Bülent Habora: Başmusahip Sokağı’ndan Palmiyealtı’na
Ferhat İŞLEK
Anılar, geçmişten belleğimize düşen unutulur yönü olmayan, geleceğe bırakacağımız en değerli miraslarımız. Bir sokak düşünün ki bir insanın ömründe farklı bir pencere olsun dünyaya açılan. Bülent Habora’nın İstanbul’da geçen yaşamı bir sokakta çekilen sinema filmidir sanki. Tiyatrocular, sinemacılar, yazarlar bu sokakta soluk alırlar o yıllarda. Ve onlarla unutulmaz anıları paylaşır. Önce Beyazıd’ta Beyazsaray, sonra Aksaray ve daha sonra da Cağaloğlu’ndaki Atasaray günlerinden sonra gelmiştir Başmusahip Sokağı’na.
Ankara/ Namık Kemal Ortaokulu, Adana Tepebağ Ortaokulu ve Adana Erkek Lisesi’ndeki öğretmenleri kitap okumaya yüreklendirseler de, onun asıl kültürel altyapısını annesi Ragibe İlker oluşturur. Bu altyapı onu sanatın birçok alanına yöneltir doğal olarak.
Bülent Habora’nın bu çok yönlü uğraşıları çevresini büyütür, anılarını çoğaltır. Sinemacı yönü ise onda unutulmaz izler bırakan bir alandır. İlkin Adana’da sinema yazılarıyla başlar işe. O yıllarda Yeni Adana Gazetesi’nde yazmaktadır. Burada çok film izler. Yazlık Erciyes Sineması’nda iki film arasında reklam bile yapar. Ankara’da hukuk fakültesinde okurken Son Havadis Gazetesi’nde devam eder bu yazılarına. Şevket Rado’nun yönettiği SES dergisindeki çalışması ise İstanbul’da edebiyat fakültesindeki öğrencilik yıllarına denk düşer.
İlk ve son rol aldığı film Ayvaz Kasap’tır. Aksaray’dayken de Almanlarla çekilen bir filmde ilk reji asistanlığını yapar.
BEYAZID MEYDANI’NDAKİ DİRENİŞ
28 Nisan 1960’ta, o dönemin hükümeti tarafından hazırlanan “Tahkikat Komisyonu”na karşı İstanbul Üniversitesi’nde unutulmayan bir direnişin içinde yer alır, Turan Emeksiz’in öldürülüşüne tanık olur. Buna rağmen Beyazıd Meydanı’ndaki bu direniş, onun için unutulmaz anı olarak kalır.
“Ben yaşamımın her dönemini seviyorum. Kötü günlerle de doluydu, iyi günlerde de. Bakıyorsunuz bir sabah zenginliklerle dolu bir evde uyanıyorum, Nişantaşı’nda, öğleden sonra yoksulluklarla dolu eve gidiyorum Suadiye’ye…” diyen Bülent Habora, her kesimden insan tanır, hayatı tanır.
Sinema dünyasından Metin Erksan, Ayhan Işık, Öztürk Serengil, Türkan Şoray, Filiz Akın’la tanışır. Fatma Girik’ten Tamer Yiğit’e, Fikret Hakan’dan Gönül Turgut’a kadar daha pek çok ses ve sinema sanatçılarıyla söyleşi yapar.
Tiyatroculardan da Erol Günaydın, Suna Pekuysal, Münir Özkul, Aliye Rona, Cahide Sonku, Cahit Irgat’ı tanır.
Aksaray’dayken tüm hızıyla gazetelere ve dergilere yazı yetiştirmekle meşguldür. Yeditepe, Yeni ufuklar, Ataç, Ses, Pazar, Son Posta, Yelken bunlardan birkaçı.
Burada geçen, biraz da renkli diyebileceğimiz yoğun yaşamından sonra Bülent Habora için Cağaloğlu’ndaki Atasaray’ lı günler başlar. Kiraladığı yerdeki yayıncılık süreci de dolu doludur. Aynı yerde Cemal Süreya “Papirüs” dergisini çıkarmaktadır. Onunla dostlukları içtendir, dayanışma içindedir. Ayrıca Hasan İzzettin Dinamo, Deniz Gezmiş, Enver Gökçe ile de tanışır burada. Enver Gökçe ile Vera Panova’dan “Çocuk” adlı çeviri kitabını yayınlar.
Sonra Atasaray’da birçok anıyı geride bırakarak otuz beş yıldan fazla kalacak olduğu Başmusahip sokağına gelir. Kendi deyimiyle Türkiye’nin en ünlü ve en kısa sokağıdır burası. Polis baskınları, toplatılan kitaplar, mahkeme kapıları derken 12 Mart döneminin ağır baskılarını da yaşar burada.
Hiç unutamadığı kişiler vardır onun hayatında. Her şeyden önce insandı dediği Hasan Hüseyin Korkmazgil,”Yaz” demişti ona, “Sürekli yaz. Küçücük bir kâğıt da bulsan yaz. O küçük kâğıtlar bir gün büyük kitaplar olur”. H Hüseyin Korkmazgil haklıydı. O yazılar otuzdan fazla kitaba dönüştü sonrasında.
Unutamadığı diğer kişi Çetin Remzi Yüreğir’dir. Yeni Adana Gazetesi’ni çıkarıyordu. 1950’li yıllarda gazete sayfasını Bülent Habora’ya açan adamdı Çetin Remzi Yüreğir. Bülent Habora Sinema, tiyatro yazılarından sonra, sanat sayfasını da hazırlamıştı bu gazetenin.
Çoban Yurtçu, Adana’da Bugün Gazetesi yazı işleri müdürüydü. Bülent Habora’nın ilk gazete haberi burada yayınlanır. Bir yangın haberi için görevlendirilir Habora. İtfaiyecilerle birlikte düşer yola. “Alevler gökyüzünü yalıyordu” gibisinden başlık atar habere. Çoban Yurtçu’ya getirir yazıyı. O da “Sen git öykü yaz, gazete haberi böyle olmaz” der.
Çoban Yurtçu’nun önerisini dikkate alır. Ve birçok öykü yazar. Ama yazdığı öyküleri beğenmez.
Ali Kemal Şenadam ise Bülent Habora’nın ilk şiirlerine, çıkardığı “Salkım” adlı dergide yer veren kişidir aynı yıllarda.
Ömer Nida da Bülent Habora’nın Adana’da unutamadığı kişiler arasındadır. Ömer Nida arkadaşlarıyla çıkardığı “Kimsecik”e Bülent Habora’nın yazılarını koymayı ihmal etmez.
Bülent Habora’nın Adana’da yaşadığı yıllarda şehrin nüfusu 175 bindir. 11 sanat dergisi çıkmaktadır o yıllarda. 5 sabah gazetesi ile bir akşam gazetesi de yayın hayatındadır.
‘BENİM BAŞKENTİM ADANA’
Böyle bir ortamda, “Benim başkentim” dediği Adana’da çok samimi, içten, kalıcı dostluklar edinir. “İstanbul’da doğdum, 1940’ta. Ama Adana’da ikinci doğumumu, gerçek doğumumu gördüm, 1953’te ilk aşk dışında, yaşamımın ilkleri hep Adana’da oldu. Ve Adana beni -Ben- yaptı... Onun için -Adana Benim Başkentimdir-” der bir yazısında.
Anibal Akdamar, Şükrü Üstün, Erol İşisağ, Tuncer Uçarol, Turan Ceyhun (Demirtaş Ceyhun’un kardeşi), Nurer Uğurlu o dönemin “a” takımıdır. Nurer Uğurlu “Püren” dergisini çıkarır. Bülent Habora orada da yazar.
“Bana edebiyatı öğretti” dediği Şükran Kurdakul, gerçek bir emekçi dostu olarak nitelediği Güngör Gençay, “ondan sevecenliği öğrendim” diye belirttiği Vedat Günyol, kibarlığını unutamadığı Behçet Necatigil ile A.kadir, Cengiz Tuncer, Ş. Avni Ölez, Erol Toy, Afşar Timuçin sanat yolculuğunda diğer unutamadığı arkadaşlarıdır.
İlk yayınladığı kitap Fellini’nin sineromanı “Tatlı Hayat/Dolce Vita” idi.
Sonrasında “Çirkin Amerikalı”yı yayınlar. Baştaki “Ç” harfini orak-çekice benzeterek yayınlar. Bu kitap hiç soruşturmaya uğramazken, “Çocuk” romanındaki “Ç” de orak çekiç var denilerek, hiç benzemediği halde soruşturmaya uğrar.
Birçok yazarın ilk kitaplarını o yayınlar. Şükran Kurdakul’un ilk öykülerini, Bekir Yıldız’ın “Reşo Ağa”sını, Muzaffer Buyrukçu’nun ilk romanı olan “Gürültülü Birkaç Saat”ını, Afşar Timuçin’in, Eray Canberk’in ve daha birçok yerli yabancı yazarın kitaplarını Türkiye’de ilk kez o yayınlar. Fidel Castro’nun yapıtlarını, Bakunin’in “Seçme Düşünceler”ini, Mao Çe Tung’un “Çin kurtuluş Savaşı”nı ve Todor Jivkov’un kitaplarını da ilk kez o yayınlar.
YASAK KİTAPLAR
Bu arada kendi yazdıklarını da yayınlar Habora Yayınları’ndan. İlk kitabı “Yasak Kitaplar”ı 1969 yılında çıkarır. 1975’te “Milliyetçi Cephe”, sonra sırasıyla “Sefaletten Rezalete İşgal Altında Türkiye”, Bulgaristan’daki araştırmalarını içeren “Merhaba Komşu”, “Güzel İşçiler”, “Türkiye’de İnsanlar, Bulgaristan’da Çocuklar” gibi üretimlerinin yanında; 1980 sonrası mizah ağırlıklı kitapları yayınlanır. Bunlardan ilki “12 Eylülcülere 1000 soru” dur. “Turgut Özal Dosyası”, “Elhamdulillah Müslüman”, “Politik Fıkralar”, “Lale Devrinden Papatya Devrine”, “Bodur Başkanın Anıları”, “Büyük Türk Büyükleri”, “Benim Başkentim Adana”, “Bir Yeşilköy Masalı”, “İzmir’de Bir İstanbullu”, “Dünden Sonra Yarından Önce”, “Recep Çelebi Seyahatnamesi”, “Ben Dünyayım” diğerleridir.
Ayrıca, “Yeryüzü Masalları”nı ve “Başmusahip Sokağı Anıları”nı da bunlara eklememiz gerekir.
1992 yılının sonbaharında İstanbul’dan İzmir’e taşınır Habora ailesi. Büyük umutlarla gelmelerine rağmen daha başlangıçta düş kırıklığı yaşarlar. Birçok olumsuz olaylar ve yanlış insanlar rol oynar bu kırıklıkta.
Televizyonculardan, dost kazıklarından, seçimlerden, partili olmasından dolayı yadırgayan yazar arkadaşlarından, eleştirileri kabullenemeyen ve köşe başlarını tutmuş sözde sanat ve kültür adamlarından içi ürperir ilk yıllarda. Büyüttüğü değer yargılarına aykırı gelir etraftaki davranışlar. Tüm bunlara ek olarak 1995 Kasım’ında Karşıyaka’nın en gelişmiş mahallesi Aksoy’daki evi şiddetli yağmurun ardından çamur içinde kalır. Kitaplarından, filmlerinden, fotoğraflarından, gazete arşivlerinden oluşan 50-60 yıllık birikimi yok olur.
Bütün bu yaşadıklarına rağmen yıllar geçtikçe İzmir’de de güzel dostluklar kuracak ve içinde yaşadığı bu şehri sevmesi biraz zaman alacaktır.
ANLAMLI BULUŞMALARIN MEKÂNI
Sevgi Yolu’nu İzmir’de bilmeyen yoktur. Bülent Habora buraya “Palmiye altı” derdi. Kendisini bir gün ziyarete gelen Muzaffer İzgü’nün önerisiyle de Evrensel Gazetesi’ndeki köşesinin adı oldu burası. Sevgi Yolu, otuz barakadan oluşurdu ve çoğunda kitap satışı yapılırdı. Takı, resim, hediyelik eşya stantları da vardı. Kitap stantlarından biri Bülent Habora’ya aitti. Burada da polisler sık sık gelip yasak kitaplar arasalar da, anlamlı buluşmalara, okuyuculara mekân olmuş ve güzel anılar bırakmıştı Bülent Habora’nın yaşantısına.
Benim Bülent Habora ile tanışmam işte bu Sevgi Yolu’nda oldu ve hep sevgiyle kaldı dostluğumuz. Hasan Hüseyin Yalvaç da aynı yerde kitap satışı yapmaktaydı. Yolum buraya düştüğünde ikisine de uğrar kitaplar üzerine sohbet ederdik. Ama Bülent Habora’yı ne zaman görsem etrafta temizlik yaparken bulurdum. Özellikle standının olduğu yerdeki sigara izmaritlerini elleriyle tek tek toplardı. Okuyucularının çoğu öğrenci idi. Onlarla söyleşmekten keyif alırdı. Burası aynı zamanda yazar arkadaşlarla buluşma adresimizdi.
Bülent Habora ile ortak iş üretmemiz daha çok TYS İzmir Yürütmesi’ne seçilmemden sonra başladı. Ben, Metin Erten, Refik Uğur, Recai Şeyhoğlu ve Asım Gönen’den oluşan İzmir Yürütmesi’nin hep yanında olmuştu. Birçok kalıcı etkinlik düzenlemiştik.
Dürüstlükten ve namuslu yanından ödün vermeden bakardı olaylara. Yaşananları mizah penceresinden değerlendirmesi çok etkiliydi. Hepimiz çok şeyler öğrendik. Kızgınlığı, öfkesi hep mizahtı onun. Bu yaklaşımı, aslında eleştirel yönü ağır basan düşünme eylemine yöneltiyordu bizleri.
HAKSIZLIKLARA KARŞI BİR YAŞAM
Bülent Habora ülkenin ve insanın sıcaklığını yansıtıyor bizlere. Sorumluluk duyarak, açık ve yalın bir dille anlatıyor insanlığa dair özlemini. Haksızlığa karşı duran yazılarıyla hayatın iyi gitmeyen yanlarına mizahi anlatımlarla dikkat çekiyor.
Bülent Habora; kitaba, dostluğa, ışığa, umuda ülkeye eklenmiş sevdalı bir öykünün adıdır bizler için…
Güzel günlerin özlemini çeken, baskının, zulümün olmadığı bir toplumsal işleyişi kabul etmeyen, doğanın yağmalanmasını içine sindiremeyen Bülent Habora; sanat yolculuğunda yalnız değildi. Dostlarla çevrili yaşamında çok değerli yazar, sanatçı, bilim adamı tanıdı. Pek çok nitelikli kitap yayınladı. Gönül verdiği ülkesinin demokratikleşmesinde katkısı, çabası hiç eksik olmadı. Altmış yıllık birikimi ile ondan öğrenilecek çok şeyimiz var. Sahip olduğu değerleri gelecek kuşaklara aktarmak bizlere düşen bir görev.
Çünkü doğadan, insandan, adaletten, paylaşımdan yana tavır alarak; toplumsal nitelikteki üretimleriyle gerçeğin izini sürerek, önemli değerler aktarıyor geleceğe.
Evrensel'i Takip Et