Yeni 5651 internet sansür ve gözetimine, kaba güce karşı matematik
Manzarayı ince bir gülümsemeyle izleyeceğim. Gelsin anonimleştirme teknikleri, VPN’ler, görünmez P2P’ler (I2P), Tor’lar, tüneller, NSA’i bile zorlayan ağır kripto algoritmaları; olmadı hacktivizm, ince saldırılar, dDos’lar, sızıntılar, platform yıkmalar... Hükümet sadece RedHack ile boğuştuğu günleri mumla arayacak.
Özgür UÇKAN*
Engelli Web’in sayımına göre, 40.000 engelli web sitesi eşiğini geçtik. Elbette bunlar sayılabilenler. Gerçek rakamın çok daha fazla olduğuna kuşkum yok. Bu sayı 2007’de 5651 sayılı internet sansür kanunu, namı diğer internet yayıncılığı düzenlemesi devreye gireli beri baş döndürücü bir biçimde kabardı. Bu da gayet doğal bir şeydi, çünkü 8 katalog suç fena halde müphem tanımlar içeriyor, dolayısıyla önüne gelen siteyi kapsayabiliyordu. Bu kanun ve daha sonra BTK’nın “güvenli internet” ironik adıyla devreye soktuğu merkezi filtre sistemi internet sansürcüsü ülkeler liginde hızla yükselmemizi sağladı. İnternetle ilgili yıllarca beklenen bir elektronik imza kanunu ve bazı e-ticaret iyileştirmeleri dışında sadece olumsuz düzenlemeler yapan, çünkü interneti tehdit olarak algılayan devletimiz, bu düzenlemeleri kullanırken de elini korkak alıştırmıyor, hafif müstehcenlikten LGBT içeriğine, meşru aktivizmin bin türünden geniş bir yelpazede politik muhalefet bilgi akışına kadar sansürün dibini buluyordu.
5651 ve ardından gelen olumsuz düzenlemeler ciddi bir tepki ve muhalefetle, gerek yurtiçinde gerekseyurtdışında sivil toplum kuruluşlarından medyaya Avrupa Birliğinden Birleşmiş Milletlere ciddi kaygı, kınama, eleştiriyle karşılaştı. Çünkü yürürlükte olan ve halen geçerli anayasamıza aykırı olduğu gibi, ülke olarak imza koyduğumuz ve iç hukukumuzun üstünde olan tüm uluslararası sözleşme ve mevzuatı da ihlal ediyordu. Nitekim geçtiğimiz yıl Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından ifade özgürlüğünü ihlal ettiği gerekçesiyle mahkum edildi.
Bir taraftan sansürün ve gözetimin ustası Çin, İran, Suudi Arabistan ve Kuzey Kore’ye hızla yaklaşıyorduk, diğer yandan da internet sansürünü protesto ediyor ve düzenlemenin insan hakları hukukuna uygun hale getirilmesi için uğraşıyorduk ki, Türkiye Gezi direnişi ile birlikte yeni bir döneme girdi. Benim gayet hayırlı bulduğum bir döneme. Nihayet atalet içerisinde uyuyan muhalif güç silkindi ve haddini çoktan aşmış hükümete dersini vermeye başladı. Bu dersi almamakta direten hükümetin cevabı ise polis devletinin derinliklerine yol almak, gözü dönmüş bir biçimde meşru muhalefete saldırmak, insanları öldürmek, gözünü çıkarmak, sakat bırakmak, gazlamak oldu. Bu arada direnişin önemli alanlarından ve araçlarından biri olan internet ve özellikle sosyal medya da payını aldı bu saldırıdan. Başbakan sosyal medyayı “baş belası” olarak adlandırıp dünyanın alay konusu olurken, polis sosyal medya kullanıcılarına tamamen hukuksuz korku ve şok operasyonları düzenlemeye başladı. İnsanlar tweet’lerinden dolayı göz altına alındı. Amaç, teknik olarak kontrol edemedikleri sosyal medyaya göz dağı verip insanları oto-sansüre zorlamaktı. Bu arada 5651 de politik muhalif içeriğe yönelik olarak fazla mesai yapmayı sürdürdü.
Bu saldırgan tutumun hükümetin sonunu çabuklaştırdığına kuşku olmasa da aynı kafayla otokrasinin dibine yolculuğuna devam ediyor. Yolun sonu tarihin çöplüğü olacak. Şimdi ise bilgi sızıntılarının sel olduğu dönemdeyiz. Eski ortaklar, paralel yandaşlar AKP ve Cemaat birbirine gireli beri herkes eteğindeki taşları döküyor. Örtülmeye çalışılan bilgi, yolsuzluklar, komplolar sel oldu akıyor. Ergenekon, KCK ve bilumum “demokratikleşme davasının komplocu iç yüzü açığa çıktı. Zaten demokratik meşruiyetini kaybetmiş hükümetin yolsuzluğun dibini de bulduğu anlaşılınca tüm hukuki meşruiyetiortadan kalktı. Hayatta kalma refleksi ise hukuku katletmek oldu ve güçler ayrılığını rafa kaldırdı. Artık resmi olarak otokrasiyle yönetiliyoruz. Kısa süreceğinden kuşkum yok.
Elbette bütün bu sızıntı ve bilgi seli öncelikli olarak internetikapladığından, hükümet şu sıralar internet ve sosyal medya karşısında tam bir panik duygusuyla hareket ediyor. Delirmişler adeta. Bu yüzden sinsi bir biçimde bir torba kanunların içine sakladığı ve gece yarıları alakasız komisyonlardan geçirdiği maddelerle 5651’i sadece internet sansürünün değil gözetim devletinin de en ucube düzenlemesi haline getirecek bir adım attı. Ama bu sinsilik işe yaramadı. Hala internet kullanıcısının kendisinden çok daha zeki olduğunun ayırdına varmayan hükümetimiz ışıldak altındaki tavşan gibi yakalandı. Şimdi bin dereden su getiriyor Meclisten kanunu geçirmek için. Ama kanunun geçeceğinden kuşkum yok. Dedim ya, delirdiler artık.
Yeni 5651 ile ilgili maddeler çok eleştirildi. Bu eleştiriler basında da geniş bir biçimde yer buldu. Ben iki önemli nokta üzerinde durmakla yetineceğim: Sansürün keyfi, tamamen hukuk dışı, bir iki adamın dudağı arasına bırakılması olarak nitelendirebileceğim absürtlük (ki güçler ayrılığını iç edip yargıyı yürütmenin emrine veren otokratik bir hükümetten de başka bir tavır beklemezdi); ve Türkiye’yi en hukuksuz, en faşizan, en gözü dönmüş gözetim devletlerinden biri haline getirecek bir mahremiyet ve kişisel veri düşmanlığı.
5651 zaten bir sansür yasasıydı. Eklenen yeni maddeler bu sansürü ağırlaştırmakla ve kapsamını genişletmekle kalmıyor, derinleştiriyor ve tamamen keyfi hale getiriyor. Artık yargı kararına gerek kalmadan site engellenebilecek. Üstelik TİB başkanının veya onun üzerinden Bakan’ın talimatı yetecek. Getirilen para cezaları da, ellerinin kollarının ulaşamadığı yurtdışı kökenliler başta olmak üzere, site yayıncılarını ürkütüp oto-sansüre zorlamaya yarayacak. Üstelik bu sansürü sanki erişim sağlayıcılar yapıyormuş gibi olacak. Sivil toplum ve meslek kuruluşu anlayışı cahiliye devrinden kalma hükümetimiz, TMMOB, Mimarlar Odası ve diğer meslek kuruluşlarına yönelk azgın saldırgan anlayışı sürdürerek tamamen kendisine bağlı bir sözde meslek kuruluşu dayatıyor onlara: Erişim Sağlayıcıları Birliği. Sansür de gözetim de bu birlik eliyle yapılacak; ama elbette hükümet talimatıyla. Ucube dedik ya!
İkinci nokta ise gözetim toplumunun dibini bulmamızı sağlayan maddeler. Bunlara göre erişim sağlayıcıların tutması gereken kullanıcı bilgilerinin kapsamı ve tutma süresi de artırılıyor. Türkiye zaten bir kişisel veri cehennemi. Hala bir yasamız yok! Göstermelik ve kendisi ihlalci genelgeler var sadece. Yeni 5651 TİB’in kurumsal yapısını değiştirerek onu neredeyse ABD’nin NSA’i (Ulusal Güvenlik Ajansı) gibi bir gözetim ve istihbarat kurumuna dönüştürüyor. Hükümet kurumun başına bir MİT’çi atayarak niyetini açık etmişti zaten.
Yine Erişim Sağlayıcıları Birliği eliyle sağlayıcılara çeşitli gözetim araçlarının kurulumu ve işletimi dayatılıyor (üstelik bedeli onlar tarafından ödenmek üzere – oh ne ala :) ). Elbette tüm kontrol TİB’de olmak üzere. Zaten iki yıl önce karanlık Phorm şirketinin fiili tekel TTnet omurgasına gömdüğü DPI (DeepPacketInspection / Derin Veri Sorgulama) sistemi de artık tam randıman vermeye başlar. “Hedefli davranışsal reklamcılık” meşruiyet yutturmasına bile gerek duymadan, bila bedel, tepe tepe kullanırlar. Gamma, Blue Coat, Amesys, X-Keyscore gibi Snowden ve WikiLeaks sızıntılarıyla skandalı patlamış, NSA’in de kullandığı gözetim araçlarının da Türkiye’de konuşlandığını düşünürsek, durum bir hayli “şenlikli” olacak gibi görünüyor. O yüzden en azgın ve en şuursuz gözetim devleti diyorum ya! Çünkü veri korumayla ilgili çok ağır bir korumanın bulunduğu ABD’de bu işi bin dereden su getirip yer altına inerek yapan bir devletle karşılaştırıldığında Tayyip Erdoğan ve arkadaşları Tunus’un haydut polis şefi başkanı Bin Ali’yi ve karısını aratacak görünüyor. Şimdiden ailecek yolsuzluk konusunda Bin Ali ile Mübarek’in toplam hacmini katladıkları söyleniyor zaten :) Yakışır...
Eee ne olacak? Türkiye’de “internet sektörü”nün acı bir alayın adı olmasını bir tarafa bırakırsak (aklı olan şirket verilerini Türkiye’de tutmaz, kendisini yerli bir erişim sağlayıcıya emanet etmez; bu, erişim sağlayıcılardan internet uygulamalarına tüm sektör için yıkım anlamına gelecek), vatandaşın eli de armut toplamayacak elbette. O yüzden kısa ömründe hükümete kolay gelsin diyorum. Manzarayı ince bir gülümsemeyle izleyeceğim. Gelsin anonimleştirme teknikleri, VPN’ler, görünmez P2P’ler (I2P), Tor’lar, tüneller, NSA’i bile zorlayan yeni kripto algoritmaları; olmadı hacktivizm, ince saldırılar, DDoS saldırıları, sızıntılar, platform felçleri... Hükümet sadece RedHack ile boğuştuğu günleri mumla arayacak.
Sokağın hacklenmesindenise söz etmiyorum bile. Tüm ülkeye yayılan ve interneti, sosyal medyayı da başa çıkılamayacak kadar gayri-merkezi, dağıtık ve zekice bir araç olarak kullanacak kitlesel protestolar, flash-mob’lar (hızlı örgütlenip hızlı dağılan, yaratıcı ve ses getirici sokak etkinlikleri) ayyuka çıkacak. Elbette ulusal ve uluslararası geniş bir medya mevcudiyeti ve tüm uluslararası kuruluşların yüksek sesli kınama mesajları eşliğinde...
Başladı bile. Kaba güce karşı matematiğin inceliği. Görürüz bakalım kimin eli üstün? Güle güle AKP...
* Dr., İstanbul Bilgi Üniversitesi, Alternatif Bilişim Derneği