19 Ocak 2014 06:00

Orhan Kemal'in dünyası

Orhan Kemal’in romanlarındaki Adana o döneme dair bir tarihçinin söylediklerinden fazlasını söyler. Çok kısa bir betimleme, bir-iki diyalog cümlesi dönemin merak edilen bir yanına ışık tutabilir.

Orhan Kemal\'in dünyası
Paylaş

Zafer DORUK*

Orhan Kemal’in romanlarındaki Adana o döneme dair bir tarihçinin söylediklerinden fazlasını söyler. Çok kısa bir betimleme, bir-iki diyalog cümlesi dönemin merak edilen bir yanına ışık tutabilir. Dönemin Adana’sı, pamuğun ‘beyaz altın’ olduğu, ‘hacıağaların barlarda sazlarda karılarla para yedikleri’, nam salmış kabadayıları, gurbetçileri, faytonları, kadillakları, yazlık sinemaları, işçi mahalleleri, ‘Allah’ına kadar’ delikanlıları olan bir Adana’dır. Şehrin bugün kuzeyine çekilen elit sınıf Adanalılık kültürünü giderek unuttuğu için yeni kuşaklar bu kültüre yabancı kalıyor.
Tarımın tasfiye edildiği bir dönemde yerlerinden savrulan ‘gurbet kuşları’ Orhan Kemal’in romanlarında etnik ve toplumsal kimlikleriyle var olurlar: Boşnak Cemile, Arap Kemal, Kürt Cemşit, Yanyalı göçmen Murtaza, Arnavut bekçiler…
Ondaki doğallığın ve içtenliğin kaynağı ezileni arkalamasında, sistemi acımasızca sorgulamasındadır. ‘Bereketli Topraklar Üzerinde’ romanını ya da ‘Kanlı Topraklar’ı okurken, o dönem yeniden soluk alıp vermeye başlar: Kuruköprü meydanında çeşme yalağından su içen atlar canlanır gözümüzde. Faytoncular Yüksek Kahvede otururlar. İşçiler, çevre esnafı oradadır… Köylüler yüklerini denklemiş, köy minibüsünü bekliyorlar. Esnaf cumartesi akşamı oldu mu Giritli’nin kebapçıda toplanıp kafa çekiyor. Orhan Kemal’in kahvehaneleri kadar meyhaneleri de renklidir: Atılır tutulur, mavra sıkılır, sunturlu küfürler savrulur… Milli Mensucat Fabrikasının önü canlanır gözümüzde: Kamyonlara pamuk balyaları yüklenir, traktörler sıra bekler; hamallar, köylüler, ırgatlar, at arabaları… Arada bir esen poyrazla birlikte ortalık toz dumana bürünür… Orhan Kemal’in kendisi de bu fabrikada çalışmıştır, eşiyle burada tanışmış, evlendikten sonra işçi evlerinde kalmışlardır. Bir mektubunda Nâzım’ı davet ettiği, bol bol söz ettiği mahalle, ev, iş ortamı bu fabrika ve çevresidir. Murtaza’yı, Cemile’yi buradaki hayatından kesitler katarak, tanıdığı kişilerden esinlenerek yazar…
Eski Vilayet Konağının önünden ırmak boyunca, Ulus Parkı’nı, sazları, pavyonları geçip Demir Köprü’ye kadar yürüyoruz: Buralar şehrin kalantor takımının eğlence merkezi…
Varlıklı bir aileden gelmesine karşın Orhan Kemal seçimini ezilenden yana yapmıştır, genç yaşında hapis yatmış, gurbet görmüş, bilinçlenmiştir. Babasıyla dünyaya farklı pencerelerden baktıkları için araları hep soğuk kalmıştır. ‘Öyle bir babanın oğlu’ böyle bir hayat biçimini seçtiği için yadırganmış, belki bu yüzden ömrü boyunca kendi ayakları üzerinde durmaya çalışmıştır. İstanbul’a gelince kalemiyle geçinmekte direnmiştir, hangi koşulda olursa olsun canını dişine takıp yazmış, yazmıştır. Yazarlığını bu direnen yanı bilemiştir. Acele yazdığının, dinlendirmeden yayımladığının farkındadır, geçim sıkıntısını yenip rahata kavuştuğu zaman oturup eserlerini yeniden yazmayı düşünür, ama buna zaman bulamaz.
Hapishaneyi Orhan Kemal kadar ciğerlerine kadar sokularak anlatan başka bir yazar bilmiyorum. Canlandırma tekniği mükemmeldir. Hapishaneyi ‘Yetmiş İkinci Koğuş’da iliklerimize kadar duyurur.
Orhan Kemal’in bir başka özgün yanı da çocukları anlatırken o eşsiz doğallığı, içtenliği ve sahiciliğidir. Nerede etkili olacağını bilir, bunun gerektirdiği dili ve kurguyu titizlikle seçer, çocukları anlatırken diyalogun gücünden yararlanır.
Türk edebiyatında Orhan Kemal’den sonra işçiler roman ve öykülerin dışında kalmıştır. Yoksulluk uzun süredir tedavülden kalkmış bir konu olarak görülür, oysa Orhan Kemal’den 70-80 yıl sonra bugün Büyüksaat’in dibinden kıvrılıp, Kazancıların içinden Karasoku’ya, oradan daha güneye çıktığımızda Teneke örneği birçok mahalleyle karşılaşır, Orhan Kemal’in büyüklüğünü bir kez daha anımsarız.
‘Edebiyatın ve sinemanın canlı olduğu altmışlı yıllarda Orhan Kemal okunuyordu, bugün eserleri niçin hak ettiği ilgiyi görmüyor?​’ diye bir soru sorulabilir. Sanırım bunu 12 Eylül kalıtı kültüre ve doksanlı yıllardaki ekonomik-toplumsal dönüşümlere bağlamak mümkün. Varsıl ve yoksul arasındaki uçurum genişledikçe sömürü kılık değiştiriyor, yoksulluk, emek, emekçi gibi kavramlar teknolojinin nimetleriyle, imajla, kaderle, tevekkülle kodlanıyor.
Orhan Kemal bildiğini, bildiği gibi yazan bir yazardı. Biçim üzerine fazla kafa yormamıştır ama özle biçimi ustalıkla birleştirerek Orhan Kemal dilini yaratmıştır. Bir tür röportajcı havasıyla, olaylara çok müdahale etmeden, sahneleme tekniğini ustaca kullanarak dışarıdan bakmayı bilen çok ender yazarlardandır. ‘Murtaza’, ‘Kudret Yanardağ’ tipleri bugün onun romanlarından sonra toplum içinde ete kemiğe bürünmüşlerdir.
Orhan Kemal biçimi dert edinmemesine karşın estetiğe önem veren bir yazardır. İçimizi acıtan sert bir sahne onun süzülmüş dilinde şiirsel, romantik bir havaya bürünür: ‘Çikolata’ öyküsündeki çocukların bulunduğu sahne gibi. Bir olay öykücüsü olarak sınıflandırılsa da öykülerinde çarpıcı durum saptamaları görülür. Diyalogları bunun en güzel örnekleridir: Düşüncenin röntgenini çeker, evrensel özellikler içerir…
Orhan Kemal aynı zamanda kendi roman kahramanlarından biriydi. Yazdıklarıyla yaşadıkları bu kadar örtüşen bir yazara az rastlanır. Bu yönüyle Türk edebiyatının önemli kilometre taşlarından biridir…

* Yazar

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

Orhan Kemal 100 yaşında

SONRAKİ HABER

İnternet sansüründe Devler Ligi\'ne katılıyoruz

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa