06 Ocak 2014 18:53

‘Bizim’ diyebileceğimiz bir demokrasi nasıl olur?

Sokaklarımızın “Hırsız vaaar!” diye çınlamasına neden olan, egemenler arasında amansız bir kapışmaya sahne oluşturan yolsuzluk dosyaları ister istemez içinde yaşadığımız bütün bir sistemi sorgulamamıza neden oluyor. Sistemin kendi arızalarını, sahte demokrasisini bu kadar apaçık ifşa ettiğine az rastlanır. “Devlet” işlerinin kapalı kapılar ardında, bakanlıklar, kalem odalarında vb. yürütüldüğüne, parlamentoda, belediye meclislerindeyse yalnızca “halkı” aldatmak için laf ebeliği yapıldığına kuşku da kalmadı. “Muz cumhuriyeti bile değiliz” dedirtecek olayların tanığı oluyoruz.

‘Bizim’ diyebileceğimiz bir demokrasi nasıl olur?
Paylaş

Olcay GERİDÖNMEZ
Cevriye AYDIN

Sokaklarımızın “Hırsız vaaar!” diye çınlamasına neden olan, egemenler arasında amansız bir kapışmaya sahne oluşturan yolsuzluk dosyaları ister istemez içinde yaşadığımız bütün bir sistemi sorgulamamıza neden oluyor. Sistemin kendi arızalarını, sahte demokrasisini bu kadar apaçık ifşa ettiğine az rastlanır. “Devlet” işlerinin kapalı kapılar ardında, bakanlıklar, kalem odalarında vb. yürütüldüğüne, parlamentoda, belediye meclislerindeyse yalnızca “halkı” aldatmak için laf ebeliği yapıldığına kuşku da kalmadı. “Muz cumhuriyeti bile değiliz” dedirtecek olayların tanığı oluyoruz.

Görüyoruz ki o “ileri”, “çağdaş” diye nitelendirilen “demokrasi” bizleri bizim adımıza kimlerin yöneteceğini belirlemekten ibaret. Yani, bugün yaşananlara bakarsak, bizleri kimlerin soyacağını, suyumuzu kimlerin sıkacağını, yaşamımızı sıkıntıdan sıkıntıya sokan yasaları kimlerin çıkaracağını belirlemekten...
Hükümetlerin ve yerel yönetimlerin oluşturulması sırasında bozulup kurulan ya da devamı sağlanan aslında, merkezi ve yerel iktidarların her katında süregiden “ganimet” paylaşımının ifadesinden başka bir şey değilmiş, anladık bir kez daha.

TÜM SÜREÇLERE KATILABİLMELİYİZ

“İleri”, “çağdaş” gibi sıfatlarla tariflenen ama içeriğinin bizi bir türlü tatmin etmemesinin, bize emrivaki yapıldığı hissini üzerimizden atamayışımızın nedeni, “bizim” diye benimseyebileceğimiz bir ortak yaşam mekanizmasından ve onun üzerindeki denetimden mahrum oluşumuz değil mi?

Tam da yerel seçimler, hatta belki de erken genel seçimler söz konusuyken ortalığa saçılan bu çirkeflikler karşısında, içinde yaşadığımız sistemle ilgili sorular sormamız, yanıtlar aramamız, talepler öne sürmemiz ve bunlar doğrultusunda birleşik, güçlü bir mücadele ortaya koymamız önemli.  

Tarihsel olarak kadın açısından devlet, iktidar, otorite hep erkekti, hep tabi olunandı, özellikle de bizim coğrafyamızda. En ücrada aileden, en tepede devletin çeşitli kademe ve kurullarına kadar kadınlar yaşamlarını belirleyen karar ve yönetim süreçlerinin hep olabildiğince dışında bırakıldı. Bu yüzden bu sahte demokrasiyi en az benimseyen de kadınlar oldu. “Bizim” diyebileceğimiz bir demokrasi nasıl olmalı?

“Bizim” olması için demokrasinin, tüm süreçlerine dahil olabilmek, seçmek, seçilmek kadar, seçilenleri denetleyebilmek, icraatları güven vermediğinde ya da uygun bulmadığımızda her an görevden alabilmek de gerekmez mi mesela... Halkın tüm kesimlerinin, buralardan en çok dışlanmış olan kadınların yönetimde söz, yetki ve karar sahibi olması tüm bunların hayata geçirilmesiyle gerçekleşir aslında. Peki bu nasıl mümkün olur?

Bunun için başta ezilenlerin ezileni kadınlar olmak üzere tüm halk kesimlerinin sokağından, fabrikasından, işyerinden, mahallesinden başlayarak yeni bir ortak yaşamı tartışacağı, kararlar alacağı meclislerin, halk temsillerinin oluşturulması bir alternatif. Düşünce ve tartışma özgürlüğünün yozlaşıp aldatmacaya dönüşmediği meclisler... Böylelikle en temel çalışma ve yaşam birimlerimizden başlayarak daha merkezi meclislere seçilenler bizzat çalışmak, çıkardıkları yasaları bizzat yürütmek, uygulamada elde edilen sonuçları bizzat denetlemek ve doğrudan seçmenleri karşısında bizzat hesap vermek zorunda olur. Böylesi ilkelerle yönetsel, yargısal ve eğitsel tüm görevlere, ilgili herkesin oylarıyla seçilen ve yine aynı seçmenler tarafından her an görevden geri alınabilir durumdaki kişiler getirilir. Ve bu seçilmiş temsilcilere maddi manevi bir takım ayrıcalıklar tanınmaz, çeşit çeşit payeler verilmez. Bu, toplumun efendileri haline dönüşmemelerinin toplumun hizmetçisi olarak kalmalarının da güvencesi olur.

Bu söylediklerimiz yeni değil; dünya emekçi sınıfların kadın ve erkeklerinin el birliğiyle hayata geçirdikleri birkaç önemli deneyimden bugüne süzülenler. Unutturmak, lafını bile ettirmemek, dünya halklarının büyük deneyimlerini çarpıtmak için elinden geleni yapmıştır egemen sınıflar, ama unutulmadılar...

BİZİM SEÇENEĞİMİZ; HALK DEMOKRASİSİ

Ve bugün eğer bu yolsuzluk bataklığıyla açığa çıkan tartışmanın sunduğu tarihsel fırsatı iyi değerlendirebilirsek, bütün halk kesimlerinin ülkenin her köşesinde bir siyasi saldırıya karşı verdiği mücadeleyi hep birlikte birleştirebilir ve bir seçenek yaratabiliriz.

Her kesimden halk, kentsel dönüşümden HES’lere, tarımsal üretimin yok edilmesinden ormanların talanına; kıdem tazminatına el konulmasından işsizliğe, iş güvencesizliğine; kreş sorunundan eğitim ve öğretim sisteminin, sağlık sisteminin ticarileştirilmesine; Sünniler dışındaki mezhepler ile her inançtan topluluğun inanç özgürlüğü ve baskı görmeme hakkının savunulmasından, yaşlı ve hastalar için sosyal yaşam alanları, engellilerin hayata katılması önündeki engellerin kaldırılmasına; kadınlara yönelik şiddetten, homofobiye; çocuk istismarının önlenmesinden, şiddete karşı devletçe hiç bir ciddi önlem alınmamasına, ev içi kadın emeğinin ve ev kadınlarının sosyal güvencelerinin çözümüne vb. daha pek çok alanda ve cephede yerel ve mevzi bir şekilde mücadele veriyor.

Bu mücadeleyi, bütün bir yaşamı ve yaşamın yönetimini halkların, inançların, cinslerin ve diğer cinsel yönelimdekilerin, işçi, köylü ve memur tüm ezilenlerin yararına, doğanın ve doğadaki diğer canlıların, türlerin, varlıkların korunması temelinde ortak bir amaca, bir seçenek olarak halk demokrasisine yöneltmeyi başardığımızda bütün bu kesimlerin çoktan buna hazır olduğunu göreceğiz.

Bir şey daha göreceğiz. Yerel seçimler sürecini halkın her kesiminin nasıl yaşamak istediğini hem ortaya koyduğu, hem yerel düzeyde uygulayacak organlarda temsil edildiği, hem aktif bir şekilde seçtiği; hem yaşadığı yerin, kentin, hem kendisinin nasıl yönetileceğine karar verdiği ve alternatif yerel yönetimler kurduğu bir süreç haline getirebilirsek, kadınların mücadelenin en önünde ve çalışmanın merkezinde olması dışında bunun başka bir yolunun olmadığını göreceğiz.

SOVYET DENEYİMİNDE KADINLAR
1917 Ekim Devrimi ile birlikte kurulan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde sovyetler doğrudan halk tarafından seçilen ve kontrol edilen kitle organlarıydı. Tüm halkın dolaysız iktidar organları olarak, hem yasama hem de yürütme erkine sahiptiler. Etkinlik gösterdiği bölgede Sovyetler yalnızca yasa çıkarmakla ve karar almakla kalmaz, aynı zamanda siyasal, ekonomik, toplumsal ve kültürel gelişmeye ilişkin her sorun konusundaki kararları yürütürlerdi. Her halk temsilcisi Sovyet içinde yürüttüğü çalışmalar konusunda da, seçmenlerine rapor vermek durumundaydı. Çalışmaları konsunda seçmenlerin çoğunluğu kendisini yetersiz görürlerse, diledikleri zaman onu görevden alır ve bir başkasını seçebilirlerdi.

Ekim Devrimi’nin hemen ertesinde yaşamın tüm alanlarında kadının hak eşitliği ilan edildi ve yasal güvence altına alındı. Kadınların siyasal ve toplumsal yaşama dahil olmalarının en önemli araçlarından biri oldu Sovyetler. Emekçi kadınların politik gelişimi ve yönetim organlarına yetiştirilmesinde, geniş kadın yığınları içinde hayata geçirilen delege toplantıları sistemi de son derece büyük bir rol oynadı. Kadınların önemli bir bölümü devlet, Sovyet ve parti örgütlerinde idari hizmetlerde, denetim mekanizmalarında, tüketim malları dağıtımının örgütlenmesi alanında veya anne ve çocuk koruma kurumlarında, çocuk yuvaları, kamu mutfakları, kamu çamaşırhanelerinde vb. işlerde toplumsal yaşamın tüm faaliyetlerine çekildi.
1937’e gelindiğinde Sovyet devlet idaresinin artık her kademesinde yarım milyona yakın kadın aktifti.

TANRI, DEVLET, BABA, KOCA GÖLGESİNDEYKEN...

Tevrat’tan İncil’e, İncil’den Kuran’a, kutsal kitaplardaki yaratılış hikayesinde Havva Adem’in kaburga kemiğinden var edilmiş, böylece kadına yönelik ayrımcılık, dini bir hakikat olarak tartışılmaz bir tabuya dönüştürülmüştü.

Hikayenin kuruluşunda kadınlık rolü, erkeği/aileyi/iktidarı tamamlayıcı bir parça olarak inşa edildiğinden, o gün bugündür kadın bu rolün sınırlarını her ne zaman zorlamışsa, aile, gelenek, hukuk, kilise/cami/havra elbirliği içinde kadının karşısına dikildi. Tanrının, yargının, babanın, abinin, kocanın gölgesi her daim kadının üzerinde, kılıcı tepesinde oldu.
Böylece kendisini izleyen gölgeler, tepesinde sallanan kılıçlar ve kulağına üflenen ayrımcı güzellemelerle kadın da rolünü benimseyerek ancak böyle var olabileceğine inandırıldı. Kölenin kölesi, ailenin yevmiyesiz ırgatı, işçinin ücretsiz işçisi, erkek iş gücünün yedeği oldu.

Tanrıça, kraliçe, devlet ve hükümet başkanı, patron, yönetici, bir takım başka “baş”lar da olmadı değil. Ama erkeğe özgü bir varoluş alanı olarak şekillenmiş kamusal üretim ve hizmet alanları kadını çok kolay “yönetici” ve “baş” olarak arasına almadı. Politika, yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri gibi yapılar da kadınlara öyle mücadele etmeden kolayca alan açmadı.
Ancak, son onyıllar içinde Türkiye’deki toplumsal değişim pek çok sosyal katmandan kadını etkileyip dönüştürdü. Kürt özgürlük hareketinin temel dinamiğinin kadın oluşu, Türkiye genelinde kadınlık rollerine dair bilinenleri kökten değiştirmeye başladı. İşçi, memur, köylü pek çok farklı toplumsal kesim içindeki kadın, pek çok değişik nedenle toplumsal mücadelenin temel bileşeni haline geldi. Bu mücadele süreci içinde siyasal iktidarla; onun siyasi, ekonomik, geleneksel ve dinsel gerekçelerle kadına yönelttiği baskıcı ve zorbaca uygulamalarıyla yüzyüze geldi, hızlı bir bilinç dönüşümü yaşadı. Bunun ne kadar hızlı olabildiğinin son göstergesi de Gezi oldu.

BİR BAŞKA TARİH

1871 Paris Komünü, Fransızların yenilgisiyle sonuçlanan Fransa-Prusya Savaşı’nın ardından Paris’te başta işçiler olmak üzere tüm ezilenlerin ve devrimci eğilimlerin bir ayaklanma başlatmasıyla kuruldu.

“...Komün, ‘Komünün bayrağı Dünya Cumhuriyetinin bayrağıdır’ diyerek devrimci amaçlarını açıkladı. Sonraki birkaç hafta boyunca süren bildirilerde Ulusal Muhafızları tek silahlı organ ilan etti, kadınların oy kullanmasına izin verdi, iki yıllığına kira ücretlerini dondurdu, hükümet memurlarının maaşlarını sınırlandırdı, (...) tüm rehinci dükkanlarını kapadı, malları sahiplerine iade etti ve borçlar üzerindeki faizi kaldırdı, sahipleri tarafından terk edilen işyerlerinin işçiler tarafından seçilen konsey tarafından işletileceğini ilan etti...” (P. O. Lissagaray, 1871 Paris Komünü Tarihi)

“...Komün üyelerinden başlayarak en aşağıya kadar tüm kamu görevlileri kamu hizmetini işçi ücreti karşılığında yerine getirecekti. Yüksek devlet makamı sahiplerinin ayrıcalıkları ve ödenekleri, bu makam sahiplerinin kendisiyle birlikte yok oldu ... Düzenli ordu ve polis teşkilatı, eski hükümetin maddi erkinin aletleri, ortadan kaldırıldıktan hemen sonra Komün, ruhani baskı aracını, yani ruhban erkini kırmaya yöneldi... Yargı mensuplarının görünüşteki bağımsızlıklarına son verildi, … onlar da… bundan böyle seçimle gelecek, sorumlu olacak ve görevden alınabilir olacaklardı.” (Marx, Fransa’da İç Savaş)
 

ÖNCEKİ HABER

Fatma Hanım’ı ‘uğurlarken’...

SONRAKİ HABER

Ve işte kumdan kaleleri yıkılıyor!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa