Çayı bizimle kim tanıştırdı?
Sennur SEZER
Çin’de sabahları bir fincan sıcak su içmenin gelenek olduğunu anlatır Pearl Buck. Bir gün imparatoriçe bahçesinde elinde fincanı dolaşırken bir yaprak düşmüş fincana. Biraz sonra hem renk hem koku katılmış suya. Çayın söylencesi bu.(Aynı söylence ipekböceği kozasında da karşımıza çıkar) Neyse bundan sonra varlıklılar sabah sularını çay yaprağıyla içer olmuşlar. Yoksullar ise sade su içmeyi sürdürmüşler. Pearl Buck’un Kutsal Toprak romanındaki çiftçi, gelininin sunduğu çayı “Çay altındır” diye itirazı ile içmez.
Bir Çin efsanesine göre çay bitkisi Çin’de M.Ö. 2737’de yetiştirilmiştir. Ünlü filozof Konfüçyüs çayla ilgili bilgileri derleyip halka çay bitkisini yetiştirmelerini ve çay içmelerini M.Ö. 500 yıllarında önermiştir. Konfüçyüs’ün çok sevilip sayılması çayı Çin’in ulusal bitkisi haline getirmiş. Formaza kökenli bazı çay paketlerinin üstünde, yakın zamanlara kadar Konfüçyüs’ün resmi bulunuyormuş. Çin’de Buda rahipleri çay kültürünü yerleştirip yaymada aracılık yapmışlar, çayı Buda mezhebinin bir sembolü haline getirmişler. Çay tarımı Japonya’da da 805 yıllarında başlamış.
DÜNYA ÇAYLA TANIŞIYOR
Arapların çayın tanıması 850 yıllarında olmuş. Venedikliler 1559 yılında, İngilizler 1595 yılında ve Portekizliler ise 1600 yılında çayla tanışmışlar. Hollandalıların ilk kez 1610 yılında Avrupa’ya getirdiği çay, Moskova’daki Çarlığa 1618 yılında Çin Elçiliğince armağan olarak sunulmuş. Major Robert Bruce 1823’te Kuzey Hindistan’da çay bitkisinin yabani olarak bol miktarda yetiştiğini saptamış.
İbni Sina’nın da ilkbaharda sabahları ılık su içme tavsiyesinde bulunduğu bilinir. Ne var ki bizim geleneğimizde çaylı peynirli kahvaltı düzeni yoktur. Çorba (özellikle tarhana) kuşluk öğününün önemli yemeğidir. Bazı bölgelerde akşamdan kalan yemek sabah da yenir. Sabah erken kalkılınca önce tarlayla ya da sağım hayvanlarıyla ilgili işler yapılacağından sabah öğünü epey geç, kuşlukta yenir.
Fatih Sultan Mehmet’in saray harcama defterlerinde de, misafirhane, imarethane ve ziyafethane defterlerinde bugünkü kahvaltıları hatırlatacak bir şey bulunmaz. Padişah sofrasında da kuşlukta yenenler arasında havyar vardır ama ne kahve ne de çay yoktur.
Zaten dikkat ederseniz kahvaltı sözü “kahve-altı” sözünden türemiş olmalı. Beyefendi ya da hanımefendi uyanıp bir iki lokma bir şeyle safra bastıracak sonra kahvelerini içerken sigaralarını tellendirecekler. Bu arada komşu “sabah kahvesine geleceği” haberini yollayacak.
Sohbetler hep kahve üstüne dönecek: “Bir acı kahvenin kırk yıl hatırı var”, “Gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül sohbet ister kahve bahane”, “Ehli keyfin keyfini kim tazeler, taze elden taze pişmiş, taze kahve tazeler”, “Bir acı kahvemizi içmeye bize de buyurun.”
Görücülük denilen “kız görme” de kahvesiz olmaz. Kızın kahveyi getirişine edasına, boyuna bosuna bakılır.
Çayla bizi kim tanıştırdı kuzum?
Ben bir zamanlar İstanbul’daki ünlü çayhane sahiplerinin İranlı daha doğrusu Acem oluşundan dolayı çayın İran’la ilişkilerimizin sonucu olduğuna inanırdım. Çay bardaklarının tabaklarında İran şahının ve şahın karısının resimleri, çay kaşıklarının sap uçlarında İran devlet arması, arkasından güneş doğan eli kılıçlı aslanlar vardı.
Paşabahçe hâlâ Hong Hong yapımı bir dilimi kırmızı bir dilimi yaldızlı porselen çay tabaklarını “Acem Çay Tabağı çay severlerin keyfine keyif katmaya devam ediyor ” sloganıyla satıyor.
ÇAY RİSALESİ
Çayla ilgili bilgiler 593 yıllarında Japonya’da yayımlanan kitaplarda yer almış, ilk önemli kitap da 1200 yılında yayımlanmıştır.
Yûsufî tarafından Farsça yazılmış olan Çay Risâlesi’ni Dâmâd-zâde Ebû’l-Hayr Ahmed Efendi Türkçeye çevirmiş ve 1730’da yayımlamıştır. Ahmed Efendi iki Avrupalı hekimin ilaç olarak kullanılan çayla ilgili görüşlerini de eserine eklemiştir. Çay konusunda ülkemizde yapılan ilk özgün çalışma Hacı Mehmed İzzet Efendi’nin “Çay Risalesi” ise 1879’da İstanbul’da basıldı.
Murat Bardakçı’ya göre 19. yy sonlarında İstanbul’daki bazı dükkânların çay ithal etmeye başlamasıyla olmuş tanışmamız. Bana kalırsa çayı Türkiye’ye Kırım Savaşı (12 Mart 1854–10 Eylül 1855) sırasında İstanbul’da bulunan İngiliz müttefiklerimiz getirdi. İskoç tören birliklerinin çaldığı “Üsküdar’a giderken” parçası gibi bizim malımız oldu çay.
1880’lerden II. Balkan Savaşı yıllarına kadar Şehzadebaşı’nda aydın ve yazarların buluşma noktası çayhane adını taşır: Hacı Reşit’in Çayhanesi.
1787 tarihinde, Japonya’dan getirilen çay tohumlarının Bursa yöresine ekilmesi başarılı sonuç vermedi. 1917 yılında, botanikçi Ali Rıza Erten’in başlattığı çalışmaları Zihni Derin’in Doğu Karadeniz’deki incelemeleri olumlu sonuca ulaştırdı. 16.02.1924 tarihinde Rize’de çay yetiştirilmesi için meclisten onay alındı.. İlk çay fabrikası 1947’de kuruldu.
Kısacası “Çayı icat etti bir pir/Sabahları iki akşama bir/Çayın üçü âdettir/Dördü sıhhattir
Çıktı beşe, vur on beşe.”
Evrensel'i Takip Et