28 Aralık 2013 06:00

Erdoğan’ın sonu yaklaşıyor mu?

Türkiye’de sürdürülen yolsuzluk operasyonu, doğurduğu sonuçlar ve tartışmalar Avrupa basınında 17 Aralık’tan bu yana yoğun bir şekilde işleniyor. Tüm makaleler, yerli okuru gelişmelerden haberdar etmenin yanı sıra, Hükümet cephesinde ve özel olarak da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın en yakın çevresinde yaşanan sarsıntılara dikkat çekiyor.
Almanya’nın en önemli gazeteleri arasında bulunan Süddeutsche Zeitung manşete taşıyarak geniş yer ayırdığı bu konuda, bakanları istifa ettirme yoluyla Erdoğan’ın kendisini kurtarmaya çalıştığını açıkça belirtiyor. Gazetenin Yazarı Christiane Schlötzer’e göre tüm çabalarına rağmen Başbakan hakimlerin elinden kurtulamayacak.

Fransa’nın en önde gelen gazetesi Le Monde ise başyazılarından birinde AKP’nin temsil ettiği “Türk modeli”nin artık sonunun geldiğini belirtiyor. Le Monde’a göre bu model uzun dönem Ortadoğu ve Arap ülkelerinde etkili olmuş, ama iki temel bileşiminde yaşanan ciddi sarsıntılardan dolayı artık soluğu kesilme aşamasına gelmiştir.

Öte yandan İngiltere merkezli Financial Times gazetesinde Andrew Finkel ve Stephanie Kirchgaessner imzasıyla yayımlanan makalede, Türkiye’deki yolsuzluk skandalının Başbakan Erdoğan’ın ailesine kadar dayandığı, bunun yakın dönem Türkiye tarihinin en büyük siyasi krizlerinden biri olduğu ve başta ABD olmak üzere müttefikleri tarafından kaygıyla izlendiği ifade ediliyor.


BAŞBAKAN KENDİSİNİ KURTARMAYA ÇALIŞIYOR

Christiane SCHLÖTZER
Süddeutsche Zeitung

Recep Tayyip Erdoğan’ın müşkülatından oluşturduğu hükümet takımını, Türk muhalefeti savaş kabinesi olarak adlandırıyor. Bu niteleme, olup biteni oldukça iyi yansıtıyor. Türk Başbakanı kendini düşmanlarca çevrilmiş olarak görüyor ve en güvendiği kişilerden bir kalkan inşa ediyor. Erdoğan; kendi ülkesindeki adalet ve polisle, hükümete muhalif medyayla, büyük girişimcilerle ve hatta uzun süre başarılı olduğu kadar iktidar sevdalısı da olan partisinin eski ateşli taraftarlarıyla bir savaşta olduğunu sanıyor. Üstelik Başbakan kendisini, ABD’den İsrail’e oradan da Avrupa Birliği’ne (AB) kadar uzanan “uluslararası güçler”in bir komplosunun kurbanı olarak gösteriyor.

Erdoğan birkaç bakanını yolsuzluk suçlamaları yüzünden istifaya zorlamasına rağmen, komplo teorisini savunmaya devam ediyor. Fakat bu tür çelişkiler Ankara’da hiç kimseyi ilgilendirmiyor. Zira Erdoğan’ın amacı, kendisini kurtarmaktır. Nitekim ayakkabı kutularındaki milyonlar, İran’la yapılan illegal altın ticareti ve İstanbul’da cömertçe verilen imar izinleri etrafında dönen yolsuzluk, giderek yeni boyutlar kazanıyor. Daha şimdiden devlet demir yolları yeni bir soruşturmanın konusu olmuş, ve Erdoğan, savcılığın çekmecelerinde ifşaatı bekleyen daha çok yolsuzluk dosyasının bulunduğundan korkuyor.

Bu skandal Erdoğan için yüz kızartıcı olduğu kadar tehlikeli, çünkü geçmişte her şeyde söze karışıp kararlara müdahil olmak isteği içerisindeydi. (...) Her zaman son söz olmasa da, tayin edici söz Başbakandaydı. Kendisi için öngörülen günah keçisi rolüne boyun eğmeyen ve şimdi uzaklaştırılan Çevre ve Şehircilik Bakanı, başta bu durumu hatırlattı. Dahası, Erdoğan’a olan sadakatine son verdi. Ne var ki, Erdoğan bugüne kadar, kamuoyu önünde kendi safından ona dönük yapılan istifa çağrılarına alışık değildi.

Yazın Gezi Parkı’nı kepçelerden koruyan göstericilerin arkasında da “uluslararası komplocuları” görmekteydi Erdoğan. Başbakan ve şimdi kabineden atılmış olan İçişleri Bakanı protestocuları, Gezi hareketinde takat kalmayacak noktaya kadar dövdürdü. (...) Aktüel meydan okumalarla aynı kolaylıkla baş edemeyecek Erdoğan. İstediği kadar ABD’de yaşayan Türk hocasını soruşturmaların arkasındaki güç olarak açıklasın. Bu söylem, sadece görevini yapan savcılar ve 11 yıllık AKP Hükümeti döneminde nasıl masal gibi zengin olduklarını açıklayamayan devlet görevlilerine karşı tutuklama kararları veren hakimler karşısında Başbakanın işine yaramayacaktır.
 (Çeviren: Gazi Ateş) 


TÜRKİYE’DE SKANDAL GİDEREK ERDOĞAN’A YAKLAŞIYOR

Andrew FİNKEL,
Stephanie KİRCHGAESSNER
Financial Times


Bakanlarla başlayan yolsuzluk soruşturmaları kendi aile üyelerine yayılırken Başbakan Erdoğan artık siyasi varlığını koruma mücadelesi veriyor. (…)
Erdoğan’ın kabinede 10 bakanı değiştirmesi haberleri de dahil derinleşen kriz, piyasaları ve siyasi yorumcuları alarma geçirdi. Türk lirası dolar karşısında rekor seviyeye geriledi, Türk hisse senetleri ve devlet tahvilleri düşüş gösterdi.

Washington Türkiye’deki durumu yakından izliyor. ABD’li bir dış politika uzmanı, ABD’nin Ortadoğu’daki stratejik çıkarları açısından Türkiye’nin oynadığı rol göz önünde bulundurulursa, ağırlaşması durumunda bu krizin ABD açısından “büyük bir sorun” haline gelebileceğini ifade etti.

Washington’daki Uluslararası Stratejik Araştırmalar Merkezinden Anthony Cordesman, “Türkiye kesinlikle önemli bir müttefik. Bu, yakın dönem Türk tarihinin en derin siyasi krizlerinden biri. Birkaç gün içinde durum sıradan bir yolsuzluk sorunundan iktidar mücadelesine dönüştü.” diyerek kaygılarını dile getiriyor. (...)

(Çeviren: Aynur Toraman) 


“TÜRK MODELİ” BİTME YOLUNDA

Le Monde/Başyazı

Birçok Arap ülkesine örnek oldu ve uzun dönem Batılılara güven verdi. Ne diktatöryal ve Batı düşmanı İran modeli gibiydi, ne de İslamist zehirin yayıcısı gibi Suudi Arabistan modeli. “Türk modeli”, demokrasi ile kapitalizmin birlikte işleyişi idi; kendisine güvenen ve ABD’ye yakın İslamcı-muhafazakâr bir partinin yönetiminde gerçekleşiyordu. Arap-Müslüman dünyasında modernleşmenin yolunu temsil ediyordu. AVM ile camiiyi, daha önce görülmemiş bir şekilde birleştirebiliyor ve Türkiye’nin sürekli ekonomik ve diplomatik olarak büyümesinin yolunu açıyordu (75 milyonluk bir nüfus, dünyanın 17. ekonomisi, NATO üyesi ve AB’ye üye adayı).
Elbette, ölmeden gömmemek gerek, ama “Türk modeli”nin yazdan bu yana soluğu kesildi. Ve son günlerde ise duraksıyor.
2003’ten bu yana Hükümetin başında olan Başbakan ve AKP’nin Önderi Recep Tayyip Erdoğan’ın otoriter sapmasına karşı yaz aylarında orta sınıfın bir kısmının isyanı yaşandı. 17 Aralık’tan bu yana ise devletin göbeğinde ve Hükümet şefinin en yakın çevresine dokunan bir skandal söz konusu. Üç Bakanın – Ekonomi, İçişleri ve Çevre – oğulları tutuklanınca istifa etmek zorunda kaldılar. Hukuk bunları, birçok yüksek devlet memuru ile birlikte, dev bir mali skandalın en önemli aktörleri arasında olmakla, yolsuzluk, rüşvet ve para aklama vs. ile suçluyor. Kimi kendi taraftarlarının bile istifa etmesini istediği Erdoğan, Hükümetinde büyük bir değişiklik yaparak cevap verdi. Ama kavga, İslamcı-muhafazakâr hareket içinde derin bir bölünmeyi yansıtıyor. “Türk modeli” uzun bir dönem iki temel akımın ideolojik ittifakı üzerine yükseliyordu: Bir tarafta AKP, diğer tarafta ise imam Fethullah Gülen’in yönettiği etkili vakıf.

İKTİDARIN BİTİŞ HAVASI

Devlet aygıtını yönetmek için rekabet içinde olan iki “aile” kılıçları çekti: Erdoğan kampı, adalet içinde etkili olan Gülen kampını, yürütülen soruşturmanın sorumlusu olmakla suçluyor. Ve 1999’dan bu yana imamın Philadelphia şehrinde yaşıyor olmasına dayanarak Erdoğan, ABD’den gelen bir “komplo”dan bahsediyor.  Türk modelinin bir diğer ayağı olan Ankara-Washington ilişkisi, uzun yıllar mükemmel bir biçimde sürdü, ama kısa süre önce bozuldu. Örneğin Suriye ve Mısır konularında: Erdoğan, Kahire’deki Müslüman Kardeşler’i ve Suriyeli muhalefetin en radikal İslamcı gruplarını savunmuş ve Barack Obama’dan uzaklaşmıştı. Sistemin bağrındaki bölünmüşlük üzerinden yükselen, ülke içerisinde iktidarın bitiş havası; büyük müttefik ABD ile ilişkilerin bozulması: “Türk modeli” sonuna geldi gibi görünüyor.
(Çeviren: Deniz Uztopal) 
 


YOKSULLAŞAN ÜNİVERSİTELER

Libération

KAPILARINI kapatmayı düşünen bir üniversite, bütçesini eşitleyemediğinden dolayı onaylayamayan 3 üniversite, devletin yeterince bütçe ayırmamasından kaynaklı harçları artırmayı planlayan Politik Araştırma Enstitüleri… Yıl yüksek öğrenim için zor koşullarda bitiriyor. Resmi verilere göre, 76 üniversitenin 19’u, 2013 yılını bütçe açığı ile kapatacak
BU DURUMA NASIL GELİNDİ ?
Ağustos 2007 yasasına (LRU – Üniversitlerin Mali Özerklik Yasası) uygun olarak, devlet tüm personel harcamalarını üniversite yönetimlerine devretti ama hesaplamaları her zaman ihtiyacın altında kaldı. Diğer taraftan bursiyer öğrencilerin harçlardan muaf tutulmasından kaynaklı kayıpları telafi etmeye yönelik hiçbir önlem alınmadı devlet tarafından.  Yeni Yüksek Öğrenim Bakanı Geneviève Fioraso sorunun farkında olduğunu birkaç defa ifade etti ama ihtiyaçları karşılayacak bütçe ayırmadı. Ve genelde “Mali Özerklik Yasasını” onaylatan Sarkozy döneminin bakanı Valérie Pécresse’i suçlamakla yetindi. Ona göre, üniversitelerin bütçeleri birden 10 – 20 kat arttı, ama bu geçiş için hiçbir hazırlık yapılmadı. Rektörler ise hiçbir suçlarının olmadığını belirtiyorlar. Ama onlarda prim ve maaş artırılmasında çok banker olmakla suçlanılıyorlar.  LRU yasasına karşı çıkan sendikalar, ta o dönemde “mali özerklik” yasasının üniversiteleri yoksullaştıracağını belirtiyorlardı. Bakan hâlâ inanmak istemiyor.

(Çeviren: Deniz Uztopal)

Evrensel'i Takip Et