Devlet Sponsorluk Tic. Ltd. Şti.
Derya ÜLKER
İktidarın sanatla olan ilişkisi uzun ve alıngan bir ilişkidir. Bireysel özgürlük alanın varlığını, sanatın ifade ve yayılma gücünü her çağda kendine bir tehdit olarak algılayan iktidar, sanatı çocuğu gibi tekelinde tutmaya çalışır. Ancak çocuk, Rönesans’ta sanatçısı tarafından resminin altına o ilk imza atıldığı anda evden kaçar.
“Sen devlet olabilirsin ama bu resim benim!” diyerek iktidar içinde alanını açan bireysel ego biçimlendirilemez ve kontrol edilemez. 15.yy’da gerçek anlamda sanatın ortaya çıkışı, geleneksel kolektif gerçeklikten bireyciliğe geçilmesi ile paraleldir. Sanat perdesinde, statükoyu korumaya programlı devlet ile birey çatışmakta, her biri kendi iktidar ve dokunulmazlık alanlarını tayin etmeye çalışmaktadırlar.
Oysa gelenek çağında, otosansür mekanizmasıyla sorunlar daha baştan engellenir. Ortaçağın skolastik felsefi yapısı oldukça güvenlidir, sınırlar önceden tayin edilmiş, bütün oyuncular kuralları ezberlemişlerdir. Özerklikten yoksun kalıplar uygulamalara hazırdır. Bu kalıpları yıkmak, kendini sorgulamak, kavramların ve yöntemlerin üzerine gitmek sanatın en az 300 yılını alır ve almaya da devam etmektedir. Etik ve estetik probleminden dalıp, bunlar yerine de bir sanat eserinin içindeki ahlakı tartışmaya çalışıyorsak epey aşağılara, Ortaçağ karanlıklarına kadar inmişiz demektir. Çanlar yine bizim için muhafazakar tınılarıyla çalmaktadır.
Aydınlanma sonrasında sanat, özerklik dönemini, dörtnala koşmak isterken kendisini evcilleştirmeye çalışan iktidarın ve muhafazakar yapının bariyerlerinin üzerlerinden atlamakla geçirir. Otosansür geleneğinin terki ile bohem ve marjinal bir sanatçı tanımı baş gösterir. Ne zaman ki sanatçı kendini sararak dönüştüren gelenek kılıfını yırtar, bir tepkime gibi açığa çıkan sansüre hemen iktidar sahip çıkar.
Devletin sansür araçları her zaman ben sansürüm diye bağırmaz. Kimi zaman yardımcı toplumsal unsurlar göreve çağrılır, kimi zaman da ekonomik yıldırma biçiminde ortaya çıkar. Kilisenin ve müzelerin takdis ettiği sanatın yerini, modernite ile birlikte ekonomi-politik yapı tarafından kayıt dışı alanda egemenlerce vaftiz edilen sanat alır. Sanat o gizli harcama kaleminin adıdır ve her şey gibi ücretlendirilebilir. Tanrı katından bilimsel zemine inen sanatın yeni yeri yeraltıdır.
AHLAK, SÖZLEŞME ŞARTI
İnsanlık tarihine paralel bu yolculuğun kıyısından geçmeyen açıklama geçenlerde Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan geldi. Bakanlık, yardım yaptığı özel tiyatrolara, “genel ahlâk kurallarına uygun” oyun sahnelemeleri için protokol imzalama zorunluluğu getirdi. Dahası “genel ahlaka uygun oyun” sergilemeyen tiyatronun yardımı 15 gün içinde yasal faiziyle birlikte geri alınacak, dendi. Sanata devlet desteğinin komünist gelenek olduğu da bu açıklamalara bir güzel eklendi. Ancak biz biliyoruz; dünyanın birçok yerinde ekonomik sistem tercihi ne olursa olsun sanat fonları devlet tarafından hibe yoluyla dağıtılmaktadır. Bakanlıktan gelen açıklamada bu uygulamaya getirilen yenilik nedir pekiyi? Hiçbir sosyal devlet, yapmış olduğu desteği geri almaz. Sosyal yardımlardan feragat etmek dahi mümkün değildir. Açıklamaya göre, devlet değil adeta bir sponsorluk şirketi gibi hareket eden iktidar, fon tahsis ederken ölçüt koymak ve bir danışma kurulu oluşturmak yerine, ahlaka mugayir durumu tespit ettiğinde destek bedelini “yasal faizi” ile geri alacağını söylüyor. Üstelik ticari ilişkide görülen süre sınırından bile bahsetmiyor, karşılıklı cezai şart gibi emniyet sübaplarını yalnızca kendine saklıyor. Özel bir sponsor en fazla şu kadar süre ile tanıtımının yapılmasını şart koşarken, devlet herhangi bir süreden söz etmeksizin işin ahlakını sözleşme şartı gibi takip ediyor. Oyun her oynandığında devlet abi bizi gözetliyor. “Ahlaksızlığın” ortaya çıkması veya öğrenilmesinden itibaren 15 gün içinde desteğin yasal faizi ile geri alınacağı tehdidi, kazancın “haksız”lığının ağır yongası olarak desteklenenin ensesinden ayrılmıyor.
İktidar görünümündeki bu sponsorluk şirketinin elinden kaçmak da öyle kolay değil, çünkü tüm vergi borçlarının kaydı elinde. Özel bir tiyatro destek ödeneği için başvurduğu anda dosyası tozlu raflardan çıkarılıp öncelikle vergi borcunun ödenip ödenmediği araştırılıyor. Aynen plastik sanatlar alanında hiçbir desteğin gündeme gelmediği ama resim yapıp onu akçeye dönüştüren ressamın her tasarrufundan %50’lere varan vergilere talip olunduğu gibi... Destek almaya giden kendini Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkındaki Kanun’a tabi buluveriyor.
İktidarın sanata olan sürekli müdahalesi, her sahnelemede yeniden oluşan performans sanatları karşısında çok daha net okunuyor ve Emek Sineması’nda olduğu gibi kitlesel muhalefetle karşılanıyor. Bakanlık bunu biliyor ki; hemen muhalif kitleye alternatif yeni bir kitleyi sanata ahlak penceresinden bakmak üzere göreve çağırıyor. Sanata karşı yüzde 50! “Halk”ın Tophane’den aşağı inip açılıştakileri dağıttığı gün olduğu gibi…
İktidar burada karşımıza bir ahlak meselesi çıkarıyor. Ahlakın ne olduğunu tartışırken buluyoruz kendimizi. Oysa bir disiplinin ahlaka sahip olması beklenemez. Ahlak eylemler ve özneler içindir. Nasıl ki bilimin bir ahlakı olamaz, ancak ayrı bir bilim etiği vardır; kendi yöntemiyle, kendini ortaya koyabilen sanatın da ancak iç etiği sorgulanabilir. Sanat için olsa olsa Kantçı (bireysel, ideal ve akıl yolu ile ulaşılmış) bir çerçevedeki ahlaktan söz edilebilir. Yani sanatın kendine ne kadar dürüst olduğu… Bu esnek ve göreceli ahlak anlayışı bile sadece kendi bütününden söz eder, totaliterdir, ötekinin ahlakını içermez. Ahlakı bu alana katmak tehlikeli bir söylemdir. Bu nedenle sanat ancak ve ancak özerk bir alanda ele alınmalıdır.
SANATIN ÖNCÜLÜĞÜNE KARŞI AHLAKIN GERİCİLİĞİ
Aydınlanmanın Diyalektiği’nde Adorno ve Horkheimer, “Aydınlanmanın ahlak öğretileri, çıkarın fayda etmediği noktada toplumu bir arada tutmak için, zayıf düşürülen dinin yerine anlıksal bir zemin bulunması yönünde girişilen umutsuz çabaya tanıklık eder” derler. Şu anda tam da böyle bir ahlak anlayışı ile karşı karşıyayız. Sanatın öncülüğüne karşı ahlakın gericiliği... Ahlaki yapının koruyucusu olan, hani çekirdek ailemizden, ırzımıza kadar bizi korumaya garanti veren ancak yarınımız ve özgürlüğümüz söz konusu olduğuna gölgesinden hızlı kaçan, hiç de sosyal olmayan devlet, iktidarını dayandırdığı, toplumun sesi olduğunu iddia ettiği “Genel kamu vicdanı ve ahlak yargısı”na sanatı mahkum etmektedir. İşte bir sponsorluk şirketinden farkı budur: ifşa etme ve toplum içinde ayrılık yaratabilme gücü.
* Ressam
Evrensel'i Takip Et