Karadeniz’de Fatma’yla bir gün
Misafir gittiğim Rize’nin bir Laz köyünde kocası ölmüş, üç çocuk sahibi 45 yaşlarındaki Fatma’nın evinde misafirim. Bir günün nasıl geçtiğini öğrenmek için onunla kalkıp o günü beraber yaşamak istedim.
Gönül ŞİMŞEK
İstanbul
Misafir gittiğim Rize’nin bir Laz köyünde kocası ölmüş, üç çocuk sahibi 45 yaşlarındaki Fatma’nın evinde misafirim. Bir günün nasıl geçtiğini öğrenmek için onunla kalkıp o günü beraber yaşamak istedim.
Sabah altı civarlarında uyanıp önce köyde artık çok nadir bulunan ineklerin yanına gidip süt sağmaya başladık. Dışarıda gökyüzü olağanüstü karanlık, bulutlar dans edercesine hareketliydi. Fatma alışkın, hiç tedirgin olmadan bir yandan türkü mırıldanarak bir yandan süt sağıyordu.
Merak ettim “Köye süt ve yoğurt satan araçlar geliyor, insanlar onları mı tüketiyor?” diye. “Evet” dedi “son 25 yıldır artık çok az insan evinde büyük ve küçük baş hayvan besliyor.” Süt sağımı bitiyor ve hemen yanı başında olan ahırdan eve dönüyoruz, sütü kaynatıyor.
“Ahhh kızım Berfin ahhh” diyerek iç çekiyor. “Ne oldu kızına?” sorduğumda, “Büyük kızım İstanbul’da okuyor. O çok severdi, kahvaltıda süt içerdi, ona ahladım” diyor gözleri dolarak. Üç çocuğundan biri üniversitede, ikisi lisede okuyor.
Kahvaltı hazırdı; oğlu Mehmet diğer kızı Hazal’ı uyandırıp kahvaltıya çağırdı. İki kızın ismi de Laz kültüründen değildi. Sebebini merak ettim. Üniversite yıllarında o isimlerle tanıştığını, çok hoş geldiğini, bu yüzden koyduğunu söyledi. Kültürler arasında aslında kavga olmadığının işte güzel bir örneği. Kürt bir çiftçi kadınla Laz bir çiftçi kadın arasında neden düşmanlık olsun ki!
HAYDİ ÇAYLIĞA!
Kahvaltıda tereyağı, bal, süzme peynir; minci, bir de peynirden mıhlama dedikleri bir yiyecek vardı, olağanüstüydü. Kahvaltı bitti, çocuklar okuluna gitti “Haydi bacım biz de çaylığa gidelim” dedi Fatma. Eğimi hayli fazla olan bahçede bana da çay kesim makası verdi. Göz ucuyla bakarak gülümsemeye başladı “Çok zor, kesemiyorum” dediğimde. Birkaç güne alışılabileceğini Gürcistan’dan gelen işçilerin kısa sürede alıştığını söylüyordu. Merakımdan sordum “Yevmiye ne kadar?” “Seksen lira” dediğinde bir durakladım. Ben fabrikada günlük otuz liraya çalışırken ne kadar az para aldığımı düşündüm. Emekli olmama rağmen, yine çalışmak zorunda olduğumu, İstanbul’a gittiğimde tekrar çalışacağımı anlattım. Şehir hayatını bildiğini, bu yüzden memleketi seçtiğini söyledi.
Çok garip hissettim. Tertemiz hava kuş sesleri; ne araç sesi ne siren sesi... Hava da açmış mis gibi toprak kokuyor. Hem çay toplayıp hem sohbet ederken öğlen olmuştu. Bir kap içinde getirdiği leziz yemekleri yerken sormadan duramadım. “Kadın olmanın, hatta eşi ölmüş bir kadın olmanın zorlukları var mı?” “Kadın olmak her yerdeki gibi zor burada da. Bir kurum ya da fabrikada çalışsa bile ev işlerini yine kadınlar yapar. Ancak şehirlerdeki gibi taciz ya da hor görme yoktur, herkes saygılı ve seviyeli…” Yine burkuldu içim. Bunca yaşananlar aklıma geldi metropollerde küçücük çocuklara yapılan tecavüzler, bunca eziyetlerin yaşandığı şehirler… Baktım benim de bildiğim, Kazım Koyuncu’dan Lazca bir türkü mırıldanıyor, eşlik ettim. Sordum yine, “Biz yılardır Lazcanın bir lehçe olduğunu, farklı bir dil olmadığını biliyorduk?” Lazcanın Rize’nin üç ilçesi ve Artvin’in üç ilçesinde alfabesi olan farklı bir dil olduğunu, artık okullarda seçmeli dil olarak okutulacağını söyledi. Ben de aslında annemin babamın Kürtçe bilmesine rağmen bu dili bilmeyişimin sistemin asimilasyonun bir sonucu olduğunu söyledim. Sohbet devam ettikçe derinleşiyordu.
TAVUKLARA MORAL OLSUN DİYE
Artık toplanan çayların çay alım merkezine götürme zamanı gelmişti, olağan üstü dik yamaçtan çay denklerini bağladık ve yola yuvarladık. Gelen araçla alım merkezine götürdük. Sıra beklerken, neden bütün çayı ÇAYKUR’a vermediklerini merak ettim. “ÇAYKUR kotayla alıyor, kalan çayı özellere vermek zorunda kalıyoruz. Fiyatlar çok düşük, özeller istedikleri tarihe kadar da uzatıyor” dedi. Çayları verdikten sonra bezleri alıp eve geldik, daha işleri bitmemişti. İnekler, tavuklar beslenecekti, yemek yapılacak, okuldan gelen çocuklar doyurulacaktı. Ahırdaki işleri sabah yaptığı gibi yapıp eve geldi, tavuklardan yumurta almamı söyledi. Ben de gittim ne var ne yok hepsini aldım getirdim; gülümsedi. “Ne oldu Fatma?” dedim. “Hiç bırakmadın mı?” derken güldü, “Biz en azından tek yumurta bırakırız tavuklara moral olsun diye”. Güldük ve devam ettik ev işlerine çocuklar gelmişti, yemek derken “hadi gel bacım en azından dereye bakan balkonda çay içelim” deyince sevindim. Mırıl mırıl akan suyun sesiyle çay içecektim...
DERELERİMİZE GÖZ DİKTİLER
Geçtik balkona ve başladık sohbete “of” çekti yine derinden. Merakım bitmez ya sordum yine. “Derelerimize göz diktiler HES yapmak için. Bu ilçeye daha giremediler Fındıklı bu konuda mücadelede şimdilik başarılı” dedi. Duygulandım. Örgütlemeyi fabrikalarda yapan biri olarak nerede mücadele görsem sevinç dolar yüreğime. Hayran hayran dinledim mücadelelerini, derelerde nöbet tutarak sömürüye karşı durmaları, yaşam haklarını sonuna kadar koruyacaklarını söylemeleri beni hoş etmişti, bunca yorgunluğu alıp götürmüştü bu güzel haber.
Fatma’ya doyamıyordum. Tam bir emekçi Laz kadınıydı. Ne kadar zor bir hayat olsa da şehirlerin o çirkefliğini yaşamaması, bir kadın olarak beni umutlandırmıştı. Ama süre olarak çok çalışmak zorunda olduklarını gördüm. Artık çay ve sohbet bitmiş yine kalan işleri yapmaya başladık ta ki gece 1’e kadar, yani uyuyana kadar sürmüştü gaile. 5 saat uyuyacaktı ve 19 saat ayakta kalacaktı yarın da…