Bir ilçeden karşının gazetesine
İstanbul'un bir ilçesinde doğan ama sınırlarının dışına taşarak bir yakayı kucaklayan yerel bir gazete Halkın Nabzı. Dinamik ve cesur bir kadroyla, önce 2013 yılı yazında Maltepe'nin Nabzı adıyla okurlarına merhaba diyor.
Eda YILDIRIM
İstanbul'un bir ilçesinde doğan ama sınırlarının dışına taşarak bir yakayı kucaklayan yerel bir gazete Halkın Nabzı. Dinamik ve cesur bir kadroyla, önce 2013 yılı yazında Maltepe'nin Nabzı adıyla okurlarına merhaba diyor. Dümenin bir ucunda Genel Yayın Yönetmeni İshak Karakaş diğer ucunda ise yılların deneyimli gazetecisi Ahmet Tulgar var.
Maltepe'nin Nabzı ilk sayıda 3 bin basılıyor. Tabi hemen tükeniveriyor. Okurun ilgisi büyük, anlatılacak ve yazılacak çok konu olunca Karakaş ve Tulgar'a bir ilçe dar geliyor. Yerel gazete fikri büyüyor, Maltepe'nin Nabzı'nı aşıp Halkın Nabzı'na dönüşüyor sekizinci sayıda.
Yaka gazetesi dediğime bakmayın, haftalık yayınıyla hem Kürt'ü, Alevisi, Ermeni'si, kadını, LGBTİ'si tüm ötekileştirilenlerin sesi olmaya çalışıyor hem de genel gündemin nabzını tutuyor.
HERKESE SÖZ HAKKI
Okumak yetmez yerinde görmek lazım diyerek gazetenin hâlâ Maltepe'de bulunan bürosuna gitmek üzere yola çıkıyorum. Büro Tren istasyonunun hemen karşısında. Hızlı tren projesi nedeniyle tren seferleri durdurulsa da nostaljik bir havayı soluyorsunuz. Merak ettiğim pek çok soruyla birlikte bu havadan sıyrılıp büronun bulunduğu iş hanına giriyorum. Beni ilk karşılayan Gazetenin Genel Yayın Yönetmeni İshak Karakaş oluyor. Hemen ardından bulunduğumuz odaya Ahmet Tulgar giriyor. Çay eşliğinde koyu bir sohbete başlıyoruz. İlk merak ettiğim Halkın Nabzı'nın doğuş öyküsü oluyor. Ahmet Tulgar, "Biz İshak'la çok eski arkadaşız. Daha sonra halkla ilişkiler ve reklamcılık üzerine bir şirket kurduk. Fakat zaten İshak'ın yaklaşık olarak beş senedir yazıları yayımlanıyor. Hep kafamızda şey vardı ya bir İnternet sitesi mi yoksa gazetemi kursak. Bu yaz herhalde artık zamanının geldiğini düşündük. Hemen de bir ay sonra da realize oldu" diye anlatıyor. Karakaş da onaylayan bir bakışla Tulgar'ın eksik bıraktığı yerleri tamamlıyor: "İlk etapta yerelden başladığımız için Maltepe'yle başladık. Temel ilkemiz bütün siyasetlere eşit mesafede ama herkesin köşesinde serbest olduğu bir gazete çıkarmaktı. Ama ünümüz Maltepe'nin dışına taşmış, okurlarımızın beklentisi artmıştı. Bu nedenle 8. haftada artık Halkın Nabzı olarak çıkarmaya başladık. Şimdi 10 bin bazen 13 bin basıyoruz. Hepsi tükeniyor."
GENİŞ YAZAR YELPAZESİ
Pek çok kişinin merak edeceği bir soruyla devam ediyorum: "Halkın Nabzı'nın diğer yerel gazetelerden farkı ne?" Karakaş, "Daha objektif ve halkçı olması. Zaten gazetenin isminden de belli. Halkın nabzını tutuyoruz. Yayın politikamız, toplumun tüm ötekileştirilen kesimlerinin sesi olmak ve kendi kitlelerine haber sağlamaktır" diye yanıtlıyor. Halkın Nabzı'nın en önemli yanı farklı görüş ve kesimlerden köşe yazarlarının ve haberlerin yer alması. Karakaş, "Bizim gazetede Fatih Polat da, Ahmet Hakan da veya Ertuğrul Özkök de yazıyor. Mümkün mertebe sağdan sola, Türkiye'de köşe yazarlığı yapan tüm yazarları buraya kanalize etmeye çalışıyoruz. Hedefimiz iyi bir gazete çıkarmak ve ulusallaşmak." diye devam ediyor.
SEVGİ BÜYÜK OLUNCA KIRILAN KOL VIZ GELİYOR
Gazeteyi anlatırken Karakaş ve Tulgar'ın gözlerindeki heyecanı görmemek mümkün değil. Bu nedenle sohbetimiz Karakaş ve Tulgar'a evriliyor. İshak Karakaş gazeteden önce ticaretle uğraşmış biri. Mevcut medya patronlarının aksine deyim yerindeyse gazetenin haberinden, mizanpajına, baskısından dağıtımına kadar tüm hamallığını da sırtlanmış. Ahmet Tulgar, Karakaş'ın matbada gece saatlerine sarkan baskıyı beklerken yerde serili gazete balyaları üzerinde uyuyakalmış bir fotoğrafını göstererek anlatıyor verilen emeği. Tabii Tulgar da farklı değil. Halkın Nabzı'nı anlatırken, çocuğunun meziyetlerini anlatan bir babanın heyecanını yaşıyor. Öyle ki, yıllarca merkez medyada çalışırken bir yerel gazetede çalışmaya başlamasını, "Bu zamana kadar çalıştığım diğer kurumlar yolculuğumda konakladığım yerler ise burası benim evim. Mesela yere bir tane düşsün hemen kaldırıyoruz. Çamur olsa bekliyoruz kurusun diye" diye anlatıyor. Karakaş hemen bir anılarını gülerek paylaşıyor: "İlk sayıyı dağıtırken bir dükkana girdik. Ahmet burada düştü ve kolu kırıldı. Hastaneye götürmek istiyoruz. Yok ben gelemem, 11.00' de habere yetişmem lazım diyor. Hastaneye gittiğimizde 'Ne olur, ameliyat etmeyin. Ben 11.00'deki randevuma yetişecem' diye anlaşma yapmaya çalışıyor bir de."
HER İKİ TARAFTAN DA TEPKİ
Yerel bir gazete açısından ötekileştirilenlerin haberini yapmak kolay değil tabii. Tulgar, sohbetimizin bu noktasında gülerek araya girerek şu anısını paylaşıyor: "Gültan Kışanak'ın kapağa taşındığı sayıyı Kadıköy Moda'da dağıtırken, biri suratıma vurdu gazeteyi. Bir de 'Ay ay Kürtler buraya da mı geldi git git' diye tepki gösterdi." Karakaş da kimi zaman arada kaldıklarını anlatarak şu örneği veriyor: "Mesela aynı sayfada hem Gültan Kışanak röportajının olması hem de Atatürk'ün fotoğrafının yer aldığı bir haberin hem Kürtlerin hem de Türklerin tepkisini çekebiliyor." Bu nokta da mali idareye değinmemek olmaz. Ücretsiz dağıtılan bir gazetenin en büyük gelir kapısı ilanlardır. Karakaş bu konuda biraz dertli: "Mesela bazen Mustafa Sarıgül'ün ilanı ya da BDP'nin bir haberi sorun yaratıyor. Halbuki bütün görüşler ilan verebilir. İlandan önce köşe yazılarına ve haberlere bakılması lazım."
'HIZLARINA YETİŞEMİYORUZ'
Tabii bir yerel gazeteyle yaklaşan yerel seçimleri de konuşmamak olmaz. İshak Karakaş hemen sözü alarak "Siyasi partiler birbirine çamur atıyor. Yolsuzluklarını ortaya çıkarmaya çalışıyorlar. İşin kötü tarafı biz onların hızına yetişemiyoruz. Tam diyoruz manşet çıktı anında başka bir tane daha çıkıyor" diye anlatıyor. Bu nokta da yerel seçimlere dönük çağrısı da "Halk oylarına sahip çıksın. Kendisini, kentini de kendisi yönetsin" oluyor.
MERMİYLE TEHDİT
Konuşmamız sırasında merak ettiğim konulardan biri de Halkın Nabzı'nın yerel ve genel gündemi nasıl dengelediği oluyor. Tulgar, "Ülke gündemini daha çok röportajlar üzerinden kotarıyoruz. Yerel gündemi de daha çok hükümet ya da belediyelerle bağlantılı olan konular üzerinden seçiyoruz." diyor. Yerel gazetecilik kolay değil tabii. Yaptığınız haberler birini kızdırdı mı tehditlerden kurtulamıyorsunuz. Karakaş bu düşünceyi şu örneğiyle destekliyor: "Gülsuyu'daki çetelerin haberlerini yaptığımız için aracımın üzerine mermi konuldu."
SANSÜR HEP VARDI
Sohbetimiz özellikle Gezi eylemlerinde daha görünür olan sansüre de evriliyor. Yaklaşık 24 yıl ana akım medyada çalışan ardından da yerel gazeteciliğe geçiş yapan Ahmet Tulgar, devlet şiddeti Kürt illerinden Taksim'in göbeğine taşınınca sansürün görünür hale geldiğini vurguluyor. Gazetecilerin sansür, işten atma tehditlerine karşı tavrını da şöyle anlatıyor: "Sansür ortaya çıkınca bir kesim gazeteciler artık mahcubiyetlerinden ötürü ayrıldılar işlerinden. Ya da bulundukları yerde direnmeye çalıştılar." Tulgar Gezi sürecini gazetecilerin en çok ses çıkardığı dönem olarak tanımlayan Tulgar, işsiz kalan gazetecilere de çağrı yaparak, "Kendilerini çaresiz hissetmesinler. Özgür medyada çalışabilirler. Bizim gibi yerel gazetelerde çalışabilirler" diyor.