Aykut Hoca
Vefat eden birinin ardından yazmak hiç kolay değil. O kişi hele sevdiğiniz biriyse daha da zor oluyor onu anlatmak. En azından benim için öyle. Vefat eden birinin ardından yazmaktan hep kaçtım. Ama bu kez öyle olmadı; Aykut Kence Hoca için bir şeyler yazmam istendiğinde kaçamadım.
Kenan ATEŞ*
Vefat eden birinin ardından yazmak hiç kolay değil. O kişi hele sevdiğiniz biriyse daha da zor oluyor onu anlatmak. En azından benim için öyle. Vefat eden birinin ardından yazmaktan hep kaçtım. Ama bu kez öyle olmadı; Aykut Kence Hoca için bir şeyler yazmam istendiğinde kaçamadım. Ne yazılır ki şimdi, Aykut Hoca nasıl anlatılır ki, ne demeliyim ki?
6 yıl öncesi aklıma geliyor. O zamana, 2009’da yapılan Darwin Yılı Etkinliklerinin hazırlıkları başlayana dek Aykut hocayı yazıları dışında tanımıyordum. 2008’in sonbahar aylarıydı. Avrupa ve ABD’nin belli başlı merkezlerinde, 2009 Darwin Yılı’nın hazırlıkları çoktan başlamıştı. Bizde de bir şeyler olmalıydı, bizler de bir şeyler yapmalıydık, ama ortada henüz bir hareket görülmüyordu. Kimler ne yapıyor, ne yapacak bilinmiyordu. Moğolların dediği gibi “Bir şey yapmalı”ydı. Sadece yazılarından tanıdığım, evrim çalışıp evrim yazan, değişik üniversitelerden bazı akademisyenlere konuyu açtım, ne yapabiliriz diye sordum. E-maillerime yalnızca iki kişiden yanıt geldi. Bunlardan biri ODTÜ’den Aykut Hocaydı. Diğeriyse Hacettepe’den Ergi Deniz Özsoy’du. “Hemen gel konuşalım” diyordu Aykut Hoca.
ODTÜ’deki odasına Ergi Deniz’le birlikte girdiğimizde ilk gördüğüm, masasında öbeklenmiş kitap, kağıt, belge ve dosya yığınlarının ardından bana gülümseyen bir çift yorgun gözdü. Geçirdiği ciddi rahatsızlığının vücudundaki olumsuz etkileri hemen gözleniyordu. Ancak coşku ve heyecanı hâlâ yerindeydi. Konu açıldıkça, yaratılışçılığın o yıllardaki pervasızlığına karşı bilimin savunusu için yapılabilecekleri hep birlikte sıraladıkça gözlerindeki ışıltı ve heyecan, ülke bilimi için duyulan umut daha da artıyordu. O gün o odada, Darwin Yılı’nda yapılacakların kaba planı ortaya çıktı. Odadan ayrıldığımızda Aykut Hoca artık gençleşmiş, yorgunluğu geçmişti.
Uzun yıllar yaratılışçılığın değişik varyantlarına karşı bilimi, evrimsel biyolojiyi neredeyse tek başına savunmuştu. Bu yüzden de yaratılışçıların baş hedefleri arasındaydı. Akademik kurullardan Diyanet’e, mahkemelerden TV kanallarına, nereye çekildi, nerede sorgulandıysa bilimi savunmaktan geri durmamıştı. Ama bu çaba onu biraz da yormuştu. Darwin Yılı ve çalışmaları ona yeniden güç verdi, heyecan verdi. Çalışmaların temel taşlarından biri oldu hep.
Daha sonra Aykut Hoca’yla pek çok kere beraber olduk. Darwin Yılı bittikten sonra da devam etti bu dostluğumuz. Aykut Hoca hep anahtar oldu. Ne zaman, nerede bir tıkanma olursa; hangi üniversitedeki hangi kapı kapalı, hangi akademisyen olmaz diyorsa Aykut Hoca’nın bir telefonu yetiyordu, kapılar açılıveriyordu çoğu kere. Birçok yerde Aykut Hoca’nın adı bile yetiyordu olmazları olur yapmaya. Küçük yorgun vücuduna, sakinliğine, sıradan yaşantısına, alabildiğine mütevazılığına rağmen adı büyüktü zira. Türkiye’de evrimsel biyoloji denilince ilk akla gelen oydu çünkü. Pek çok hocanın hocasıydı. İyi bir akademisyen, ülkemizin namuslu, dürüst, saygılı, mütevazı, ama bilim düşmanlığına karşı bilim savunusu söz konusu olunca kavgacılaşıp sertleşen sayılı bilim insanlarından biriydi. Bir örnekti.
İyi ki tanımışım onu, iyi ki onunla çalışmışım, iyi ki dostu olmuşum.
Bana da öğrettiklerin oldu hocam. Rahat uyu.
* Yrd. Doç. Dr., Moleküler ve hücre biyolojisi, genetik