Muhalefet, fantastik edebiyatın içinde
Özgür ÖZGÜLGÜN
Seçimler, yolsuzluk operasyonu, politikacıların kavgası... Siyasi gündemi epey yoğun. Bu yoğun gündemde, edebiyatın yeri pek olmuyor maalesef. Siyaset, edebiyata karşı üstünlük sağlıyor. Biz de bu hafta sayfalarımızda edebiyatçı Gülşah Elikbank’ı konuk ediyoruz. Bu yoğun gündeme bir de genç bir edebiyatçı gözünden bakın. Çünkü zaten ona göre, en iyi muhalefet, fantastik edebiyat kalemiyle yapılıyor.
Bize biraz edebiyat yolculuğunuzu anlatır mısınız?
Aslında yaşım hesaba katılınca, benimki biraz uzun bir yolculuk sayılabilir. Çünkü 8 yaşından beri kitaplara, yazmaya meraklıyım. Merakım şiirle başladı. Lisede öyküye, üniversitede ise romana yöneldim. Yalnız bir çocukluk geçirdiğim için, kitaplar en yakın dostlarım oldu. İlk romanım 2010’da çıkan Günebakan Üçlemesi’nin ilk romanı “Siyah Nefes” oldu. Üçleme kısa sürede Mavi Dağ ve Kızıl Ölüm kitapları ile tamamlandı. Çünkü yazmaya başlarken tüm kurguyu zaten oluşturmuştum. Ben aynı anda iki farklı kitap okuyanlardanım. Sanırım bu nedenle farklı tarzlarda yazabiliyorum. İthaki Yayınlarından çıkan “Medusa’nın Pusulası”, Yerebatan Sarnıcı’nda geçen fantastik bir çocuk romanı mesela. Son romanım “Uykusuzlar” ise felsefe ve psikolojinin harmanlandığı bir aşk hikayesi. Romanın en önemli kahramanları insanlar değil, rüyalar.
Gündem, bilgi kirliliği, çöküş ve son günlerde yaşananlar edebiyatçı Gülşah Elikbank’ı nasıl etkiliyor?
Hem olumlu hem olumsuz etkileri var. Edebiyat biraz da mutsuzluk işi. Meselesi olan daha farklı yazıyor belki de. Yaşanan çöküşe karşı kayıtsız kalmak mümkün değil. Elbette sadece ülkemiz için değil, dünya için geçerli bu. Ben son romanım Uykusuzlar’da bu konulara da değindim. Çağımızın en önemli hastalıkları, mutsuzluk, tatminsizlik ve inançsızlık bana kalırsa. Benim için bunlarla başa çıkmanın tek yolu yazmak ve yazdıklarım aracılığıyla insanlara ulaşmak, seslenmek.
Gündemin hızına yetişebiliyor musunuz peki?
Özellikle twitter kullanmaya başladığımdan beri gündemin hızı başımı döndürüyor. Sürekli bir bilgi akışı var. Bu pek de iyi bir şey değil ama. Çünkü hiçbir acıyı yaşayamadan, sindiremeden bir yenisini okuyoruz ve her şey normalleşmeye başlıyor. Bir de orada herkes her konuda uzman. Herkesin her şeyi bildiği bir yerde, ben hiçbir şey bilmeyenlerin tarafında olurum. Son romanım Uykusuzlar’ı yazarken kendimi anneannemin internet ve teknoloji girmemiş evine kapattım mesela. Aksi takdirde romanı bitiremezdim.
Sansürlerin giderek çoğalması sizi nasıl etkiliyor?
Her şeyden önce ne kadar istemesem de, bazen kendimi kendime sansür uygularken yakalıyorum. Bu içimize işlemiş, işletilmiş. Ben 1980 doğumluyum. Hiçbir darbeye birebir tanık olmadım ama bazen anlatılanlar, kulağınıza gelen o öyküler yaşanmışlıktan daha çok etkiler sizi. Benim kuşağımın başına gelen de bu sanırım. Ama bunu aşmak zorundayız. Edebiyat bunun için var. Özellikle de fantastik metinler. En iyi muhalefet, fantastik edebiyatın içindedir.
Peki sizce medya nasıl bu hale geldi?
Medya kendi kendini bu hale getirdi. Medyada ilk kurbanlar verilmeye başlandığında, toplu bir şekilde seslerini çıkarsalardı, sıranın önünde sonunda kendilerine geleceğini öngörebilselerdi, her şey bambaşka olurdu. Özellikle önemli köşelerin sahipleri, köşelerini mümkün olduğunca korumaya çalıştılar, ses çıkarmadılar, sindiler. Şimdi pişmanlar, ama neye fayda? Tabii önemli gazete sahiplerinin gazeteci değil, holding sahibi olduklarını, yani dertlerinin tarafsız haber değil; ihaleler olduğunu da görmek lazım. Ben İletişim Fakültesi mezunuyum. Mezun olduğum sene, bu mesleği istediğim gibi yapamayacağımı görmüştüm maalesef.
BU DÜNYA İNSANA UYGUN DEĞİL
Edebiyat oteli, BirGün Gazetesi röportajları, 6 roman ve yoldaki edebiyat... bu eylemler sizi hayata nasıl bağlıyor?
Yanıt, soruda gizli aslında. İşte beni hayata bunlar ve ailem bağlıyor. Bir de tam vazgeçecekken gelen güzel haberler tabii. Mesela çocuk romanım Medusa’nın Pusulası’nın Makedonca hakları Kalem Ajans sayesinde satıldı. Daha çok çocukla satırlarım aracılığıyla buluşacak olmak harika. Edebiyat otelimiz, Kültür Bakanlığı’ndan ödül aldı geçen sene. Bunlar hayatı çekilir kılan sürprizler işte. Okurlarımdan gelen yorumlar, imzama gelenler, hiç tanımadan kalplerine dokunabildiklerim… Bunlar olmasa, yaşam hepten çekilmez bir yer olur.
Geleceğe dair umudunuzu nasıl görüyorsunuz?
Geleceğe dair elbette umutluyum. Aksi takdirde soluk almaya devam edemem. Şu an dipteyiz, “Sabah yaklaştıkça gece daha da kararır”, derler. Aydınlık yakın, fakat o aydınlığı sağlayacak olanlar, gençler. Biz ancak onlara destek olabiliriz. Tüm dünya mutsuzluğun pençesinde aslında, maddi dünyanın insana pek de uygun olmadığını herkes görmeye başladı. Şimdi başka bir dönem başlıyor. Çalkantılar, direnmeler hep bunun için.
‘ÇOCUKLARIN GÖZÜNDEKİ HÜZNE DAYANAMIYORUM’
“Barış”, “Çocuklar”, “Kitaplar”, “Vicdan”, “Kadın hareketi”, “Gezi”,”Yolsuzluk”, “Yoksulluk” bu kavramların içini nasıl doldurursunuz?
Çocuklar benim en zayıf noktam. Onların gözündeki hüzne dayanamıyorum. Çocukları doğru yetiştirmek, doğru yönlendirmek bizim elimizde. Masumluklarını bozan, kirleten biziz. Toplumsal bir barışa ihtiyacımız var ama, bunun için önce insanın kendisiyle barışması lazım. Kendi karanlığımızı görmek ve yüzleşmek zorundayız. “Masum değiliz hiçbirimiz”, diyor ya şarkı. İşte hızla kirlendik biz. Gezi direnişi bir silkinme, kendine gelme hareketiydi belki de. Yolsuzluklara gelince, bu yeni bir kavram değil. Ben Tansu Çiller’in Başbakanlık dönemine maruz kalmış bir birey olarak, bu ülkede siyasetin ne kadar kirli olabileceğini görenlerdenim. Kabul edelim, yolsuzluk ve rüşveti birçoğumuz normal görüyoruz. Atasözleri var bununla ilgili. Hani “Devletin malı deniz” diye başlayan… Önce kendi bakış açımızı değiştirmeliyiz. Dünyadaki yoksulluğun sebebi, dünyada yeterince kaynak olmaması değil, o kaynakları bazılarının ihtiyaçlarından fazla kullanması.
Evrensel'i Takip Et