Filistin, geçmiş ve gelecek...
Mustafa YALÇINER
Peygamberlerin neredeyse tümünün zuhur ettiği “Peygamberler Vadisi” Filistin’in göbeğinde. Şeria’nın hemen doğusunda. Üzerine varan İsrail birliklerini püskürterek El Feth’in El Feth olduğu El Karame’nin az ötesinde. Dünyanın en derin yeri olan Lut Gölü çevresine kuş uçuşuyla 700-800 metre inen uzun Vadi. Arami’nin.. İbrani’nin.. Ham’la Sam’ın.. Ve Yasef’in büyüyüp çöreklendiği topraklar burası: Filistin. Silme peygamberler.. Vadisine adını verene kadar gelip geçmişler.. Ama sanki ayakları üzerinde dikildikleri, oğullar yetiştirdikleri toprakları lanetlemişler.. Ya onlar.. Ya efendileri!
Çünkü Filistin halkının çektiğini hiçbir halk çekmemiştir. Ülkesi elinden alınmakla kalmamış.. Bir de zamanında Musa’nın oğullarının olduğu gibi.. Ülkesinden sürülmüştür. Çok azı kalmıştır. O da paryalaştırılmak rağmına. Köle muamelesi görmüştür bu kalanlar. Çünkü silahla gelmiştir son kez İbrani oğulları. Ellerinde Siyonist altılı yıldızları, zaten çorak toprakları iyice çoraklaştırmışlardır. Yaşanmaz kılmışlardır Filistinlilere. Örnekse, “tamam Siyonist egemenlik altında yaşayabilirsiniz” dediklerinde.. Oslo ve Camp David’le görünüşte bir parça toprak üzerinde küçük bir devletçik vermeyi kabul ettiklerini söylediklerinde bile.. Neredeyse Filistinlilere ancak birkaç ev yapmaya yetecek toprak bıraktıkları gibi, su kaynaklarının %95’ine el koymuşlardır. “Tamam” dediklerinde bile.. Yerleşimciler “buraları Filistinliler için” dedikleri topraklara bile yerleşim üstüne yerleşim yeri kurmuşlar.. Dur durak bilmemişlerdir!
Ve bunlar daha “iyisi”dir. Çoluk-çocuk dinlememiş tarayıp öldürmüşlerdir. Aç bilaç sefil bırakmış, yaşama küstürmeye uğraşmışlardır. Nusaybin’dekine örnek olan koca duvarı dikmişlerdir Filistinlilerin yolunun üstüne.. Ve ülkelerinin ortasına. Evinden işine gitmeyi haram etmişlerdir. Ve her şey yasaktır. Türkiye’dekinden de kötüdür ve çoktur yasaklar! Kutsal Mescidi Aksa’da namaza durmak bile deveye hendek atlatmak gibidir.
Çoğu sair Arap ülkelerine dağılan, orada çalışıp yaşamaya koyulan Filistinliler arasında başlamıştır önce öfke.. Direniş ruhu önce oralarda gelişmiştir. Arafat örneğin arkadaşlarıyla Ebu İyad ve Ebu Cihad’la Kuveyt’te bir araya gelmiş ve El Feth’i kurmuşlardır. Önceyse doğup büyüdüğü Mısır’da, Kahire’de yaşamıştır.
Sonra Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’ni kuracak olan George Habbaş ise, Filistin doğumludur. Liseyi bile Kudüs’te bitirmiştir. Sonra ver elini Beyrut. Amerikan Üniversite’sinde tıp okumaya başlar ki, 1948 Savaşı’na, –Arafat Mısır’da, Gazze’de katılırken– Beyrut’ta yakalanır. Ailesi savaş sırasında Filistin’den sürülmüştür. Arafat Gazze’de İsrail’le Müslüman Kardeşler’le birlikte savaşır ve ardından yıllarca Mısır’da Filistinli Öğrenciler Birliği’nin başkanlığını yaparken.. Habbaş savaş sonrası döndüğü Ürdün’de mülteci durumuna düşürülen Filistinlilerin ünlü “mülteci kampları”nda muayane açıp doktorluk yaptı.
Arafat inşaat mühendisliği yapmak üzere zar zor vize alıp gidebildiği Kuveyt’te ’50’lerin sonunda El Feth’i kurmaya başlarken, Habbaş, önce Fedailer Topluluğu’nu ve ardından Arap Ulusal Hareketi’ni kurdu. İkisi de milliyetçi örgütlerdi ki anormal değildi; çünkü o aralar Nasırcılık modaydı. Darbe yapmış ve Süveyş Krizi’nin ardından Mısır’la Suriye’yi birleştirmekten başlayarak “Arap Birliği”ni kurma peşine düşmüştü. Habbaş hatta modaya uyup Suriye’de birkaç Cumhuriyetçi subayla birlikte darbe yapmayı bile dener, olmaz, kaçar. Sonradan yeniden aralarında ayrdılık baş gösterecek olan Ahmet Cıbril’le birlikte 1967’de FHKC’yi kurar.
Mısır-Suriye birliğinin çöküşüyle Nasırcılık zayıflamış, ama Arap milliyetçiliği çökmemiştir. Solcu ve milliyetçi, birbirleriyle iç içe geçmiş fikirler eylem kılavuzluğu yapmayı sürdürür. Henüz Sovyetler Birliği çökmemiştir çünkü. Dünya ve Ortadoğu’da da egemenlik peşindedir. Ve kendi çıkarlarına aykırı düşmedikçe, Ortadoğu’da, Arap ülkelerinde bir yer edinmek üzere Filistinlilere “destek” sunmaktadır. Başka türlüsü olanaksızdır; Filistin meselesine en azından sahip çıkıyor görünmeden Araplar içinde bir “baltaya sap olmak” mümkün değildir. Filistin sorunu Arap milliyetçiliğinin nirengi noktası olmuştur.
Karşıda İsrail Siyonizmi.. Ve Amerikan emperyalizmi. Arkada öldürmeyip süründürecek Arap ülkeleriyle Sovyetler Birliği. SB’nin ABD ile halklara karşı işbirliği ve ama egemenlik peşinde rekabeti çerçevesinde verdiği “destek” Filistin sorununun gelişme sürecinde bir döneme damga vurmuştur. ABD ile uzlaşma ve yarış.. Biraz destek Filistine.. Biraz köstek. ’60’lar ve ’70’lerle 80’lerin ilk yılları böyle geçmiş.. Sonra SB çöküşüne koşarken ABD önünde diz çöküşle karakterize olmaya başlamış, giderek Filistin’in arkasından bütünüyle çekilmiştir. Zaten ’89’un ardından tarih sahnesinden de çekilmiştir.
Sonra daha vahimdir. Hiç değilse “dengeleyici” bir güç ve onun varlığı ve egemenlik peşinde bulunuşundan gelse bile, sağladığı manevra olanaklarından yoksunz kalmıştır. Artık Amerikalı emperyalistlerin ve Siyonistlerin pençe darbeleri karşısında tümüyle dış desteksiz kalmıştır. Arap ülkelerinin hoyrat ve gericilikte Siyonistleri aratmayan yönetimleri de inlerine çekilmiş, halkları indinde bile Filistin’e destek veriyor görünme zahmetine katlanmak zorunda hissetmemektedirler. Filistin halkı yine direnmeyi sürdürür. Kendisine ve kendi gücüne güvenir. İntifadalar patlak verir.
Ancak Oslo ve Camp David süreçleri de bu koşullarda yaşanır. Kendi güçlerinden başka “tutunacak dalları” hiç kalmayan Filistinliler açısından gerileme.. Geri basma dönemi gelmiştir. Ebu Cihad’ın da Tunus’ta suikastle öldürülmesinden sonra tek kalan Arafat üst üste uzlaşma adımları atmaya koyulur. Zaten “ya hep ya hiç”çi hiç olmamıştır. Ama giderek koşulları daralıp zorlaşan “kendi gücüne güven” ilkesi yandaşlığından bu kez “istifa” eder.
Buna, üzerine iyice varan İsrail’in Filistinliler arasına rekabet, hatta düşmanlık sokarak, kendisini tamamen güçten düşürmeyi amaçlayarak HAMAS’ın kuruluşuna ön ayak olmasının ortaya çıkardığı zorluklar eklenir. Sonra HAMAS, İsrail’in de başına bela olur, ama Filistinliler içine bir kez kalın hatlarıyla bird ikilik girmiştir.
Dincilik, siyasal İslam modası, Sovyetler Birliği’nin boşalttığı alanda oluşur. Önce tek dişli bir “medeniyet”.. “Tek tabanca” bir saldırganlık. Ve sonra sözde saldırganlığa karşı dincilik. Kimin eli kimin cebinde belirsizlikz durumu ve radikal dincilik görüntülü görünüşteki uzlaşmazlığın kısa süre içinde uzlaşmacılık olarak belirişi: Bugün artık hem Mahmut Abbas El Feth’i.. Ve hem de dinci HAMAS, bu ikincisi dilini dolandırmayı sürdürse de, Siyonist devletin varlığını ve egemenliğini kabullenmişlerdir! El Feth ve tüm devrimci örgütlerin kuruluş dönemlerinin tezi iki milletli tek demokratik devlet teziyle Siyonist İsrail devletiyle uzlaşmaz mücadele artık unutulmuş, geride kalmıştır. Ama gerektir! Filistin ve Yahudi sorununun başka çözümü bulunmamaktadır. Gerisi zulümdür! Siyonizm çıkar yol değildir ve o yolda yürünemez!
Öyleyse.. Yeniden geçmişin devrimci tutumuna ve mücadelesine dönüş zamanıdır. Evet, Filistin halkı çok yorulmuştur. Ama çaresizdir.
Bugünkü yönetimiyle El Feth de.. HAMAS da yolun sonuna gelmişlerdir. Kimse HAMAS’ın henüz “kuyruğu dik tutar” görüntü vermesine aldanmamalıdır. Siyasal İslam’ın kat ettiği mesafe nedeniyle öyle görünmektedir ki, Fethullah Hocaefendi gibi “Ilımlı”ları dışında kalanları Amerikalı efendileri, Ihvan’dan başlayarak, çizmeye yönelmiştir.
Filistin’in yeni bir güce.. Mücadeleci bir çizgi ve tutuma ihtiyacı var. Ve böyle bir mücadelenin başarıyla ilerlemesinin koşulları da olabildiğince yeniden elverişli hale gelmektedir. “Tek tabanca” Amerikan hegemonyasının sonuna gelinmiş, bir yanda Rusya, öte yanda Çin başını kaldırmaktadır. İran bile önünde boyun eğmediği ABD karşısında belli bir yer edinme durumundadır. 5+1 ülkeleriyle büyük Batılı güçler İran’la görüşüp hiç değilse “deneme mahiyetinde” anlaşma pozisyonu almak zorunda kalmışlardır. Bu, Filistinliler yeniden “büyüklerin tepişmesi” ortamında manevra olanaklarına kavuşacaklar anlamındadır. Yeter ki, yeniden cesaret edip ayağa kalkmaya davransınlar. Yeter ki devrimci tutumlar izleyecek önderliklere kavuşsunlar. FHKC bu açıdan önemlidir ve yeni bir sınav verecek. Geçmişle yatılıp kalkılmaz ki, geçmiş, FHKC açısından, halktan kopukluk ve dar silahlı gruplar ve eylemlerinin aşırı abartılması gibi zaaflarla da maluldür. Ama şimdi haberler özellikle Gazze Şeridi’nde FHKC’nin bir toparlanış içinde ve kitlesel bir güç olmanın eşiğinde bulunduğu yönünde. Geçmişten devrime ve devrimciliğe sarılıp dersler çıkararak ilerleyecek bir FHKC, geleceğin gücü olmaya ve halkını başarıya taşımaya adaydır.
FHKC’nin 46. yaş günü kutlu olsun!
Evrensel'i Takip Et