Hatta denetleyemediği şeyle ulu orta iftihar etmek durumunda bile kalabiliyor. Misal hâlâ merak eder dururum; o müstesna Diyarbakır şovundan önce minik bir hesaplaşma olsun yaşanmamış mıdır? Dört büyükler sahneye çıkmadan bir saat önce falan… Otelin lobisinde çaylar yudumlanırken İbrahim Tatlıses’in kibarca kulağı çekiliyor: “Ya hocam neydi senin o ‘tombul tombul şeyler’ öyle Allah aşkına!...” Hayat film değil ki mübarek başa sarasın.
Neresinden tutsan elinde kalan durumlar da var. Bir eğitim aktivitesi olarak “Adına da derler seks”i bunlar içinde tek geçerim. Şarkı yaklaşık şöyle bir şeyler diyor: “Biz şu güzel ülkemizde çocuk yapmak uğruna bir takım kültürfizik hareketleri yapadururken, sosyete başımıza seks diye bir icat çıkardı; uğraş dur şimdi…” Tanıdınız değil mi? Her ağzını açtığında bunu ima etmeyen bir hükümet henüz gelmedi memlekete. Ama yine de sorun var işte. İçerik örtüşüyor yalnız biçim o biçim. Sevil Öztatlı o kadar da şuh söylemeseymiş meselâ. Bir de ne o öyle ha bire seks deyip duruyor kadın. Bir şeyi kırk defa dedin mi Allah muhafaza…
Bu eğitimi bu hâliyle tiyatroya uyarladığınızda işin ciddiyeti katlanır. Seks’in kötü bir şey olduğunu anlatacaksınız ama bunun için ondan bahsetmeniz lazım… İş tiyatro olduğu için onu icra etmeniz hatta. Bu vazife uğruna o çirkin şeyi yapmayı göze almış çiftimizden artık hangisi uygunsa, başını seyirciye doğru kaldırır ve uzak bir bakış atarak der ki: “İşte böyle böyle yapmayın anlaştık mı?​”

BACAK ARASI AHLAKI

Biraz daha ciddi olanlar Neşet Usta’nın başına gelenler. Onların da ilk akla geleni İskender Pala’nın “Gönül Dağı”ndan, artık ne içtiyse hazret, edindiği o tuhaf heyheylenme; kısaca “amanın bana bi’ hâller oluyor” şeklinde de anlayabiliriz sanırım. Hani diyordu ya; “bir tenhada can cananı bulunca’ diye başlayınca istediğiniz sahneyi üretebilirsiniz” diye. O zaman da şimdi de çok önemsemedim aslında. Sadece ne tırsak adam diye düşünmeye devam ediyorum. İskender Pala bu sözleri ettiğinde Usta’nın yedisi çıkmamıştı daha. Artık nasıl biriktirmişse içinde, hemencecik kusuverdi. Usta yaşarken bu sözleri edebileceğini düşünmüyorum, alacağı cevabı kaldıramayacağını biliyordur.
Ama bir de Neşet Usta’nın sağlığında vuku bulan bir hadise vardır ki çok daha mühim: 2008 Ekiminde Kırşehir’in Kaman ilçesinde bir konser. Usta, her konserinde zikrettiği bir kelâmı yineliyor: “Oyun havalarında ellerinizi birbirine her vurduğunuzda günahlarınız kurumuş yaprak gibi dökülürmüş. Hele bir de içinizden gelip iki oynasanız, günahkâr da gelseniz, melekler gibi dönermişsiniz evinize.”
İşte bu dibine kadar ideolojiktir; kahkahanın ideolojisi… Bu topraklarda alışılagelmiş hâliyle, en naifinin bile orospulukla yaftalandığı kahkahanın. Bu sözler hem gidilecek yolu işaret eder, hem de peşinden gidilecek ‘ermiş’i. O yüzdendir ki Kaman Vaizi derde düşer ve bir cevap vaaz eder: “Bunu söylemek sizin haddinize değil. Sonra delilsiz konuşarak Allah’a iftira ettiniz. Siz Müslüman olabilirsiniz, ama fiiliniz Ebu Cehil’e ‘vay’ çektirir. Acele bütün Müslümanlar için özür bekliyorum.”
Her Allah’ın günü müspet deliller geliyor da ben mi görmüyorum acep? Bakın eğer öyleyse ve haber vermiyorsanız iki elim yakanızdadır. Ama eğer öyle değilse, ‘neşe’nin günahlara bire bir olduğuna inanmamızın nesi kötü ki? Mesele inanç değil miydi? Ha tabii, ‘işle işle günahları sonra utanmadan göbek at’ kabilinden bakıyorsanız mevzuya o vakit sizi aydınlatmak boynumun borcudur. Diyor ki usta; “şayet has neşenin müridiyseniz günah münah işlemezsiniz”. Burada bahsi geçen günahlar da, siz bilmezsiniz, işte yalan dolan, entrika, lokmaya göz koyma, makam fetişizmi türü amellerdir.
Her şeyin herkes için kilitlendiği nokta burası değil mi? Aklında bacak arasından başka hiçbir şey olmayan bir ‘normal’i yaşamamız isteniyor. Biz oraya bakmıyor gibi yapan ahlakımızla mağrur dolanırken, sanki bütün yalanları sevaba dönecekmiş gibi. “Sahnede öpüşüyorlar yahu, ben hepinize yalan söylemişim çok mu?​”
O zaman da destek falan görmüyordur insanın gözü zahir. O mide bulantıları arasından kafasını kaldırıp “başka bir şey lazım” diyenlerin yolu bir gün muhakkak kesişecektir. Amma ve lâkin şimdi lazım olan destekse, devlet efendi, senin buradaki tek vazifen pamuk elleri cebe sokmaktır.   
Bu arada haksızlık etmeyeyim; müzik yapanların da destek aldığı şekiller var. Aklıma belediyelerin düzenlediği festivaller geliyor. Onlar hakkında da Gezi’ye bir şekilde dâhil olmuş müzik insanlarının hükümete bağlı belediyelerin listelerinden silindiğine dair rivayetler dolaşıyor. (Ben rivayet diyeyim siz anlayın). Ama bu tarz eylemler dışında, meselâ sahneyi nasıl denetliyorlar hakikaten bilmiyorum. Ya da diyelim gizli gizli takiptelerse, ben arada bir sahnede gömleğimi çıkarıyorum, kusur mudur? Bunlar hep muamma. Belki de bilmediğim bir sürü destek vardır da sırf o gömlek yüzünden… O zaman da kara kara düşünürüm; nasıldı o şarkı?
Minik minik minik kelebek… Dur sakince uçmak ne demek… Fazla gezinme git bir dalda dur… Falan filan…      

* Müzisyen (LUXUS)

Evrensel'i Takip Et