Polis vuruyor yargı kolluyor
Kazım BAYRAKTAR*
Yargı kurumlarının, devletin ve dolayısıyla egemen sınıfın baskı aygıtı olduğu gerçeğinin somut pratikte nasıl ortaya çıktığını araştırmak ve incelemek isteyenler için yaşadığımız süreç oldukça çarpıcı somut veriler sunuyor. Egemen burjuvazinin siyasi iktidardaki temsilcileri arasında yaşanan devlet aygıtlarını paylaşma kavgası ve bu kavganın hem aracı hem de hedefi olan yargı-polis-MİT mensuplarının sergiledikleri çatışma; pratikler yanında, Gezi sürecinden bu yana yaygın bir suç teşkilatına dönüşen polis teşkilatının halka karşı işlediği suçların yargılandığı davalara bakmak yeterlidir. Kendi aralarında iktidar paylaşım savaşı yürütürlerken egemen sınıf hukukunu ve yasalarını dahi çok açıktan ve cüretkarca çiğneyerek hem birbirlerine karşı hem de hep birlikte ezilen halklara ve emekçilere karşı saf tutuyorlar.
Ethem Sarısülük davası siyasal iktidar-yargı-polis ittifakının somut ve en çarpıcı pratiklerinden biridir. Davanın 2 Aralık tarihli duruşmasında mahkemeye sunmak üzere hazırladığımız ancak heyetin çekilme kararı nedeniyle teslim edemediğimiz, çok sayıda avukat tarafından imzalanan metinde şunlar yazılıydı:
“Bu dava kutsal saydığı amaçlar uğruna her yolu mübah sayan zihniyetin egemenliğinde yürümektedir. Halka karşı suç işleyen polisleri yasalara ve hukuka karşı kollayan, onlara ayrıcalıklı yargılanma olanakları bahşeden; polisi, askeri kutsayan bir zihniyettir. Polis-asker öldürüldüğü zaman şehit, öldürdüğü her koşulda haklıdır. Bu zihniyetin ideolojik egemenliği altında yaşıyoruz. Oysa hayatın gerçekliğine baktığımızda, yaşamamızı sağlayan her şeyi üreten işçiler, başta ağır sanayi, maden ve inşaat işçileri olmak üzere her gün üçer beşer iş kazası adı altında, üç kuruş fazla kâr elde etmek için öldürülüyorlar. Bizi yaşatmak için ölüyorlar. Egemen ideolojinin ve sistemin cinsiyetçi baskı kültürü her gün kadınları öldürüyor, erkekleri hafifletici nedenler uydurarak tecavüze teşvik ediyor. Mahkemeler bu cinayetleri ve suçları başka türlü, polisin-askerin işlediği cinayetleri ve suçları başka türlü yargılıyorlar. Hiçbir polisin-askerin görevi ve canı, bir maden işçisinden, inşaat işçisinden, her gün tecavüze uğrayan, her gün öldürülen kadınlardan daha kutsal değildir. Halka karşı suç işleyen polisi ve askeri kutsayan faşist zihniyetin insanlığı hangi felaketlere sürüklediğini gerçek tarih bilincine sahip olanlar iyi bilirler; hangi sınıfın ve ideolojinin çıkarlar için kutsandıklarını da...”
AÇIK GÖRÜNTÜ KAYITLARINA RAĞMEN
Üniformalı katilin Ethem’i nasıl vurduğunu defalarca ekranlardan izledik. İçinde bulunduğu polis grubunun arasından elinde silahla tek başına ileri doğru saldırıya geçiyor, yere düşmüş bir göstericiyi iki kez tekmeliyor, göstericilere yaklaşıyor, silahın mekanizmasını kurarak mermiyi namluya sürüyor, kolunu havaya kaldırıp havaya ateş ediyormuş gibi görüntü vererek ancak bileğini yarım bükerek iki kez ateş ediyor, son atışta bileğini tam bükerek göstericilerin kafalarına doğrultuyor ve Ethem’i başından vuruyordu. Savcı bu açık görüntü kayıtlarına rağmen “meşru savunma sınırının kasıt olmaksızın aşılması” iddiasıyla, sözde tutuklama talebinde bulunarak sanığı mahkemeye sevk etti. Mahkeme görüntü kayıtlarına hiç değinmeksizin sadece sanığın ifadelerini gerekçe göstererek tutuklama talebini reddetti. İtirazımızı inceleyen bir üst mahkeme CMK’yı açıktan ihlal ederek itiraz hakkımızın olmadığına karar verdi. Savcı iddianameyi de aynı iddiaya dayandırdı ve cinayeti taksirli suça dönüştürerek göstermelik bir dava açtı. Yargı yolunda çok engelli bir koşu başlamıştı.
KASITLI HAREKET
İlk iş olarak, savcının ve Ankara Emniyetinin taraflı ve nesnel gerçekliği çarpıtan bilirkişi raporlarına karşı tarafsız bilirkişilerden raporlar aldık. Olay anının ham görüntüleri bilirkişiler tarafından büyütüldü, yavaşlatıldı, netleştirildi. İki ayrı bilirkişiden görüntü inceleme raporları ve iki ayrı ruh sağlığı uzmanı raporlarında sanığın meşru savunma değil saldırı kastıyla hareket ettiği tespit edildi.
Yargılama aşamasında ilk engeli Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi koydu. İdari izin alınmadığı gerekçesiyle “yargılamanın durdurulmasına” karar verdi. “Yargılamanın durdurulması” kararı itirazımız üzerine bir üst mahkeme tarafından kaldırılınca davaya bakmak zorunda kaldı. Bilirkişi raporlarına dayanarak, sanığın tutuklanması ve sevk maddesinin TCK’nın 81. maddesi (kasten adam öldürme) olarak değiştirilmesi talebinde bulunduk, reddedildi. Red kararının gerekçesinde bilirkişi raporlarına hiç değinilmedi, görmezden gelindi. Kartların çok açık oynanacağı bir yargılama ile karşı karşıya olduğumuzu anlamıştık.
TRAJEDİ
İlk hukuksuzluklar trajediydi, duruşmalar başladıktan sonra komediye dönüştü. İlk duruşma günü duruşma salonunun dinleyici bölümü “sanığın arkadaşları” bahanesiyle sivil giyimli 100’e yakın çevik kuvvet polisiyle doldurulmuş, sanık bölümüne de 5 adet sivil giyimli, kravatlı, orta yaşlı adam oturtulmuştu. Polis terörü altında yargılama yapılmak isteniyordu. Israrlı karşı çıkışları-mız “ya biz çıkacağız ya onlar” noktasına varınca mahkeme başkanı onların çıkarılmalarına karar vermek zorunda kaldı. Dışarı çıkarlarken üzerimize pet şişe atıyorlar, küfrediyorlar, mahkeme heyeti de seyrediyordu. Dışarı çıkanlar mahkemenin resmi davetiye ile çağırdığı tanıklara saldırdılar, iki tanığı yaraladılar. Tanıkları korumak için avukatlar ve Sarısülük ailesi dışarı doğru yöneldikleri sırada Ethem’in annesi -bu arada duruşma salonuna getirilmiş olan- katil sanığını yüzüne elini atınca sanığın peruğu, kaşı, bıyığı ve gözlüğü düşüverdi. Sanığın sahte bir yüzle duruşmaya getirildiği ortaya çıktı. Mahkeme kimlik tespit dahi yapmadan duruşmayı erteledi.
KİMLİK TESPİDİ YAPILMADI
Komedi ikinci duruşmada da devam etti. Urfa’ya tayin edildiği bahanesiyle duruşmaya gelmeyen sanık -oysa Urfa’ya tayin yeni değildi, ilk duruşmadan önce yapılmıştı- hakkında tensip kararı gereğince tutuklama kararı verilmesi gerekirken bu talebimiz bir kez daha reddedildi. Mahkeme heyetinin taraflı davrandığına dair gerekçelerimizi sunarken CMK’daki “çekilme” hususunu da hatırlatmış ancak bu yönde bir talepte bulunmamıştık. Mahkeme bu hatırlatmamızı talep olarak algılayıp “çekilme talebinin reddine” karar vererek duruşmaya devam etti. Bütün itirazlarımıza rağmen sanığın ifadesinin SEGBİS yöntemiyle Urfa’da alınmasına karar verildi ve duruşmadan sonra Urfa’ya yazılan talimata, ifade sırasında hazır bulunmaları için sanığın avukatlarına davetiye çıkarılması istemi ilave edildi. Müdahil avukatları olarak doğrudan soru sorma hakkımızı kullanmak amacıyla ve eşitlik ilkesi uyarınca bizim de Urfa’da yapılacak olan duruşmaya katılmamıza karar verilmesine dair talebimiz reddedildi. Red kararı verilirken eşitlik sağlama adına sanığın avukatlarının yanında hazır bulunmalarına dair karardan da vazgeçilmesine karar verildi. Aynı dilekçede sanığın resmi tasdikli fotoğraflarının getirtilmesi ve duruşma sırasında karşılaştırılarak kimlik tespiti yapılması talebimiz ise karara bağlanmadı.
FOTOĞRAFI BİLE YOK
Üçüncü duruşma bu mahkeme heyeti açısından komedinin son perdesi oldu. SEGBİS yöntemiyle Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi duruşma salonundaki ekrana gelen görüntüde sanığın kaş ve bıyığı takma görüntüsü veriyordu, saçı boyalıydı, parlak camlı bir gözlük takmıştı. Kuşkulandık ve gözlüğünün çıkarılmasını, saç, kaş ve bıyığının takma olup olmadığının kontrol edilmesini talep ettik. Mahkeme heyeti bu talebimizi de reddetti. “Ekranda görünen şahsın gerçek sanık olup olmadığını hangi fotoğrafa bakarak kontrol edeceksiniz? Dosyada sanığın neden fotoğrafı ve kimlik fotokopisi yok?” şeklinde sorularımızı yanıtsız bıraktı. Sanığın kimlik tespiti sadece nüfus kayıtları üzerinden yapılarak yüzünü gizleme uygulamasına devam edildi. İddianame katibe okutulurken savcı mahkeme heyetinin bir üyesi uyumaya başladı. HSYK hemen soruşturma başlattı. Oysa bu yargıçların bu davada işledikleri görev suçları nedeniyle yaptığımız başvurudan hâlâ bir ses yok.
KÜÇÜK VE MÜTEVAZI BİR KAZANIM
Sorgusunda baştan sona yalan söyleyen, sorularımız karşısında sıkıştıkça, “hatırlamıyorum”, “susma hakkımı kullanıyorum” şeklinde yanıtlar veren sanığa gösterilmesi ve altındaki imzanın kendisine ait olup olmadığının sorulması için mahkeme heyetine “olay tutanağı” başlıklı bir belge sunduk. SEGBİS yöntemi buna izin vermediği için mahkeme heyeti belgeyi sanığa gösteremedi ve bu durum tutanağa yazıldı. Öğle arasından sonra yeniden duruşma başladığında mahkeme heyeti davadan çekilme kararı verdi. Bu bir kaçıştı. Toplum nezdinde güvenirliklerini tümüyle yitirmişlerdi. “Yargının onuru” polisin ayakları altında ezilmiş, hukuk ve yasa dışı uygulamalar haddini aşmış, her duruşma polis kuşatması ve saldırısı altında yapılmıştı. Davayı takip eden halkın tepkileri, avukatların yerinde ve haklı talepleri ile siyasal iktidar baskısı/bağımlılığı arasına sıkışan ve adil yargılama ilkelerini uygulamaya cesaret edemeyen mahkeme heyeti kaçmayı tercih etmişti. Bu kaçış halk açısından küçük ve mütevazi bir kazanım oldu.
ENGELLİ KOŞUMUZ DEVAM EDİYOR
İki gün sonra katil sanığının yeni görüntüleri düştü sosyal medyaya. Katil sanığı bu görüntülerde, Ethem’i vurduktan sonra arasına karıştığı grupta bulunan diğer polislere hava atarak “çektim, sıktım üç tane”, “vallahi sıktım” diyor, bir başka polis de “oğlum tamam sus” diyor. Kesinleşmiş suçun kanıtlarını pekiştiren bu yeni görüntüler ancak hukuka bağlı ve tarafsız bir yargıyı etkiler. Polisi imtiyazlı yargılamaya kararlı bir yargının umurunda bile olmaz.
Siyaset-yargı-polis üçgeni içindeki çatışmaların da büyüdüğü bu süreçte davaya bakacak yeni mahkemenin yapacağı yargılamaya bu üçgen içindeki gelişmeler de etkide bulunabilir. Ancak asıl belirleyici olan halkın demokrasi ve özgürlük mücadelesinde ortaya çıkan bu davaları sahiplenme gücü olacak.
Engelli koşumuz devam ediyor.
* Sarısülük ailesinin avukatı
Evrensel'i Takip Et