İstanbul soylulaşırken yoksullara neler oluyor, yoksullar nerelere savruluyor?-1
İstanbul mahalleden oluşur; bakkalı, manavı, kasabı, fırını, tuhafiyecisiyle; ayakkabıcısı, balıkçısı, kuru yemişçisi, pastanesiyle; kahvehanesi, esnaf lokantası; sokak satıcısıyla; simitçisi, bozacısı, sütçüsü, tüpçüsüyle; tamircisi, berberi, nalburuyla... Küçük küçük işler yapan bu insanların küçük, mütevazı yaşamları vardır bu mahallelerde...
Çiğdem ŞAHİN*
İstanbul mahalleden oluşur; bakkalı, manavı, kasabı, fırıncısı, tuhafiyecisiyle; ayakkabıcısı, balıkçısı, kuru yemişçisi, pastanesiyle; kahvehanesi, esnaf lokantası, sokak satıcısı, simitçisi, bozacısı, sütçüsüyle, berberi, nalburu, tamircisi, tüpçüsüyle… Mütevazi işler yapan insanların mütevazı yaşamları vardır mahallelerde... Alın teriyle kazanırlar mahalleliler ekmeklerini… Her zaman dardadırlar belki, kıt kanaat geçinirler ama mutsuz değillerdir; aralarındaki güçlü bağlar, komşuluk ve dayanışma ilişkileri, yoksulluklarını, yoksunluklarını hafifletir, hayatı daha katlanabilir hale getiriri onlar için…
Bu şekilde göğüs gererler zorluklara, kara günlere… Mesela komşulardan birinin evinde tenceresinin kaynamadığı mı duyulur, odunu, kömürü olmadığı, ya da hastasına ilaç alamadığı; hemen mahalle dayanışması harekete geçer bu durumda; zorda olanın öteberisi karşılanır; evine kumanya gönderilir; hastasının ilaç parası ve ya ilacı temin edilir; yaşlı veya düşkün olanların alış verişi yapılır, temel ihtiyaçlarını görmesine yardım edilir… Bakkal, manav, fırıncı mahallenin zor durumda olan ailelerinin kimler olduğunu bilirler genellikle; bunların veresiye alış veriş yapmalarına izin verir, yeri geldiğinde rencide etmeden, gönüllerinden ne koparsa üş beş parça bir şeyler de atıverirler alış veriş poşetlerinin içine… Mahallede bir düğün olsa gelin damat sanki mahallenin gelini, damadıymış gibi hep beraber eğlenilir; herkes kendi düğün evi, kendi oğlu, kızıymış gibi, gelin damadın muradına sevinir. Mahallede birinin ölmesi yine aynı şekilde bütün mahalleyi aynı anda, kendi ailesinden biri ölmüş gibi yasa sokar; bütün mahalleli sessizce komşularının yasına ortak olur, acıları hafifleyene kadar onların yakın çevresinde aşırı sevinç gösterilerinden, taşkınlıklardan kaçınır.
KİMSE KENDİSİNİ YALNIZ, ÇARESİZ HİSSETMEZ MAHALLEDE
Mahalle yaşamı böyledir işte… Kendine has bir büyüsü vardır... Yukarıda da vurguladığımız gibi insana yoksulluğunu, yoksunluğunu daha az hissettiren; zor günlerini kolayca göhüsleyebilmesini sağlayan; bu günlerde yalnız olmadığını, çevresinde destek alabilecek bir sürü insanın olduğunu düşündüren garip, sarıp sarmalayıcı, sımsıcak, rahatlatıcı bir atmosferi vardır mahalle yaşamının. Mahallelerde hayatlar büyük bir ailenin yaşantısı gibidir. Mahalle sakinleri hiçbir zaman kendilerini sahipsiz, kimsesiz hissetmezler mahallelerinde. Hayata zor tutunuyor olsalar da, her zaman arkalarındaki mahalle desteğini; başları ne zaman derde girse omuzlarına dostlukla dokunacak bir komşu elinin varlığını hep hissederler. Bu sadece mahalle kültüründe sahip olunabilecek bir duygudur. Mahallenin dışına çıktıklarında yalnızlaşır, yabancılaşırlar bu yüzden mahalleliler, sudan çıkmış balığa dönerler, hayatlarına dokunan ve yaşamlarını kolaylaştıran bu sihir bir anda yok olur başka ortamlarda... Hayat bütün ağırlığıyla çöker omuzlarına... Mahalle yaşamının rahatına, samimiyetine, komşuluk ilişkilerinin sıcaklığına alışmış mahallelilere dışarıdaki dünya ürkütücü, güvensiz ve zalim gelir…
Gelelim hikayemizin hüzünlü, yürek burkucu kısmına; evleri, mahalleleri yıkılan, mahalle yaşantısının sıcak, güvenceli ortamından kopartılarak kentin acımasız, tehlike ve sefalet dolu çeperlerine sürülen mahallelilerin yüz yüze kaldıkları sorunlara… Kentsel Dönüşüm adı altında yok edilen, mahvedilen, sürgün edilen hayatlara; kıyıma uğratılan, kaybolan komşuluk ve dayanışma ilişkilerine; mahallelileri yeni hayatlarında bekleyen yoksulluk, yoksunluk, kıtlık ve mağduriyetlere… Mütevazı mahallelerinde yoksul ama mutlu bir şekilde yaşayan bu insanların yaşadıkları yerlerin ne kadar da değerli olduğunun birileri tarafından keşfedilmesiyle beraber kaderlerini değiştirecek projelerin gündeme gelmesi ve kentsel dönüşüm adı altında kentlerde başlayan gasp ve talan sürecine… Adeta bir akbaba sürüsü gibi masa başında toplanarak harita üzerinde mahallelilerin yaşam dediği, yuva dediği yerleri parmakları ile gösteren, gözlerinde dolar işaretleri, halihazırda zaten sahipleri olan bu yerleri arsızca, babalarının malıymış gibi paylaşan bürokratlar, politikacılar ve müteahhitlerin buralarda yarattığı rant terörüne…,
Buradaki temel sorun, birilerinin yaşam alanım, yuvam dediği mahallelere, evlere, dışarıdan gelen rantçıların sadece bir zenginlik kaynağı, sermaye birikim aracı olarak bakmaya başlamasıdır. Bunların tek derdi halkı bir an önce buralardan göndermek, evlerini bir an önce yıkıp mümkün olduğunca kısa sürede buralarda inşaatlara başlamaktır. Bu süreçte müteahhitlerle iş birliği içine olan AKP iktidarı da üzerine düşeni fazlasıyla yapmaktadır. Gerekli yasal düzenlemeleri eksiksiz yerine getirmekte, hatta kişiye ve duruma özel yasalar çıkarmaktadır. Bu konuda nerede kısıtlayıcı bir hüküm veya engel varsa bunlar derhal bakanlar kurulu kararlarıyla etkisiz hale getirilmekte, her duruma uygun ayrı bir düzenlemeyle her minareye ayrı bir kılıf hazırlanmaktadır. Böylece zaten hali hazırda sahipleri olan, yasa gereği koruma altında olan alanlar bile imara ve inşaata açılabilmektedir. 'Acele Kamulaştırma’ gibi vatandaşın malına yasa yoluyla el koymanın önünü açan, sırf müteahhitlerin elini güçlendirmek için vatandaşa zorla dayatılan düzenlemeler de bulunmaktadır bu düzenlemeler içinde. Sonuçta bütün bu müdahalelerle daha önceki bütün korumacı yasa ve kurumlar devreden çıkarılarak süreç tamamen denetimsiz hale getirilmektedir. Örneğin tarihi alanları 5366 ile, orman alanları 2B yasası ile, bunların yeterli olmadığı yerlerde de maymuncuk gibi her kapıyı açan ‘Afet Yasası’ sayesinde istenen her yer imara ve inşaata açık durum getirilebilmektedir. Bununla birlikte bir ormanı imara açmak için ağaçları kesmek yeterlidir belki ama sıra mahallelere, yaşam alanlarına gelince, hali hazırda zaten bu yerlerin sahipleri olan insanları ayak altından çekmek öyle kolay olmamaktadır. insanlar ağaç değillerdir ve direnmektedirler; tüm yasal düzenlemelere ve halka karşı oluşturulmuş eşkıya hukukuna rağmen evlerine sahip çıkmakta, bu rantçı akbabalara geçit vermemek için birleşerek mücadele etmektedirler...
SERMAYENİN VE DEVLETİN ACIMASIZ YÜZÜ
Savaş kızıştıkça oyunun kuralları sertleşmeye başlamaktadır. İşbirliği içindeki devlet ve sermaye en insafsız yol ve yöntemlerle halka müdahale etmekten çekinmemektedir. Güzel vaatlerle, tutulmayacak sözler vererek, yalanlar söyleyerek, kandıramadıkları halkı bu kez korkutarak, yıldırarak, baskı ve tacizle yaşadıkları evlerden, yaşam alanlarından gitmeye zorlamaktadırlar. Örneğin ‘ sizin 60 yıldır yaşadığınız yeri bir anda yeşil alan ilan ederek’ sizi işgalci konumuna sokabilmekte, para almanız gereken yerde sizi borçlu çıkarabilmektedirler. Yıllardır bir evinizin olduğunu sanırken, ‘artık yasal olmadığı için’ evinizin kağıt üzerinde bir değeri olmadığını öğrenebilmekte, üstüne üstlük kamuya ait bir alanı yıllarca işgal ettiğiniz için bir de yüklü bir borçla karşı karşıya kalabilmeniz mümkün olabilmektedir. Evinizi terk etmediğiniz sürece borcunuz sürekli olarak artmaktadır. Faiz üstüne faiz bindiği için bir süre sonra borcunuz evinizin gerçek değerinin kat be kat üzerine çıkmaktadır. Sonunda öyle bir borç batağına sürüklenmiş olmaktasınızdır ki, ‘lanet olsun canımdan iyi mi’ diyerek sağlığınızı, aklınızı yitirmemek için direnmeyi bırakıp teslim olmayı kabul etmektesiniz. Bütün bu yöntemler sizi hala çıkarmaya yetmediyse başka hileli yöntemlere de başvurulmaktadır. Hemen taşeron bir firma ile anlaşılmakta, bu firmanın, ‘belediye sizden evlerinizi bedavaya alacak oysa biz karşılığında makul bir fiyat ödeyerek almak istiyoruz evlerinizi’ diye cazip bir seçenekle sunarak karşınıza çıkması sağlanmakta ve halkın onca borç ve harçtan, baskılardan yılmış bir haldeyken bu tuzaklara düşmesi hiç de zor olmamaktadır. Bunlar da yıldırıcı olmazsa evinizin elektriği, suyu kesilmekte, mahallenizde bir anda nereden çıktığını anlamadığınız suçlular ve suç unsurları türemekte, mahallenizde yaşam artık sürdürülemez hale gelmektedir. Böylece çaresizlikten son direnen mahalleliler de gitmek zorunda kalmaktadır... Bu süreç nasıl yönetiliyor bir de ona bakalım...
OYUNUN KURALLARI GİTTİKÇE DAHA SERTLEŞİYOR
Denenen tüm yöntemlere rağmen halen evlerini terk etmemekte ısrar eden mahalleliler için artık çok daha sert yöntem ve tedbirlere başvurmanın zamanı gelmiştir. Öncelikle anlaşan ve mahalleyi terk eden ailelerin evlerinin kapıları, pencereleri sökülerek, camları kırılarak, çatılarındaki tuğlalar veya saçlar dökülerek mahalleye harap, çöküntü bir görünüm verilmeye çalışılmaktadır. Mahallede birden bire önceden olmayan, nereden geldikleri bilinmeyen suçlular ve suç unsurlarının türediği görülmektedir. Mahalleli olmayan, ya da zaten mahallece suç eğilimi olduğu bilinen kişilerden oluşan bir takım mafya bozuntusu, küçük çeteler mahallede terör estirmeye, korku salmaya başlamışlardır. Adım adım etrafta can ve mal güvenliğinin olmadığı kaotik bir ortam yaratılmaya çalışılmaktadır. En temel yaşam ihtiyaçlarının sürdürülememesi için sıra evlerin elektrik ve sularının kesilmesine gelmiştir. Bu da yetmiyorsa kum, çimento, demir gibi inşaat malzemeleri mahallenin orta yerine, her tarafına saçılmakta, mahallede evden eve yürünemez sağlıksız bir ortam yaratılmaktadır. Hırsızlık, gasp olayları artmakta, geceleri korkudan insanlar sokağa çıkamaz hale gelmektedir. Bu şekilde adım adım mahallede normal yaşam koşulları ortadan kaldırılmaktadır. Bu arada mahallelilerin önceden oluşturmuş oldukları dayanışma ve birliği bozmak ve mevcut direnişi kırmak için de bir takım kirli yöntemlerin denendiği görülmektedir. Gerek belediye gerekse işbirlikçisi taşeron firma, fitne ve fesatla, para hırsı ve çıkar hesaplarıyla komşunun komşuya, kardeşin kardeşe, anne babanın evlatlarıyla bir birine düşeceği durumları, olayları adım adım, sabırla hazırlamaktadır. Öyle ki, özellikle çok hisseli evlerde hissedarların birbirlerini tehdit ettiği silah çektiği, sonunda çatışma ya da yaralama ile sonuçlanan vaka sayılarında birden bire artış gözlemlendiği kaydedilmektedir. Bütün bu çirkefçe yöntemlere baş vurulması, yıllar içinde oluşmuş mahalle kültürü, komşuluk ilişkileri ve dayanışma bağlarını da yok etmekte, toplumsal değerlerin bu şekilde yozlaşıp dibe çökmesi sonucunda toplumsal bir bunalımın eşiğine gelinmektedir. Ülkemizde artık her gün bir yenisini yaşadığımız bu sürgün ve kıyım hikayelerinin şüphesiz birtakım kahramanları, süreç içinde öne çıkmış karakterleri de vardır. Bunlardan üç karakterin hikayesini anlatacağız şimdi de…. Hatice abla, Yayla teyze ve Huri teyzenin hikayesini…
Fotoğraf: Nejla Osseiran
* Yrd. Doç. İstanbul Üniversitesi İktisat Bölümü, Kent Hareketleri Fener Balat Ayvansaray Bölge Temsilcisi