Çin’de 'Sosyalizm ve Günümüz Dünyası' Konferansı
Çin Halk Cumhuriyeti’nin başkenti Pekin’de 16-17 Kasım 2013 tarihlerinde “Sosyalizm ve Günümüz Dünyası” başlığıyla, Çin Sosyal Bilimler Akademisi (CASS) tarafından “Uluslararası Marksizm İkinci Alt-forumu” gerçekleştirildi.
Cengiz MAHİR
Çin Halk Cumhuriyeti’nin başkenti Pekin’de 16-17 Kasım 2013 tarihlerinde “Sosyalizm ve Günümüz Dünyası” başlığıyla, Çin Sosyal Bilimler Akademisi (CASS) tarafından “Uluslararası Marksizm İkinci Alt-forumu” gerçekleştirildi. ABD, Almanya, Çin, Japonya, Kanada, Küba, Rusya ve Türkiye gibi birçok farklı ülkeden katılımcının olduğu forumda, sosyalizm teorileri ve pratikleri, tarihten bugüne Marksist düşüncenin gelişim örnekleri, devrimci halk hareketlerinin deneyimleri ve güncel Marx-Engels araştırmaları üzerine bir dizi sunum düzenlendi. Dünyanın “birinci süper gücü” olmaya aday, yaklaşık 85 milyon üyeye sahip Komünist Partisi’yle yönetilen Çin’de “sosyalizm” başlığı altında böylesine büyük bir organizasyonda neler konuşuldu ve bu neredeyse göz kamaştırıcı gündem başlıklarının ışığında Marksizm nasıl bir hal alıyor - elimize geçen konferans tebliğleri eşliğinde bu sorulara cevap arayacağız.
18. PARTİ KONGRESİ VE 3. PLENUM
Konferans’ın içeriğine girmeden önce burada kısa bir süreliğine duralım ve Konferans tarihlerinden sadece birkaç gün önce gerçekleştirilen Çin Komünist Partisi 18. Kongresi’nin 9-12 Kasım arası gerçekleştirilen 3. Plenumu’nu mercek altına alalım. Konferansın 3. Plenum’un hemen ardından gerçekleşmiş olması sanki her iki etkinlik arasında bir bağlantı varmış önizlenimini oluşturuyor olsa da –bu zamansal tesadüf bir yana–, bu uluslararası Konferans’ın büyük resimde nereye oturduğunu, hangi parçayı oluşturduğunu anlamak için, Parti’nin siyasi-iktisadi eğilimlerine dair kısa bir özet yapmak faydalı olacaktır.
3. Plenum, Parti’nin yüksek kadrolarından, başta genel sekreter Xi Jinping ve Politbüro üyeleri olmak üzere, Kasım 2012’de düzenlenen ÇKP 18. Kongresi 1. Plenumu’nda seçilmiş 200’den fazla delegeye ev sahipliği yaptı. Burada kısa bir parantez: ÇKP tarihinde 3. plenumlara özel bir önem atfedilir; zira ilk iki plenumda Parti liderliği tarafından uygulamaya konulmuş olan siyasi ve iktisadi programın uygulamada hangi neticelere ulaştığı 3. plenumlarda değerlendirilir. “Reform” ve “açılım” politikalarıyla ünlü Deng Xiaoping’in liderliğinin onaylanması, 11. ÇKP Kongresi’nin 3. Plenumu’da (Aralık 1978) gerçekleşmiştir. Kasım 1993’te gerçekleşen 14. ÇKP Kongresi 3. Plenumu’nda Zhu Rongji liderliğinde Çin’in “sosyalist piyasa ekonomisi”ne geçtiği resmen onaylanmıştır. 17. Kongre’nin 3. Plenumu’nda finans, kalkınma ve büyüme konusunda yapılan reformlar değerlendirilmiş ve küresel iktisadi krizin Çin’e yansımaları konusunda alınmış olan tedbirler gözden geçirilmiştir. Geçtiğimiz Kasım ayında ise, bankacılık, finans, vergilendirme, mülkiyet hakkı, fiyat ve gelir adaletsizliği gibi iktisadi politikaların ağırlıkta olduğu bir plenum gerçekleştirildi.
Plenum’da değerlendirilen program, ana hatlarıyla, iktisat reformu ve genel reform, kamu sektörü ve özel sektör, merkezi ve yerel yönetim organları, kent ve kır, ulusal ve uluslararası piyasalar arasındaki ilişkilerin sürdürülebilirliği, gelişimi ve güçlendirilmesi konusunda yapılan değerlendirmeler şeklinde özetlenebilir. Parti önderliğinde yaklaşık 30 yıldan beri “reform” ve “açılım” politikaları uygulanarak; “toplumsal uyum”, “sürdürülebilirlik”, “ekonomik canlılık” gibi konularda siyasi ve iktisadi büyüme ve güçlenme çizgisinin bu Plenum’da da devam ettirildiği söylenebilir. Ulusal ekonomisini “sosyalist piyasa ekonomisi” olarak tanımlayan ÇKP, bu Plenum’da da kaynak dağılımı ve kullanımında serbest piyasa ve özel sektörün devlet işletmeleri ve kamu sektöründen daha “efektif çalışıyor” oluşundan dolayı, serbest piyasa merkezli, ama bunun yanında kamu işletmelerinin de gelişimini göz ardı etmeyen bir ekonomik program izlediğini yine dile getirdi. ÇKP programına göre, “sosyalist piyasa ekonomisi”nin gelişiminde belirleyici olan, kamu ve özel sektörün bir arada olanaklılığı. Bu bir aradalığın güvencesi ise, özel sektör ve serbest piyasanın tayin edici bir rol oynamasından geçiyor. Devlet ve kamu işletmelerinin gelişimi ve büyümesi ile özel sektör ve serbest piyasa arasında kurulan ‘denge’nin kriterlerini belirlemek, yönlendirmek ve yönetmek sorumluluğu ise, hükümete ait. Yapılan “reformlar”la ulusal sermayenin diğer ülkelerde ve yabancı sermayenin ülke içinde dolaşım serbestliğini kolaylaştırmak ve hukuki güvencesini arttırmak da, yine Parti’nin “reform” ve “açılım” politikalarının bir parçasını oluşturuyor.
ÇKP’nin genel “reform” politikalarında, iktisadi kalkınmanın, genel refah seviyesinin arttırılmasını, çalışma koşullarının iyileştirilmesini ve eko-sistemin onarılmasını olanaklı kıldığı ve güvence altına aldığı tezi savunuluyor. İktisadi gücün arttırılması için ve bunun sayesinde yönetim ve yönlendirme gücünü pekiştirmeyi, ÇKP, hem bir zorunluluk, hem de bu sistematiğin bir uzantısı olarak görüyor. Ulusal ve uluslararası kaynakların dağılımı, işlenmesi ve yönetimi ve ayrıca ulusal ve uluslararası siyasi-iktisadi düzende rol oynayan önemli faktörlere hakim olabilmek için ihtiyaç duyduğu ve yararlandığı kaynaklardan birisi de, veri toplayan ve bilgi üreten bilim enstitüleri. Parti’ye bir nevi “danışmanlık” hizmeti de veren kurumların en önemlilerinden birisi, yazının başında belirttiğimiz Çin Sosyal Bilimler Akademisi (CASS). 1977’de kurulan CASS, bünyesinde 30’un üzerinde enstitü barındırıyor. Konumuzu oluşturan Konferans’ın düzenleyicisi, CASS’a bağlı olan Marksizm Çalışmaları Akademik Bölümü ve (2005’te kurulmuş olan) Marksizm Akademisi.
CASS MARKSİZM ÇALIŞMALARI VE CHENG ENFU
CASS Marksizm Akademisi eski başkanı ve şu an Marksizm Çalışmaları Akademik Başkanı olan Cheng Enfu, “Sosyalizm ve Günümüz Dünyası” Konferansı’nı düzenleyen Uluslararası Eleştirel Düşünce (ICT) dergisinin de baş editörü. Konferans’ın içeriğinin ve eğiliminin belirlenmesinde en önemli isimlerden birisinin Cheng olduğu söylenebilir. Guangming Daily adlı günlük gazetenin 2012 yılında Cheng’le yaptığı röportajdan, Cheng’in kişisel görüşleri, yürüttüğü akademik faaliyetler ve ideolojik tutumu hakkında bazı fikirler edinmek mümkün. Röportajında, Cheng, farklı eğilimleri “Neoliberalizm, Demokratik Sosyalizm, Yeni Sol, Eklektik Marksizm, Ortodoks Marksizm, Geçmişi Canlandırmaya Dönük Eğilim ve Yenilikçi Marksizm” şeklinde özetlerken; kendisini, içinde bulunduğu kurumu ve bu kurumun çıkardığı uluslararası yayınları “Yenilikçi Marksizm” ile özdeşleştiriyor. Yine Cheng’e göre, ÇKP MK ve “Yenilikçi Marksizm” “temel” hatlarıyla uyuşmaktadır.
Cheng’e göre, “Çin’in yönlendirici ideolojisi Marksizm-Leninizm ve onun Çin’e özgü biçimde yerelleştirilmiş teorileridir.” Bu yönlendirici gücün temel dayanak alabileceği ve iç dinamiğiyle örtüşebilen tek ideolojik akımsa, tez budur, Cheng’in savunucusu olduğu “Yenilikçi Marksizm”dir. “Yenilikçi Marksizm”, diyor Cheng, “Çin işçi sınıfının siyasi partisinin önderliği ilkesine bağlıdır. Çin’in Marksistleri, doğası bakımından Komünist Partisinin işçi sınıfının öncüsü olduğu ilkesi ile demokratik merkeziyetçilik örgütsel ilkesine ve sosyalist davaya önderlik etmede Komünist Partinin önderliği ilkesine bağlı kalmalıdırlar.”
Cheng, bir yandan ÇKP MK ile kendi betimlediği “Yenilikçi Marksizm” arasındaki örtüşmelere vurgu yaparken, diğer yandan Çin’de kamu mülkiyetindeki üretim araçlarının “egemen konumunun korunması konusunda ısrar” etmekte olduğunun altını çizmektedir. 18. Parti Kongresi 3. Plenumu’nda açıklanan “reformlar”da tayin edici kuvvetin piyasa ekonomisi ve özel mülkiyet olduğunu ve bunun daha da arttırılması için adımlar atıldığını hatırlarsak, Cheng’in ÇKP ve “Yenilikçi Marksizm” arasındaki uyumla ilgili sarf ettiği sözlerin, “Marksizm” sözcüklerinin kullanılmasına bakılacaksa, basit bir yanlış tespitten öte mevcut teori ve pratik arasındaki çelişkiyi ifade ettiği ya da doğrusu “Marksizm” sözcüklerinin bu kullanımının tamamen aldatıcı bir niteliğe sahip olduğu ve zaten bizzat kendisi durmaksızın gelişip yenilenmeden edemeyecek olan Marksizmin bir de “yenilikçi” sıfatıyla tanımlanma çabasının da onun Marksist teori ve pratikle bağını bütünüyle koparmaya yönelik olduğu söylenmelidir.
Öyle ya da böyle, Marksizmin nasıl iğdiş edildiği bir yana, “kamu mülkiyeti sektörünün egemen konumu korunmalıdır” ve “ısrar” edilmelidir gibi ifadeler de, farklı eğilimler arasında salt bir çelişki olmadığını göstermektedir; halihazırda eğilimlerarası bir mücadele ortamının mevcudiyetini de yansıtmaktadır. Mücadelenin teorideki doğru adresi olarak, Cheng, “Yenilikçi Marksizm”i gösteriyor. Bu teori, Cheng’e göre, “sömürü ve kutuplaşmayı ortadan kaldırır”. Bitmedi! Cheng’e göre, “sosyalizm ile kapitalizm arasındaki esas fark üretim araçlarının toplumsal mülkiyet altında olduğu yapıdır.” Az önce kamu ve özel mülkiyet arasındaki çelişkiden bahseden Cheng, burada birden “toplumsal mülkiyet” diye bir kavramı devreye sokmakta, bu mülkiyetin toplumun hangi sınıfının elinde olacağı konusunda hedef şaşırtıcı bir ifade kullanarak topu taca atmaktadır. Bunu yaparken, dayanak olarak da, “reform” ve “açılım” politikalarını başlatan Deng Xiaoping’i göstermektedir. Öte yandan Cheng, ÇKP MK ana ideolojik akımını “Yenilikçi Marksizm” ile özdeşleştirir ve Parti ve işçi sınıfı arasında organik bir ilişki bulunduğunu ve bulunması gerektiğini dillendirirken, ÇKP’nin son Plenum’daki programıyla çelişmektedir. Sosyalist bir Çin’e ulaşma emelini “uzun bir tarihsel evrim” olarak nitelerken ve Çin “üretici güçlerinin genel olarak azgelişmiş olması nedeniyle üretim araçlarının kamusal mülkiyetini hemen tam anlamıyla gerçekleştirmeye girişememektedir” derken, Cheng, kapitalist ilişkilerin sosyalizme tam olarak nasıl evrileceğini düşünmektedir?
Madem Parti’nin ekonomi programı daha “efektif” çalışıyor gerekçesiyle serbest piyasaya öncelik veriyor ve buna bağlı olarak halkın yaşam standardı her geçen gün artıyor, öyleyse sosyalizme geçiş sürecini güvence altına alan öznenin, burada, gerçekten işçi sınıfı ve Parti olduğunu/olacağını nereden biliyor ve nasıl söyleyebiliyoruz?! Bu safsatalara, Cheng’in işçi sınıfıyla ilgili yaptığı uydurma tespiti de ekleyerek, bu konuyu burada kapatalım. Cheng şöyle demektedir: “İşçi sınıfı, hâlâ ileri üretici güçlerin temsilcisi ve ileri üretim ilişkilerinin somutlaşmış hali ve hâlâ kapitalizmi yıkma, sosyalizm ve komünizmi inşa etme tarihsel misyonuna kendilerini adamış insan grubudur.” Burada emek-sermaye çelişkisini ortadan kaldıracak ve sosyalizmin inşasında devrimci rolü oynayacak olan sınıfın işçi sınıfı olacağı sözüm ona açıklanırken, işçi sınıfının bu misyonunu, Cheng, mevcut tüm gerici karşı eğilimlerle olan ilişkisini somutlaştırmadan ele alıyor. Sonuç olarak, işçi sınıfının devrimci eğilimine Parti’nin verdiği/vermesi gereken ivme ve gerici eğilimlere karşı yürütülen/yürütülmesi gereken mücadele arasındaki ilişki buharlaşıyor. Dünya işçi sınıfını sosyalizm misyonuna ‘kendisini adamış’ insan grubu olarak tanımlamak da, Parti’nin siyasi işlevini ortadan kaldırdığı gibi, kapitalizmin kendiliğinden sosyalizme evrileceği yanılgısına denk düşüyor; öte yandan işçi sınıfının adanmış ya da adanmamışlıkla ilişkisiz nesnelliğini, kapitalizmin durmaksızın çoğalttığı işçi sınıfının onun mezar kazıcısı olduğunu reddederek, sınıfı sosyalist işçilerden ibaret sayma hamkafalığına işaret ediyor.
'SOSYALİZM VE GÜNÜMÜZ DÜNYASI' KONFERANSININ İŞLEVİ
Yukarıda alıntıladığımız röportajında Cheng, CASS Marksizm Çalışmaları Akademik Bölümü ve Marksizm Akademisi içinde hakim olan “Yenilikçi Marksizm” akımının, aynı zamanda Parti’ye bir “siyasi danışma” işlevi gördüğünü de belirtmektedir. CASS’ın bu işlevi, Parti dışı ve uluslararası ilişkileri de güçlendirmeyi kapsamaktadır. Cheng’in baş editörlüğünü yaptığı ICT ve Dünya Ekonomi Politik İncelemeleri (WRPE), CASS Marksizm Bölümü’nün uluslararası kanadını güçlendirme konusunda birincil rol oynayan iki yayın organıdır. “Sosyalizm ve Günümüz Dünyası” Konferansı da bu uluslarası projenin bir parçasıdır. Cheng’e göre, “Çin’de teorik yenilik ve araştırma çabası veya politikalar oluşturulması çabası, dış dünyanın koşulları da dikkate alınarak, fakat sonuçta, nihai olarak Çin’deki duruma dayandırılmalıdır. Politika oluşturmada doğru öncelik sıralamasını seçerken –dışa açılma ve ‘reform’ stratejisini veya Çin’in kalkınmasıyla ilgili diğer önemli politikaları yürütürken–, birinci öncelikle, ülke içindeki ve dış dünyadaki durumu (çağı) doğru anlamak gerekmektedir.” Bu konuda hareket noktasını oluşturan unsurlardan birisi, Batı’daki düşünce sistemleri, tarihleri ve toplumsal düzenleridir. Dünyadaki sosyal gerçekliği dikkate alma, kavrama ve buna müdahale etme konusunda akademik düzeyde kendisini “sol”, “sosyalist”, “Marksist” olarak tanımlayan yabancı akademisyenlere yönelik ihtiyaç, buradan kaynaklanmaktadır. Bu entellektüel birikimleri bir vakum gibi içine çekebilmesini olanaklı kılan platformlardan birisi, sözünü ettiğimiz Konferans’tır. Kendisine “Marksist” diyerek Marksist olabileceğini düşünen, ama neoliberal saldırganlığın içinde bulunduğu ülkenin özgün koşullarının akademik ihtiyaçlarını karşılayabilmesi bakımından gittikçe daha da yetersiz hale gelmesine bağlı olarak, Çin’in kendisine sunabileceği olanaklardan istifade edebileceğini varsayan akademisyenlerin sayısı azımsanmayacak kadar çoktur. Dolayısıyla Konferans, çok farklı kaynaklardan beslenen çıkarların bir şekilde örtüşebilmesine zemin olabilmektedir.
Konferans tebliğlerine göz gezdirdiğimizde de, Konferans’ın başlığı ile yapılan sunumların konuları arasındaki kopukluk, Konferans’ın emeline yönelik yaptığımız yorumu doğrulamaktadır. Zira neoliberalizm, adalet, emek teorileri, küresel kriz, Küba’nın güncel durumu, Çin’in iktisadi kalkınma tarihi, “sosyalizm modellemeleri”, sermaye birikim teorileri veya Marx-Engels araştırmaları gibi çok farklı konularda yapılan sunumlardan olumlu ve olumsuz olarak şüphesiz öğrenilecek şeyler vardır ve aynı şekilde olumlu ya tda olumsuz bakımdan katılımcılar açısından da faydalı olmuştur; ama diğer yandan sunumların bir bütünlüğe tekabül etmiyor oluşu yukarıda belirttiğimiz nedenlerden kaynaklanmaktadır. Son olarak, yapılan bazı sunumların içeriklerini kısaca özetleyerek bitirelim.
SUNUMLAR . . .
Burada tüm sunumların monoton bir özetini vermek yerine, hem Konferans’ın içeriğini temsili olarak yansıtabilecek, hem de bizim açımızdan belki bilmekte/öğrenmekte fayda olabilecek ABD’li iki iktisatçı ve aynı zamanda ICT’nin de yayın kurulu üyesi David Kotz ve David Laibman’un sunumlarına değineceğiz. Bunun yanında, CASS Marksizm Akademisi’nden Wang Zhongbao, üzerinde duracağımız son isim olacak.
Massachusetts Amherst Üniversitesi ve Şangay Finans ve Ekonomi Üniversitesi’nden David Kotz, “1980 Sonrası Kapitalizmini Anlamak” başlıklı sunumunda üç kavram üzerinde duruyor: Küreselleşme, finansallaşma ve neoliberalizm. Kotz’un cevap aradığı soru şudur: 1980 sonrası ABD kapitalizmini en doğru ve kapsamlı karşılayacak kavram “küreselleşme” mi, “finansallaşma” mı, yoksa “neoliberalizm” midir? Burjuva iktisatçılarının sınıflandırmalarına takılmadan, Marksist görüşe göre, bu sorunun cevabının şu şekilde verilebileceğini savunuyor: Neoliberalizm, sadece bir iktisat teorisi ya da politik bir uygulama değil, iktisadi fikirlerin ve ekonomik ve politik kurumların oluşturduğu bütünlüklü bir sistemdir; bunun yanında da emek-sermaye ilişkisinin tikel bir ilişki biçimidir. Neoliberalizmin özü, devlet, sendika ve bürokratik organ kanalları aracılığıyla iktisadi hareketlerin piyasa ilke ve ilişkileri tarafından yönlendirilmesinden ibarettir. Neoliberalizmin belli başlı kurumları emeğin sermaye kıskacına alınmasına hizmet eder. Finansallaşma ve küresel ekonomik entegrasyon neoliberalizmin uzantılarıdır. Anlaşılan o ki, Kotz’da “neoliberalizm”, bir yandan emek ile sermaye arasındaki verili güç dengesinin, diğer yandan emperyalist kapitalizmin kendisine münhasır çelişki ve eğilimlerin ağırlaşmasının dışında, kendi başına “bütünüklü bir sistem” gibidir!
New York Şehir Üniversitesi’nden ve Bilim ve Toplum (Science and Society) dergisi editörü David Laibman, Çin’in karma ekonomisi üzerine üretilen teorilerde özel-kamusal, piyasa-planlama gibi ikili ilişki biçimleri üzerinde durulduğunu, bunun yerine üçlü bir ilişki biçiminin daha tutarlı olabileceğini savunuyor. Karma ekonomiyi üç unsurdan oluşan bir ilişki biçimi olarak tanımlarken, Laibman, devlet sektörü, özel rekabetçi sektör ve özel bürokratik-kurumsal sektör arasındaki ilişkiyi örnek gösteriyor. Kamu sektörü ile özel sektör arasındaki rekabetin yönetiminde üçüncü unsur olan bürokratik-kurumsal sektörün devreye girdiğini belirten Laibman, “planlama”, “koordinasyon”, “demokrasi” gibi kavramların bu üçlü ilişki biçimi içinde üçüncü unsura denk geldiğini savunuyor.
CASS Marksizm Akademisi’nden Wang Zhongbao, Çin’in sosyalizm tecrübeleri üzerine yaptığı sunumda, “reform” ve “açılım” politikalarının “bilinçsizlik”ten “bilince” doğru evrildiğini, karma ekonominin çelişkileriyle ilgili bir problem olarak, bilinci geliştirmek konusunda büyük aşamalar kaydedildiğini belirtiyor. Bununla beraber, bugün gelinen süreçte devlet/kamu işletmelerinin özel sektör karşısında yükseltilmesi konusunda bir düşüş yaşandığının altını çizen Wang, şu sonuca varıyor: “Sosyalizm yolunu izlemek konusunda ekonomik sistem reformunu güvence altına alan, işçiler [işçi sınıfı] tarafından, onlar aracılığıyla ve onlar için gerçek anlamda ortaya konmuş ve inşa edilmiş tutarlı bir politik sistem reformu mevcut değildir.” Acaba neden olsa gerek?!
*ÖZGÜRLÜK DÜNYASI ŞUBAT SAYISINDA YAYIMLANMIŞTIR.