15 Aralık 2013 08:51

İsmail DİNDAR

21. yüzyılın gelişmiş dünyasında, Ortadoğu’nun, orta yerinde, doğasının yazgısına sebep olduğu, dört yanı puşt zulası ile  dolu, bölüneni bir, böleni çok, bölüm hanesi dört olup, dört bir yanından kanayan yaralı bir coğrafyadır Kürdistan.
Son yüzyıllık zaman diliminde yirmi dokuz kez, tarih sayfalarındaki yazgısını silmek için isyana durmuştur, yorulmaksızın, durmadan. Kuşaklar boyu süregelmiştir bu yüzden, yoksulluk, sürgün, ölüm… Ve her bir bucağında, Kürtler acıyı büyütmüştür. Ne yoksulluğun kahrolası ağırlığı, ne sürgünlerin yabani hüznü ne de ölümlerin dinmeyen acısı, Kürtleri özgürlük sevdasından koparamamıştır.
Hayatın bir yanında her türden hile ve oyun, bin bir çeşit düşman eliyle sürdürüledururken, öbür yanında Kürt’e tümden direnmek, ölmek, acılara yatmak kalmıştır. Ve bundan dolayıdır ki ‘barış’ muştusu en çok Kürt’ün yanık yüreğine su serpmiştir. Ve muştulanan barışın ‘süreç’inde, Kürt’ün önünde elle tutulur, gözle görülür bir şey olmasa da, acılara vurgun Kürtler bunun olma ‘ihtimal’ine bile sevinip umut bağlamıştır. O geçen yüzyıllık zaman diliminde, tarih sayfalarında okudukları bin bir türlü Alicengiz oyunu envai çeşit düşmanlık ve ihanete rağmen.
Kürtlerin son 30 yıllık özgürlük kavgasında, yaşanan birkaç tane ateşkes sürecinin dışında ve bunlardan öte, şekli, işleyişi, içeriğiyle bambaşka bir anlam ve umut yüklenilen ‘barış süreci’ egemenlerinin spesifik oyunlarına sahne olmaya devam ediyor.
Sahnenin tam ortasında, elinde upuzun asasıyla duran cellat; efsanedeki Dehhaq misali, yaşayabilmek için her gün kurbanlar istiyor. Nasıl olsa Kürtler ölümün her çeşidine alışkın, kanıksamışlar her türlü acıyı. Şükür bile etsinler şimdiki hallerine. Öyle ya, aynen böyle demişti kendi içlerinden çıkan, iktidar partisine mensup bir milletvekili (haini), “her gün onlarca kişi öldürülüyordu, sokak ortalarında, güpegündüz, şimdi ise şükür etmeli hallerine Kürtler.” Evet aynen öyle demişti ve barışla en çok ve asıl iletilmek istenen de bu sanki. Bir şey istemeseniz, başınızı eğip duvar diplerinde uslu uslu durursanız eğer, yaşayabilirsiniz.
Aralıklarla, bir gün Lice’de söndürülür gencecik bir yaşam, başka bir gün Gever’de kıyılır üç cana. Ve her gerektiğinde bu etkili oyun sahneye konur. Ölüm gösterilip, sıtmaya razı edilmek istenir. Susmasan ölürsün, ya susarsın ya da öldürülürsün.
Kürt’ün payına düşen, sonuçta ölüm ise eğer, ha Amerikalardan uzanmış celladın eli, ha Ankara’nın bozkırlarından; ha Kuzey’in tirşikçîlerinden (işbirlikçi) olmuş maşa, ha Güney’in cehşlerinden (işbirlikçi), ha Rojava’da hançerlenmişim, ha Acem’in ipinde sallanmış cansız bedenim, ne nemi var her türlü söylemin.
Oysa bu topraklarda Kürtler, ölümü yüz yıllardır tanırlar, getirisi her türlü acıyla. Bilirler topraklarından fışkıran modern zamanın zenginlikleri, hem yoksulluklarına sebep hem  ölüm fermanlarına mürekkeptir. İhaneti de, egemenlik için toprakları üzerinde tepişen güç odaklarını da bilirler.
Bilirler. Bilirler de, diyemezler, anlatamazlar. ‘Dört yanları puşt zulası’, gözler kör, kulaklar sağırdır. Azgın kurtlar salınmış, taşlar bağlıdır.
Seçim süreci, Kürdistan petrol kaynaklarının pazarlanmasıyla palazlanma faaliyetleri, cemaat-iktidar çıkar kavgaları ve egemen olma çabaları ile bir soğutulup bir ısıtılan ve adına ‘süreç’ denilen politik akışın bu coğrafyada yaşattığı gerilimlerin son bulması, aslında hiçbir zaman soğumamış ve adaletli bir çözüm olanağına kavuşmadıkça, hiçbir zaman soğumayacak Kürdistan’daki yangındır. Bu coğrafyada Kürtler ve diğer ezilenler özgürlüğe kavuşmadığı sürece herkesi yakıp kavuracak bir yangındır söz konusu olan. Bu yangın bugün beni yakıyorsa, yarın seni, ertesi gün  bir başkasını yakacak.

Evrensel'i Takip Et